Projesi 1980 yılında açılan yarışmayla elde edilen Kızılay Binası 31 sene sonra tamamlanarak açıldı. Binanın mimarlarından olan ve 2008 yılında aramızdan ayrılan Affan Yatman, 2007'de Arkitera için bir yazı kaleme almış ve binanın hikayesini anlatmıştı.
Bütün çocukluğum ve gençliğim, hasılı hayatım Ankara’da geçti. Çocukluğumda, Atatürk Bulvarı, dört katlı binaların çevrelediği, geniş tretuvarları olan alışveriş imkanları son derece kısıtlı, (çarşı Ulus’ta idi) araç trafiğinin seyrek bir şekilde seyrettiği, sakin bir bölgeydi. Özen ve Pekpak pastanelerini, Milli Piyango’nun zemin kattaki geniş satış yerini hatırlamamak mümkün değil… Tabi Büyük Sinema ile Ankara ve Ulus Sinemaları’nı da… Çevrede ise genellikle bahçe içinde iki katlı evlerden oluşan biz bütün çocukların oyun alanı olan mahalleler vardı.
Sıhhiye’de, Orduevi’nin hemen yanı ve karşısındaki yeşil alan ile (Zafer Meydanı) Kızılay’a ait park ve devamındaki Güven Parkı son derece geniş ve yeşil bir tretuvarla birbirine bağlıydı. Kızılay binası ve parkı hem bir geliş geçiş, hem de bir dinlenme alanıydı. Maden suyu ve sodası satılan büfesi çoğu Ankaralılar’ın mutlaka hatırındadır.
Gençlik yıllarıma doğru, Bulvarın ortalarında bir yerde tek başına bir bina yükseldi. (Mola Oteli) Hemen hemen aynı dönemlerde de Kızılay Binası’nın karşı köşesinde yer alan bina da (Uybadın Evi) yıkılarak yerine Gökdelen olarak anılan ve Ankaralılar’ın hemen benimsediği bir yapı yükseldi. O günlerde böylesine yüksek bir binaya sahip olmaları Ankaralılar için gurur kaynağı olmuştur. Altında Gima mağazasının girişi ve küçük bir kitapçı dışında hiçbir mekan olmadığından serin, gölgeli ve korunaklı bir buluşma noktasıydı. Ne yazık ki bu boşluk, günümüz şartlarına uygun olarak banka şubeleri ile doldurulmuştur ve insanlarımız da bu durumdan pek şikayetçi görünmüyorlar.
Zaman içinde Mola Oteli’nden başlayan, yıkım ve yeniden yapım süreci devam etti, bugün de sürüyor. Öyle ki hocam mimar Selçuk Milar kendi yaptığı binanın yıkılışından sonra aynı arsaya başka bir proje daha yapmak durumunda kaldı. Yaklaşık kırk yıl içinde inşa edilen bu ikinci binanın da daha sonra yıkılışı ile ve hocanın vefatından sonra, aynı arsada üçüncü bir binanın yapılışını izledik.
Yaklaşık kırk sene boyunca aynı noktada hacmi gittikçe büyüyen üç ayrı yapı… Ve Ankara için gittikçe karşılanması zor kentsel sorunlar ve ihtiyaçlar…
Şehir böylesine kılık değiştirirken,1980 baharına doğru bir akşam üzeri Kızılay Binası’nın çatı kiremitlerinin alındığını ve fiilen yıkım işleminin başladığını üzülerek gördüm.
O yıllarda, Bulvar tarafı ve İzmir Caddesi yönündeki bütün yapılar neredeyse 30 m’lik kota kadar yükselmişti ve binanın yıkılması ile de bu yapıların arka cepheleri meydandan görünür bir hale geldi.
Bu arada hızlı bir mimari proje yarışması sürecinin başlatıldığını farkettik.
Mimarlar Odası’nın, Belediye İmar Müdürlüğü’nün ve o zamanlar daha üst makam olan İmar İskan Bakanlığı’nın gerekli izinleri alınmış ve ulusal bir mimari proje yarışması jürisi için seçim yapılmıştı.
Konunun enteresan, arsa ve çevresinin çok özel ve işin büyük olması bütün mimarlar için büyük bir fırsat teşkil ettiğinden o zaman için elli dört projenin katılımı ile heyecanlı bir yarışma ortamı doğdu. Kim ne derse desin, gönderilen projelerden, jürinin çalışmasına ve serginin açılışına kadar bütün çalışmalar, proje yarışmaları için örnek sayılabilecek niteliktedir. Yarışmanın jürisi, Ergun Unaran, Orhan Dinç, Osep Saraf, Kadri Atabaş, Aktan Okan, Ahmet Sönmez, Vedat Dalokay, Orhan Özgüner ve Engin Yaman olmak üzere dokuz kişilikti. Raportör mimar Faruk Nafiz Erkal’dı.
Biz, Nesrin Yatman, Vedat İşbilit ve Affan Yatman, 20 Temmuz 1980 gecesi, birinci olduğumuzu jüri üyelerinden Orhan Dinç’in telefonu ile öğrendik.
Ancak, Kızılay Derneği Yönetim Kurulu’nun, arsanın karşı köşesinde bulunan ve Ankaralılar’ın artık “Gökdelen” olarak andıkları Emek İşhanı’ndan daha yüksek bir bina beklentisi olması sebebiyle, seçilen projenin kabullenilmesi ve işe başlayabilmemiz, yarışmanın sonuçlanmasından iki sene sonra mümkün olabilmiştir.
1984 yılına kadar süren proje çalışmaları sonunda, proje İmar Müdürlüğü’nce onaylanmış, ancak başlayan hafriyat çalışmaları, zamanın Belediye Başkanı tarafından durdurulmuştur. Bu durdurma kararı üzerine Türkiye Kızılay Derneği’nin konuyu mahkemeye götürmesi ve bu tarihten 1990 yılına kadar geçen bekleyişin sonunda İdare Mahkemesi’nde görülen dava, Kızılay’ın lehine sonuçlanarak hukuken inşaatın başlaması için bir engel kalmamıştır. Bu davada mahkeme mimar Feyyaz Erpi’yi bilirkişi olarak tayin etmişti…
Bu arada maalesef, ortağımız mimar Vedat İşbilir vefat ederek aramızdan ayrıldı. Mahkemenin Kızılay tarafından kazanılması üzerine, 1991 yılında, zamanın Belediye Başkanı Murat Karayalçın ve İmar Müdürü Raci Bademli’nin talepleri doğrultusunda yapı, bir kat aşağı çekilmiş ve alanı meydan yönü itibarı ile küçültülmüştür.
Ana teması sabit kalmak kaydı ile, proje tadil edilmiş, strüktürü yeniden ele alınmış ve İmar Müdürlüğü tarafından kurulan, öğretim üyeleri ve mimarlardan oluşan bir “Estetik Kurul” tarafından incelenip uygun bulunmuştur. Estetik Kurul, mimarlar, Prof.Dr. Gönül Tankut, Orhan Dinç, Ziya Tanalı, Mehmet Asatekin, Mustafa Aslan Aslaner, Çoşkun Erkal, Önder Şenyapılı, ve gazeteci Teoman Erel’den oluşmaktaydı.
Bu doğrultuda uygulama projelerini tamamladığımız yapının kaba inşaatı, Emek İnşaat’a ihale edilmiş, kaba inşaatın tamamlanmasından sonra ise dış cephe imalatları yine Kızılay tarafından yaptırılarak bina bugünkü görünümüne gelebilmiştir.
Bu aşamalardan sonra yap, işlet, devret sistemi ile Beğendik firmasına ihale edilen yapı, hemen hemen tamamlanmış olmasına rağmen, Türkiye Kızılay Derneği, Beğendik firması ve bankalar arasındaki ekonomik problemler sebebi ile maalesef hala hizmete açılamamaktadır.
Uygulanan proje 44.000 m²’lik bir alana sahiptir. Kızılay’ın mülkiyetindeki alan, her iki yönde bulunan yolların devamlı olarak genişletilmeleri sebebi ile defalarca küçültülmüştür. Bu nedenle metronun Kızılay yönündeki dükkanlarının mülkiyeti Kızılay Derneği’ne verilmiş ve bu sayedede binadan metro bağlantısı gerçekleştirilebilmiştir.
Bölgede zemin katların en değerli alanlar olmasına karşın Kızılay Binası’nda, zeminde inşaat alanının hemen hemen yarısını kullanılmış ve geriye kalan kısım yayaların geliş ve geçişini sağlamak ve meydana katkıda bulunmak üzere rant için kullanılmayıp kamuya terkedilmiş bulunmaktadır.
İnşaat panoları kaldırıldığında yayalar, bu üstü yarı örtülü mekanda kolayca geçiş yapabilecekler, bekleyip buluşabilecekler, binanın ikinci bodrumundan yaptığımız bağlantı ile dışarıdan olduğu gibi bina içerisinden de, metroya ve alt geçitlere ulaşabileceklerdir.
Yapı, ana fikir olarak bir atrium çevresinde şekillenmiş, bu büyük orta boşluk sayesinde hem katlar arası görsellik sağlanabilmiş, hem de doğal ışık orta aksta her noktaya ulaştırılabilmiştir.
Türkiye Kızılay Derneği’ne ait olan bu rant tesisinin tamamlanmasından bu yana kimileri çok beğenmekte, (buna mimar meslektaşlarımız dahil), kimileri ise eski Kızılay Binası’nın yıkılması ve parkın yok olması nedeni ile karşı çıkmaktadırlar. Onlar için bu bina, kolaycı bir tavırla bir beton yığınıdır. Halbuki bu yaklaşım, vaktiyle bütün çevre için de düşünülmeliydi. Yukarıda anlatmaya çalıştığım Ankara ile bugünkü Ankara ne kadar benzerlik gösteriyor?
Alışılmamış, boşluklu bir kentsel mekan oluşturmaya çalışan kitle, doğal olarak çevresindeki, alışılmış apartman düzeninden farklı bir görünüme sahiptir. Hem bu sebeple ve hem de altındaki ve iç hacmindeki büyük boşluğun nimetlerinden kimsenin henüz yararlanamaması sebebi ile yadırganmaktadır. Ama, benim de yadırgadığım bu düşünceye sahip olanların, karşı köşede bulunan Güven Park’ın her gün biraz daha küçültülerek yok edildiğini görememeleri veya görmezlikten geldikleridir. O zaman eleştirilerin samimiyetinden şüphe etmemek mümkün olamıyor.
İşte bir yapının yirmiyedi senelik hikayesi… Hala tamamlanıp hizmete açılamadığı için, hem Türkiye Kızılay Derneği, hem yüklenici firma, hem de biz Ankaralılar için ciddi bir ekonomik kayıp olmaya devam ediyor.
Dileğimiz, konu ile ilgili tüm sorunların her yönü ile bir an önce çözüme kavuşturulabilmesidir.
Yazı ilk olarak 3 Ağustos 2007 tarihinde “Affan Yatman’ın Ağzından Kızılay Binası’nın 27 Senelik Öyküsü” başlığıyla Arkitera.com’da yayınlanmıştır.
1 Yorum
Affan Yatman’a Allah’tan rahmet diliyorum. Çok beğendiğim yapılardan biridir. Hala güncelliğini koruması da projenin güzel olması ve jürinin bunu farketmesidir.