Yine Le Corbusier'i konuşacağız...
Modern mimarlığın kurucularından Le Corbusier’in 1911 yılında gerçekleştirdiği ve Türk kentlerine de uğradığı Doğu Gezisi’nin 100. yıldönümü, Santralistanbul’da gerçekleşecek bir sergi ve konferansla kutlanmaya açılacaktı bu hafta. Modernist mimarın Kartezyen katışıksız formlarıyla dünya şehirlerine hediye ettiği izler türlü yollarla ne kadar irdelense de sebep olduğu yıkıcı sonuçlar itibarıyla kısa vadede telafi edilemez gibi geliyor bana.
Şimdi kentsel dönüşümün tozları sitelerle rezidansların görkemi hesabına ve AVM’lerin kaçınılmazlığı mantığıyla Le Corbusier’in üslubunu abartarak şehrin saçaklarını ve bir şekilde korunmuş sahalarını istilaya devam ediyor. Maziye karışması murat edilen mahallelerde meleklerin harekete geçmesini gerektiren bir zamandayız, ya da şairlerin…
Keşke TOKİ yöneticileri her binanın mesken hele yuva olamayacağını daha fazla gecikmeden görmek açısından Matt Tauber’in 2006 yapımı The Architect filmini” izleseler… Ya da Melek Arslanbenzer’in Metroda Cuma Namazı isimli şiir kitabını okusalar… (Avangard Yayınları; 2011)
Ilık ve istikametine güvenli bir ritimle akan kelimelerin içinde demirden bir öz olduğunu hissettiren muhkem mısralar, bir şeyler değişecekse bunun kimsenin zorbalığıyla olmayacağını anlatmayı vazife edinen yürekli şiirin de haberini veriyor. İyi ki kelimeler kolayca zorbaların tekeli altına girmiyor ve iyi ki dilin medya lakırdıları kanalıyla değil şiirle can bulduğuna inancını koruyan şairler ısrarla yazmaya devam ediyorlar, Melek gibi.
Geçen mayıs ayı sonlarında Şehir Üniversitesi’nde yaptığım “Mimarın Yazısı Müellifin Çizgisi” başlıklı konuşma sırasında okumuştum Metroda Cuma Namazı’nı. Zamanın modern şehre özgü temposunu metro alanı gibi sergileyen bir mekân bulunmaz kolay kolay. Metro saniyelerle milimetrelerin hesaplandığı geçiş alanı, böyleyken zamanın hızlı, düşünmeye izin vermeyen tüketime dayalı olmaya direnen bir şekilde idraki adına hasırlarla, gazete sayfalarıyla genişleyerek secdeye açılabilir. Gariplerin Kitabı’nın İngiliz asıllı yazarı Abdülkadir es Sufi, Müslümanlara yeryüzünü mescit edinmenin anlamını tefsir ederken, kalabalık geçişlere sahne olan zeminlerde namaz kılmayı öğütlüyordu. Namazın yeri değil anları var; görürdüm 80’lerin başlarında Karaköy vapurunda, hâlâ ikinci mevki muamelesi gören salonda, bodrum katta, mevsim kış, sabah ya da akşam namazının vakti geçmek üzere; o gazetesini yere sermiş namazını kılıyor.
Şehir radikal kenterleri rahatsız eden göçlerle kalabalıklaştı, çeşitlendi. Daha çok şey oldu ve Melek Arslanbenzer Metroda Cuma Namazı şiirini yazdı.
İşte böyle genç bir kadın şair kuşağı var, şiirin ehli, sanat her şeydir diye düşünmedikleri halde şiir kalemlerinden akıyor… Emine Edibe, Esma Toksoy aynı çatı katında beliriyorlar Melek’in şiirinde, ama nasıl:
“Bir evimiz vardı çatı katında, bir sağnak
Akardı bir sığınak, çatlamış ruhumuza
Üşürdük, çok üşürdük, üşümekti bütün yaşadığımız…”
Tok tutan çatı, teras, aynı zamanda delirmeye de sebep. Modern kentin göstergeleriyle cedelleşen bir endişesi var Melek’in. Mary Shelley’in Batılı sanatçı kadınların çatısızlığının metaforu olarak da görülebilecek gotik Frankestain’ı Melek’in şiir dünyasında modern kentin kâbus şatosu gibi beliren yükseltilerinde geziniyor sanki. Anıtlar, meydanlar, yollar, üstgeçit veya tüpgeçitler öylece görülüp geçilmiyor, modern kenti halkın iyiliği açısından sınamanın sorularına dönüşüyorlar.
Marshall Berman Marx’ın kapitalizmi tanımladığı bir söze atfen isimlendirdiği Katı Olan Her Şey Buharlaşıyor adlı kitabında üç yapay şehirden söz ediyor: Brasilia, New York, Petersburg. Ümit Aktaş Bursa Edebiyat Günleri’nde sunduğu “Şehir, Şiir ve Estetik” başlıklı konuşmada bunlara bir dördüncüsünü ilave etmişti: Ankara.
Metroda Cuma Namazı’nın mekânı, Ankara; yani bir bakıma “yapay” bir kent, modern cumhuriyetin başkenti olarak secde olgusunu öteleme, giderek de resmî modernist yapılanma içinde tanımlanan mabetlerle sınırlama emelini yansıtan çok yönlü bir mühendislik işlemine maruz bırakılmış. Gerçi modern şehir (olarak kent) Le Corbusier mimarisinde bile tasarlanmayana imkân sunan kara delikleriyle başka bir uzamda genişlemeye devam edecektir.
“Metroya hasırlar yayılmış. Yola, yolun ortasına
Metronun tam ortasına kırmızı halı değil, hasırlar
Dünyanın tam ortasına sanki merhamet yayılmış
Dünyanın üzerine rahmet.”
Bir hedefe yürüyen adımlar kendi mekânlarını kurarak kenti yeniden kurabilir, şiirin iddiası bu; modern kent yabancı, gri, karmaşık, yine de artık aşina ve hatta metro şairin bakışı, muhayyilesi ve kelimeleriyle yeni bir hüviyet kazanıyor. Şimdilerde vazgeçmek bilmeyen anarşist adımlarıyla Güney Afrika’yı dolaşan Gariplerin Kitabı’nın, Cihad-Bir Temel Tasarım’ın yazarının yanıldığı bir şeyler mi var…