Emine Özcan'ın Uğur Tanyeli ile kentteki kültürel ve sınıfsal dönüşüm üzerine röportajı...
Cihangir, Galata, Kadıköy, Tophane ve Eyüp… ‘Gerginliğin altında alkol var’ tartışması sürerken mimarlık tarihçisi Prof.Dr. Uğur Tanyeli, meseleye sınıfsal ve toplumsal bir perspektif getirdi: Bir bölgeye üst gelir grubundan insanlar talep yöneltmeye başlıyor. ABD’de el değiştirme baş döndürücü bir hızla gerçekleşiyor. Türkiye’de dönüşümün yavaş olması gerilimi yükseltiyor. İçkinin de bir argüman olarak öne konması o kadar kolay ki…
11 yıldır düzenlenen ve dünyaca ünlü sanatçıları ağırlayan Efes One Love Müzik Festivali bu yıl alkol kriziyle başladı. Bilgi Üniversitesi’nin Santralistanbul kampusunda düzenlenen 2 günlük etkinlik “Eyüp’te içkili festival olmaz” tartışmasıyla önce isminden içki firmasını çıkardı, ardından festivalde içki satışını yasakladı. Merakla beklenen konserlerden Red Hot Chili Peppers Eyüp’te kaldı, Feist ve Stevie Wonder Maçka, Küçükçiflik Parkı’na taşındı. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın da “Öğrenci üniversitede alkol alıp kafa mı bulacak, ilim mi öğrenecek” diye katıldığı bu hummalı tartışmayı Mardin Artuklu Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Dekanı Prof.Dr. Uğur Tanyeli’yle konuştuk.
– Eyüp’te olanlar, Tophane sakinleriyle sanat galerileri arasında yaşanan içki gerginliğini hatırlattı. Cihangir, Galata ve Kadıköy’de oturanlar da semtlerindeki içki içilmesinden rahatsızlar. Bu çatışmaları nasıl yorumlamak gerek?
İlk bakışta çok çekici gibi görünüyor, ama bunu içki meselesi olarak görmemek gerek. Bu gerilimlerim toplumsal hatta sınıfsal boyutları olduğunu görmemiz gerek. Dünyanın her yerinde olan bir gerilim bu. Eğer bir grup insan, başka bir grup insanın yaşadığı yerde yaşamaya hevesleniyorsa, üstelik bu hevesli insanlar daha yüksek gelire sahipse kaçınılmaz olarak orada oturanlar rahatsız olur. Türkiye’nin yeni karşılaştığı bir durumun sonuçlarını ilk defa tartışıyoruz ve hemen Türkiye’nin olağan reflekslerini veriyoruz: İçki meselesi! Oysaki sınıfsal bir mesele. Söz gelimi ABD’de de yoksul bir mahalleden satınalmalarla üst sınıftaki insanlar evleri toplamaya başlayınca o mahalledekiler hemen bilirler ki hepsi kapının önüne konulacak ve süpürüleceklerdir. Manhattan’ın aşağı doğu yakasında bu karşımıza çıktı. Orası yoksulların, çeşitli etnik grupların yaşadığı bir yerdi. Son yıllarda tırmanan bir akımla etnik lokantaları, sanat galerileriyle yüksek gelir kesiminden insanların toplaştığı bir yer haline geldi. Yoksullar süpürüldüler. Tophane’deki durum içkiden çok buydu. Sınıfsaldı.
Kaldı ki Türkiye’de ABD’dekinden farklı olarak ciddi yaşam biçimleri farklılıkları da görüyoruz. ABD’de yoksullukla zenginlik arasındaki fark daha çok ekonomik tanımlı, Türkiye’de kültürel. Tophanelilerin karşı çıkışlarını hatırlayın: ‘Kapının önünde toplaşıyorlardı. Kadınlı-erkekli içki içiyorlardı. Rahatsız oluyorduk.’. Bu rahatsızlık hayat biçimleri arasındaki farklılığa da işaret. Santralistanbul’un rahatsız etmediğini düşünmek mümkün değil. Santralistanbul orada ama öğrencisi, öğretim üyesi orada yaşamıyor. Başka bir yaşamı temsil ediyorlar. Bu durum o semtte tepki toplar. Bu gibi kentsel sahnelerin olağan refleksini görüyoruz bence. Ben esas bu tepkilere şaşırmamıza şaşırıyorum.
Ama bu, reflekslere kendimizi teslim edelim ve başka bir şekilde oradan süpürülelim anlamına da gelmiyor. Komik olanı Türkiye’de bu süpürülmenin tersine çalışıyor olması. Manhattan’da süpürülen yoksullara hiçbir iktidar müdahale etmiyor. Emin olun, bazı duyarlı entelektüeller hariç kimse de kalkıp -belediye bile- ‘niye bu insanlar buradan gidiyor’ demiyor. Dayatma yok. Dayatmanın tek aracı parasal güç. Ama Türkiye’de siyasal iktidarın hemen durumdan vazife çıkarma alışkanlığı var. Bunu bir haklılık halesiyle kuşatıyorlar. İçki bunu sağlıyor tabiî ki. İçkinin bir argüman olarak öne konması Türkiye de o kadar kolay ki. Dolayısıyla hemen ‘ben okulda öğrencilerin içki içmesini istemiyorum’ diyerek yürütmenin en üst kademesinden tepki geliyor. İşte bu ABD ve Avrupa’da olmayan bir şey. Ama gerisindeki nedenler dünyada olup bitenlere benziyor.
– Bir de kiralar var. Eskiden Tarlabaşı yaşanılır değilken şimdi bir zamanların metruk evleri bohem diye fahiş fiyatlara pazarlanıyor. Çok hızlı bir değişim var. Bu durumun ayarını ne belirliyor?
Az önce söylediğim gibi. Tamamen sınıfsal. Aslında Türkiye’de bence asıl problem süreç yavaş olduğu için çıkıyor. ABD’de bu el değiştirme akıl durduran bir hızla gerçekleşiyor. Türkiye’de böyle bir talep başladığı anda herkes irreel biçimde fiyat artırıyor. O eski Beyoğlu apartmanını eskiden 1 ederken 50’ye satmak istiyor. Satılmıyor. O zaman dönüşümü yavaşlatıyor. Ama gerilimi yükseltiyor.
– Eyüplü’nün tepkisi “burası bizim vermeyiz” mi?
Emin değilim. Orada bir yaşam biçiminden duyulan rahatsızlık var. Bilgi Üniversitesi Kuştepe kampusunun civarda böyle tepkisel bir etkisi olduğunu düşünüyorum, ama hiç tereddütünüz olmasın arttırmıştır fiyatları. Bir taraftan semttekiler kampustan istifade edip diğer taraftan rahatsızlık da duyuyorlar. Silahtar’da da aynı şey oluyor. Bu Türkiye’de ilk kez belki de Cihangir’de yaşandı. Yani 50’lerde başlayan 60’larda hızlanan Rumların semti terk etmesiyle epeyi kaliteli bir yapı stoğunun atıl durumda kalması orayı dönüşmeye hazır hale getirdi. Sonra ucuzluğundan ötürü önce entelektüel gençler yerleşmeye başladılar. Fiyatları yükselttiler.
– Şimdi Cihangir popüler. Entellektüeller yaşamıyor sanki...
Entellektüelden kastım zaten David Harvey’in orada yaşaması değildi… Sonuçta oturanlara baktığınızda üniversite mezun oranı yüksektir.
– Orada yaşamayanların gezmeye geldikleri bir semt demeye çalışıyordum. Yanlış bir
soru oldu.
Hayır yanlış soru değil. Dediğim gibi o kadar yeni tanıyoruz ki bu meseleleri. Bunlarla uğraşmaya daha alışık değiliz.
Türkiye kamusal alanı açmak zorunda. Her engelleme çabası açılmasını biraz daha geciktirir ama durduramaz. Bu kadar farklılığın bir arada yaşamak zorunda kaldığı bir ortamda tekil bir kültürel yapıyı, davranışı dayatmanın yolu yok. Herkesi ikna ederek ‘hepimiz içeceğiz’ ya da ‘hepimiz içmeyeceğiz’i kabul ettirmenin yolu yok. Böylesine bir iktidarı hangi aracı kullanırsanız, kullanın kuramazsınız. Ama çatışma sürdürülür mü, sürdürülür. Fakat bence uzun vadede pes ettirir. Yapılamaz.
– Cihangir’de de Tünel’de de daha çok içkiyle derdi olayan insanlar yaşıyor. Ama sokakta içenlerden rahatsızlar. Sosyalleşme alanları nasıl kurulmalı. O kriz nasıl doğup bu hale geliyor?
Bir formülü yok. Ama nasıl bu hale geldiğini cevaplayabilirim. Küçücük birkaç alan aşırı yoğunlaşıyor. Türkiye’de sokakta içki içebileceğiniz kaç yer vardır. Benim gençliğime göre Türkiye sosyalleşme anlamında uçuyor diyebilirim. Dalga geçerdim ben, herkesin babası gibi giyindiği tek ülke burası diye. Şimdi hiç tereddütsüz gençlik gittikçe tırmanan bir güç haline geliyor. Artık babalarının elbiselerini giymeyip zorluyorlar. ‘Kim karşı çıkıyor’ derseniz, evet Tophane’de karşı çıkanlar da gençler.
– İstanbul’da yerel yönetimlerin inşaası, dönüşüm çabası da hızla sürüyor. Çok canlı bir yapı. Ama sosyalleşme potansiyeli var mı?
Her yerden çok daha fazla İstanbul’da var bu potansiyel. Onun için zaten bu gerilimler oluşuyor. Sözgelimi, Nevşehir’de bu yüzden olmuyor. Herkesin aşağı yukarı aynı fikirde olduğu, birbirine polislik ettiği bir yerde gerilim olmaz. .Zaten metropollerin avantajı liberal oluşlarından ya da özgürlükçü yönetimlerin elinde oluşlarından falan kaynaklanmıyor. Denetlenememekten kaynaklanıyor. Cihangir’dekiler, Tophane’dekiler ne yaparlarsa yapsınlar gelenleri başlarından atamıyorlar. Böyle kendiliğinden mutabakatlar, uzlaşmalar doğmak zorunda oluyor. Doğmazsa? Öldürüyor ortam açılımları zaten. Bu tür gerilimler tırmandığı zaman pekala her türlü farklılığı ortadan kaldırmaya yönelik bir itiş de yaratıyor. Türkiye’de bu tehlikenin ben İstanbul’da olduğunu söyleyebilirim. Ama genel olarak İstanbul’un kaçınılmaz bir biçimde bir özgürlük ortamını tanımladığını düşünüyorum. Daha geniş olabilir miydi? Olmalıydı. Çok cılız. 15 milyonluk bu metropolün New York ya da Londra’daki sosyalleşme imkanlarına sahip olmadığı açık.
İstanbul’un büyük bir avantajımız olduğunu Türkiye bağlamında görelim. Bütün Türkiye bence sosyalleşme bağlamında İstanbul’da eğitiliyor. Yani karşı çıkmadan tepki vermenin alışkanlıkları da İstanbul’da üretiliyor. Sosyalleşmenin araçları da İstanbul’da üretiliyor. İlk önce burada insanlar bira içerek bir rock müziği konserinde bulunmaya alıştılar. Şimdi bu olağanlaşmış durum yakın zamana kadar Türkiye’nin hiç bir yerinde düşünülemezdi. İstanbul’da üretildi. İlk tepkisi İstanbul’da ortaya çıktı.
– Bu tepkiler, kesintiler aynı zamanda bir özgürlüğün sembolü mü?
Tabii öyle. Özgürlük öyle bir şey ki, bir taraftan özgürleştirirken, bir taraftan da bazıları ‘hayır özgürleşmeyelim’ derler. Özgürlüğü özgürlük yapan şey zaten bu. Çatışmanın kendisi.
– Kamusal alan açılacaksa ideal şehir kurgusu içinde onun tanımı nedir?
Çok basit. Ötekinden rahatsız olmama alışkanlığını edindiğimiz yerdir kamusal alan.
– Başkasını ötelememe halini hızlandıracak bir şey var mı devreye sokabileceğimiz? Belediye böyle bir araç olabilir mi?
Öyle mucizevi bir araç yok. Tam tersine belediyeler aracılığıyla kavga veriyoruz, okullarla kavga veriyoruz. Beş kişi bir araya gelip dedikodu yapınca kavga veriyoruz.
– Kavgalar çoğaldıkça mı azalacak öteleme hali?
Aynen öyle. Yani farklılıkları çoğaltmaktan başka hiçbir seçenek yok. Modern toplum böyle bir şey.
Türkİye her türlü değişimi çok hızlı yaptığını zanneden çok yavaş değişen bir ülke. Neredeyse bir kuşak içinde megapole dönüşen kentlerin dünyasından bahsediyoruz. Çin’de Şanghay gibi. Bir de Türkiye’ye bakın. Bağdat Caddesi emin olun 1880’de üst sınıfın yaşadığı bir yerdi bugün de öyle. Nişantaşı -Abdülmecit çağında 1860’larda- üst sınıflar için kuruldu. Bugün de öyle.
– Yani gerilimler yavaşlıktan mı kaynaklı?
Evet.
– Alkol de bir mesele ama?
Çok ciddi hem de. Dünyanın her yerinde alkolün toplumsallaştırıcı bir etkisi varken bu ülkede ayrıştırıcı bir etkisi var. Evet, Nevizade’de Ramazan’da bile boş masa yok. Şarap üretimi tırmanıyor. İçki tüketimi yükseliyor. Dünyanın her yerinde yoksulların ucuz içkiyle sosyalleştiği söylenebilir. Türkiye’de ise pahalı içkiyle sosyalleşme formları gelişiyor. Çünkü Türkiye’de yoksullar içki aleyhtarı kampanyalara daha çok prim veriyor. Ama mesela Anglosakson ülkelerinde böyle değil. Yoksulların kendi içkileri var. 18. yy’da yoksul İngilizler şarap ve viskiyle değil cin, rom gibi ucuz içkiyle sarhoş olurlardı. Türkiye’de gelir durumuyla kıyaslarsanız vahim derecede pahalı alkol. Bu da bir tepki mi diyorsanız bence bir tepki.