Meslekten Kentliler şehir plancısı, mimar, peyzaj mimarı disiplinlerden bir grup profesyonelin meydana getirdiği oluşum. "Gezi Parkı, neden park olarak kalmalı?" sorusunu her biri kendi uzmanlığı dahilinde cevapladı.
Kentsel mekan, ideolojilerin simgeleştirilmesi bakımından her dönemde önemli bir araç olmuştur. Bu nedenledir ki iktidara sahip olanlar, kentsel mekanı kendi siyasetleri doğrultusunda şekillendirmeyi vazife edinmişlerdir.
2011 seçimleri genel seçim olmasına karşın, mevcut yönetim “kentsel projeler” üzerinden bir siyaseti tercih etmiştir. Proje üretiminin kent için hayati bir önem taşıdığı, günümüzde geniş bir kesim tarafından kabul edilmektedir. Üzerinde tartışılan konu ise üretim süreci, yöntemidir.
Henüz bir kaç yıl önce akademik çevreden hocaların öncülüğünde uzun süreli bir çalışmanın sonucu olarak üretilen ve İstanbul’un önümüzdeki 30 yılına yön vermesi için hazırlanan 1/100.000 Çevre Düzeni Planı başta olmak, hiçbir bütüncül planlama çalışmasında bu projelerden bahsedilmemektedir.
Gezi parkının yıkılarak Topçu Kışlası’nın inşası da, tepeden inme projecilik yaklaşımının bir sonucu olarak bugün hızla devam eden “Taksim Meydanı Yayalaştırma Projesi” nin bir parçasıdır. “Direnişin sembolü” olmasını bir kenara bırakırsak – ki bu hiç de kolay değil- çevresel etki ve zararlar anlamında değerlendirildiğinde, hedeflenen diğer projelerin yanında (3. Köprü, İki Yeni Şehir, Üçüncü Havaalanı, Kanal İstanbul, Yenikapı ve Maltepe Sahil Dolgusu vb.) oldukça “masum” bir proje olduğunu da bir kenara not düşmek gerekir.
Gezi Parkı’yla ilgili imar hareketleri serüveni, 1806 yılında Halil Paşa Topçu Kışlası’nın yapımı ile başlamıştır. 31 Mart Olayı’nda isyancıların karargahı olarak kullanılması ile ülke gündeminde yer bulan kışla binası, bu olaylar sırasında zarar görmüştür. 1920’li yıllara kadar, harap bir yapı olarak kalırken, 1922 yılında avlusu futbol sahası olarak kullanılmaya başlanmış ve Taksim Stadı adıyla ilk milli maç burada oynanmıştır. Alanın rekreatif faaliyetlere evrilmesindeki başlangıç noktası, stadyum olarak kullanılmaya başlanmasıdır. 1935 sonrasında, dönemin başarılı şehir plancılarından Henri Prost’un İstanbul Nazım Planı kapsamında önerdiği yeşil alan sisteminin, meydanı bütünleyen önemli bir parçası olarak düşünülmüştür. Gerek kışlanın harap durumda olması, gerekse maçların artık İnönü stadyumunda oynanması nedeniyle 1940 yılında alandaki yapılar yıkılmıştır. Yapıların mimari değeri ve İstanbul için tarihsel bir önemi bulunmayışı nedeniyle (daha sonra 1999 yılında tescil edilmiştir), yıkımı öncesinde detaylı bir dökümantasyon çıkarılmamıştır. Yalnızca o döneme ait fotoğraflar bulunmaktadır. Kışlanın yıkılması sonrasında alan yine bir kamusal misyon yüklenerek Cumhuriyet Dönemi’nin ilk parkı olan Gezi Parkı inşa edilmiştir. 1980’li yıllara kadar oldukça aktif biçimde kullanılmıştır. Sonrasında ise sistemin dışladığı grupların kullanmasına karşın İstanbul’un merkezinde yer alan az sayıdaki yeşil alandan biri olarak günümüze ulaşmıştır. 1993 yılında ilan edilen “Beyoğlu Kentsel Sit Alanı” içerisinde yer alan az sayıdaki kamusal açık mekanın en önemlilerindendir. 2010 yılında tamamlanan “Beyoğlu Kentsel Sit Alanı Koruma Amaçlı İmar Planı”nda park işlevi ile korunmaktadır.
Bugün ise iktidarın proje paketlerinden biri olarak yıkılarak, yerine yapıldığı Topçu Kışlası yeniden yapılmak istenmektedir. Ancak kışla işlevinin korunması düşünülmemektedir. Öncelikle alış-veriş merkezi, sonrasında ise otel ve rezidans olarak düşünülse de dönemin ünlü gazetecilerinden birine ait “dahiyane” fikir ile bir kışla binasının kent müzesi olarak yapılması yönünde adımlar atılmaktadır. Askeri bir yapının yeniden yapılıp müzeleştirilmesi yönündeki gayretlerin, Türklerin asker bir millet olması ile ilgili olup olmadığı ise bilinmemektedir.
Öncelikle meslek çevrelerine daha sonra ise halkın önemli bir kesimine bu proje doğru gelmedi. Her bir meslek kuruluşu, bu yaklaşımın neden yanlış olduğunu kendi uzmanlığından açıklamaya çalıştı. Bizim amacımız ise bu farklı meslek alanlarının itirazlarını içerecek biçimde bütüncül ama aynı zamanda özet bir anlatımla, sorunun geniş kitlelerce anlaşılabilmesinin sağlanması. Bu amaçla farklı konularda çalışan bir kaç meslek insanını bir araya getirdik.
Sorumuz:
Gezi Parkı, neden park olarak kalmalı? Buyurunuz cevaplar;
“Deprem gece uykunuzda olacak diye bir kural yoktur! Ticari faaliyetlerin en yüksek olduğu ve gezi amacıyla gündüz ve özellikle tatil günleri Taksim ile İstiklal Caddesi’nde bulunan vatandaşlarımızın, beklenen büyük İstanbul depremi sonrası toplanma alanı olarak Gezi Parkı’na ihtiyacı olacaktır. Yıkılmış veya ağır hasarlı binalar ve kapanmış dar sokaklardan kurtarılan vatandaşlar için 29 bin 550 metrekare yüzölçümlü Gezi Parkı, yaklaşık 9.000 kişilik bir toplanma ve triyaj alanı oluşturma potansiyeline sahiptir.
İzmit ve Gölcük (1999) depremlerinde İstanbulluların toplanma yeri olarak kullandığı Kağıthane-İETT arazisi, Şişli-Likör Fabrikası ve Ortaköy Vadisi’nin imara açılarak maddi değeri milyar dolarları bulan arazilerin rezidans ve otel fonksiyonları ile imar değişikliğine uğramaları,”afet sonrası toplanma alanı” yerine “rant toplanma alanları” haline gelmelerine neden olmuştur.
Topçu Kışlası inşaatı ile Gezi Parkı’nın da rant toplanma alanı olmasına izin vermemeli, kamu yararını gözetmeliyiz!”
“Rekonstrüksiyon koruma uzmanları tarafından çok tercih edilen bir yöntem değildir. Nedeni ise zamanında orada bulunan özgün yapının asla geri getirilemeyeceği ve yapılacak binanın bir kopyadan öteye gidemeyeceği gerçeğidir.
Elimizde fotoğraflarından başka hiç bir veri bulunmayan ve 1940’larda yıkılmış olan bir yapı kent belleğinde ne kadar önemli bir hatıra oluşturabilir ki, bugün kamusal faydası yapılacak taklitten kat be kat daha fazla olan bir parkın bu uğurda ortadan kaybolması kabul edilebilir?”
“Uluslararası Anıtlar ve Sitler Konseyi ICOMOS Taksim Gezi Parkı’nın tarihsel ve İstanbul’un en önemli ve korunmaya değer varlıklarından biri olduğunu ve hatta – Ortadan kaldırılması bir yana, restore edilerek, asli özellikleri iade edilmeli ve Türkiye kültür tarihinde hak ettiği yere yerleştirilmelidir.- diyerek parkın kent merkezindeki önemini bir kez daha belirtmiştir. Açıklamada aynı zamanda; “Birinci sorun şudur; Yok olmuş tarihsel yapıların rekonstrüksiyonu, ancak söz konusu yapıların mimari, inşai, estetik düzey ve tarihsel anılar taşımak gibi gerekçelerle kaybının çok büyük olması halinde meşrudur. Taksim Kışlası ise kaybı bu kadar büyük anlam taşıyan bir yapı değildir. Şayet yerinde duruyor olsaydı, kuşkusuz, korunması gerekecekti. İkinci sorun ise yapının rekonstrüksiyonunu yapmanın ortaya sadece eskisi gibi gözüken, ama hiçbir rasyonel koruma ölçütüne göre tarihsel eser sayılmayacak bir yeni yapı çıkaracak olmasıdır. Türkiye kamuoyunda sık sık aksi gündeme gelmesine karşın, tarihsel çevreyi ve mirası korumak demek değildir. Sadece bazı çok zorunlu hallerde hoş görülebilir bir taklit yapı inşa etme girişimi olarak nitelenir.” bilgisi de yer almaktadır.
“Gezi Parkındaki ağaçlar 70 yıldır İstanbul’un ikliminin korunmasına yardım ettiği ve yaşamalarına izin verirsek bundan sonra da iklim değişikliğiyle mücadelede bizlere yardım etmeye devam edecekleri için,
İDEP kapsamında tanımlanan “iklim uyumlu kentsel yönetim” beklentisinin karşılanması için,
Politikacıların ve toplumdaki tüm bireylerin çevrenin önemini anlamalarına yardımcı olarak çevreye etkilerini gözden geçirmelerine vesile olan bir sembole dönüştüğü için Gezi Parkı park olarak kalmalıdır.”
“Gezi Parkı yerine inşa edilecek bir yapının ve yayalaştırma projesi ile çevresinde oluşturulacak yaya alanlarının o bölgedeki sınırlı doğal çevre bileşenleri üzerinde yaratacağı olumsuz etkiler kaçınılmazdır.
Gezi Parkı’nın herkesin eşit olarak ulaşabilme/kullanma özgürlüğüne sahip olacağı kamuya ait bir rekreasyon alanı olma özelliğinin sürdürülmesi, sürdürülebilirliğin toplumsal boyutunun sağlanmasının bir gereğidir.
Gezi Parkı yerine yapılacak bir binanın ülke ekonomisine yapacağı katkıyı, doğru planlanmış bir şehir parkı ile sağlamak da mümkündür.
Gezi Parkı’nın yeşil alan kimliğini sürdürmesi, hem çevresel hem de toplumsal gereksinimlerin karşılanması ve bütüncül olarak sürdürülebilir kalkınmanın sağlanması açısından önemlidir.”
“Yoğun yapılaşmanın olduğu şehirlerde var olan “ısı adası etkisi” bu nefessizliğin sebeplerinden biridir. Yeşilin, bitkinin bu etkiyi azalttığı bilinmektedir. Kırsal alanda güneş ışınlarının büyük bir kısmı bu yolla geri yansıtılırken, alanın doğal soğutması sağlanmaktadır.
Öyleyse belki de, birkaç ağaç dediğin kadar kolaydır soruna çözüm bulmak, nefes aldırmak… Nedendir var olan birkaç ağacı da yok etmeye çalışmak ve gelecek nesillerin hayatını zora sokmak…”
“Birbirine ön yargıyla yaklaşan sınıflar yan yana gülümsüyorlar çünkü ilk defa tüm güçleriyle kendilerine ait olana sahip çıkıyor, kentin geleceğini kendi elleriyle şekillendirmenin gücünü hissediyorlar.
Gezi Parkı’ndaki yeni hayatın ilk adımları bir gecede tüm ülkeye, çok kısa zamanda Dünya’ya yayılacak kadar canlı, barışçıl ve özgür adımlardı ve bu adımlar kentin kalbindeki bir park için atıldılar.
Gezi Parkı, yoğun bina dokusu, gürültü, trafik ve ticari kullanımın ardından herkese kucak açan bireyi toplum yapan bir Cumhuriyet haline gelmiştir.”
“Kamusal alanlar; “diğerleri” ile iletişim kurduğumuz, farklılıklara dokunduğumuz, çeşitlendiğimiz, başkalarından öğrendiğimiz birlikte yaşadığımız, paylaştığımız, ağlayıp, güldüğümüz, sevindiğimiz, birlikte olabildiğimiz, çok renkli, çok sesli, çoğulcu alanlardır.
Gezi Parkı; Paylaşımcı, demokratik, dayanışmacı ve eşitlikçi bir yaşam tarzının olabileceğini sunan ideal bir kamusal mekan örneği olarak 20 gündür karşımızda dikilmektedir.
Ortaya koyduğu etkinlik ve yaşam ritmi ile bu kimliği taşıyabileceğini ve üstelik kentli tarafından da sahiplendiğini göstermiş, tanınır olmuştur. O halde bu fırsatı kaçırmak niye ?!”
“…kent, kendi ihtiyaçları doğrultusunda Gezi’yi daha proje bitmeden “yayalaştırdı”, tekrar “öteki” olmanın cezalandırıldığı ve Foulcoult’un sözünü ettiği polislik olmaksızın herkesin kullandığı bir kamusal mekâna dönüştürdü.
Katılım, Gezi’nin fiziksel mekânında gerçekleşirken, öncesinde ve süreç boyunca günümüz dijital mekânlarında olgunlaştı. Sonuçta Gezi Parkı kendi-kendine “ayrıştırılmış” bir mekan olmanın dışına çıktı.”
“Parkın herkese ait, insanla var olan yaratıcı bir üretim alanı olduğu anlaşılabilmektedir.
İçerisinde bulunduğumuz zaman dilimine dahi ait olmayan, belli bir işlev ve dört duvarla sınırlandırılmış bir bina ne kadar bize ait olabilir? O binada biz ne kadar kendimizi, çok sesliliğimizi, yaratıcılığımızı, çeşitliliğimizi açığa çıkarabiliriz ve oradayken biz ne kadar biz olabiliriz?”
“Gezi Parkı denince aklımıza ne gelir? İstanbul’un göbeğinde beton yığınları arasında kalmış bir açık alan… Taksim Meydanı’nı tanımlayan yeşil bir alan… Ya da Beyoğlu’ndan Harbiye’ye gidilirken geçilen bir mekan… Aslında sadece birilerine ait onca yerin arasında hepimize ait olan kamusal açık bir alan.
Ağaçların taşınması bitkinin cinsi ile alakalı olduğu kadar yaşı ile de alakalıdır ve taşınan ağacın yeni yerinde yaşama şansı da kesin değildir. Ayrıca herkes tarafından bildiği üzere ağaçlar büyüdükçe gövde çapları genişler, tepe taçları büyür. Bu nedenle yerlerinden sökülerek taşınmaları zorlaşır. Gezi Parkı’nda da taşınamayacak boyuta ulaşmış çok fazla ağaç vardır.
Bugün Gezi Parkı’nda yaşadıklarımız yalnızca birkaç ağacın kesilecek olması değil, kamusal bir mekanın artık hepimize ait olmaktan çıkarılması, ve toplum olarak bizleri ilgilendiren bu karar süreçlerinde fikirlerimizin alınmaması ve yok sayılmış olmasıdır.”
“Bugün parkta olmak, kaynaşmak, hikayelere tanıklık etmek, hepimizin biraz daha sen-ben olduğunu görmek, görünmez sınırların da kalktığına şahitlik etmek…
Ferah alanlarda gözlerimizi birbirimize uzatacağımız yarınlara…”
“İstanbul’da kamusal kullanımlara ve rekreasyon alanlarına olan ihtiyaç, diğer bir çok fonksiyona olan ihtiyaçlardan daha acildir. Olimpiyat adaylığındaki bir kentte yeşil alan hiyerarşisinin entegre biçimde kurgulanması, sürekliliğinin sağlanması ve yerel yönetimin sıkça dillendirdiği kentsel yaşam kalitesinin yükseltilmesi hedeflerine ulaşılmasında Gezi gibi parkları, adeta birer nimet gibi başımızın üzerinde tutmalıyız.
Bırakın meslek kuruluşları ve üniversitelerin raporlarını, size sorulsa “İstanbul’da neyi daha çok görmek istersiniz diye, yanıtınız parklar olmayacak mı?”
Hiçbir park, sadece bir park değildir. Sokakları zaten kaybettik, hepimizi büyüten bu parkların hikâyelerini, anılarını, yaşanmışlıklarını öldürmeyelim.
Mahallenizde çocuklarınızı büyüttüğünüz parkın yerine, kocaman, sur gibi bir yapı yapıldığını düşünün. Nasıl? Hoşunuza gitti mi?”
“Amerikan Planlama Derneği (American Planning Association) parkların ekonomik faydalarına ilişkin değerlendirmelerinde olduğu gibi;
Bir park, toplum için iyi bir finansal yatırımdır.
Yenilikçiliğe, bilgiye ve yeteneğe dayanan mesleklerde çalışan insanları yaşamak ve çalışmak için bölgeye çeken bir unsurdur.
Parklar, çevresinde kaliteli yaşam alanı oluşturur, çünkü bir parkın cazibesi, insanlarda o bölgede bulunma-yaşama isteği uyandırır.”
“Konuya insani olarak bakıldığında insan beynindeki yeşil algısı %1 in altına inmiş bir bireyden veyahut gelecek nesilden nasıl çevreye saygılı yada ne kadar hayvan sever olması beklenmelidir?
Sadece duygusal veya siyasal olarak değil de işlevsel olarak bakıldığında hafızamızdaki bilgiler her gün şekil ve anlam değişikliğine uğrasaydı nasıl bir sonuç doğururdu?”
“…topçu kışlası ne İstanbul’un ne de halkındır, o sadece bugün de İstanbul coğrafyasında binlercesini gördüğümüz postmodern bir fantazi mekanıdır, üstten gelmedir, baskıcıdır.
Gezi Parkı ise tam tersi, meydanda var olan diğer yapıların gölgesinde kalmış ve turistikleşememesi ile birlikte bir anlamda üzerine yapışabilcek yapmacık ticari anlamlardan kurtulmuş bir mekandır.
Gezi Parkını yıkmaya çalışan görüş, İstiklal’de ikinci el kitap bulamayışımızın nedeni olan, pahalı bir kahve içmeden sevdiğimizle oturmamıza izin vermeyen, sizin mahallenizi sizin için değil cebinde dolarla gelen turist için tasarlayan görünmez gücün ta kendisidir.”
“Yaşam Kalitesi Yüksek” ve “Kalkınmış” bir kent, sadece ekonomik göstergeler ile değil sosyal ve çevresel göstergeleri ile de ön planda olmalıdır.
İstanbul’da uygulanan parçacıl projeler, kent bütününde geri dönüşü olmayan sonuçlar doğurmakta, doğal çevrenin hızla yok olmasına, kültürel zenginliklerin tahrip edilmesine, sosyal sınıfların ilçelere ve mahallelere göre ayrışmasına, ulaşım problemlerinin artmasına neden olmaktadır.
Beşiktaş Tütün Deposu = Shangri-La Bosphorus Otel
Ortaköy Kılıç Ali Okulu= DO&CO Otel
Göztepe Meteoroloji İstasyonu=Four Winds Göztepe
Haydarpaşa Garı=Otel-Kültür Merkezi-Ticaret Alanı
Yedikule Tren İstasyonu= Otel-Kültür Merkezi-Ticaret Alanı
Gezi Parkı= AVM, Residence, Kent Müzesi, Cami, Buz Pisti…….
Gezi Parkı sadece bir direnişin değil, İstanbullu’nun isyanının, İstanbul’un uyanışının simgesidir. Nefes aldığımız, gölgesinde dinlendiğimiz, kuş seslerini mutlulukla dinlediğimiz Gezi Parkı’na hep beraber bugün sahip çıkarsak, yarın doğal değerlerimize, yaşadığımız mahallelere ve topluma ait olan diğer bütün kamusal alanlarımıza da kolaylıkla sahip çıkabiliriz…”
“31 Mayıs tarihinden itibaren görünür biçimde dışa vurulan toplumsal bilinç, ağaçlarına sahip çıkma, ağaçlarının altında barınma, beslenme, okuma, çalışma, gezinme, dinleme, dinlenme, yardım etme, konuşma vb. eylemlerle “zaten kullanılmıyordu” denilen Gezi Parkı’nda ve diğer parklarda bugüne kadar hiç olmadığı kadar ve hiç olmayan bir biçimde kendini göstermiştir.
Tarihi Kentlerin Ve Kentsel Alanların Korunması Tüzüğü (Washington Tüzüğü – 1987) 3.maddesinde “Koruma programının başarısı, kentlilerin katılımı ve görev almalarıyla mümkün olabilir; bu nedenle halkın katılımı desteklenmelidir. Tarihi kentlerin ve kentsel alanların korunması öncelikle orada yaşayanları ilgilendirir.” ifadesi yer almakta, 70 yıllık tarihiyle kent belleğinde önemli bir yere sahip olan Gezi Parkı 20. yüzyıl mirası olarak korunmayı hak etmektedir.”
Farklı bakış açılarını yansıtan böylesi bir uğraş ile konunun bazen tek bir ağaç olabildiği gibi bazen de sadece bir ağaç olmadığını göstermeye çalıştık. Genel bir değerlendirme ile gezi parkı;
Yoğun kent dokusu içerisinde uzun bir süredir mikroklimaya sağladığı olumlu katkıları, ısı adalarını azaltıcı etkisi ve çevrenin önemini bir çırpıda anlamamızı sağlayan bir sembol olması,
Sosyal ilişkileri güçlendiren, sosyal bütünleşmeye katkı sağlayan, ötekinin o kadar da öteki olmadığını kanıtlayan, demokrasi kültürünü geliştiren, çoğulculuğu ve farklılığı kucaklayan bir kamusal mekan olması,
Yüksek riskli İstanbul’da, afetler karşısında önemli bir rezerv alan olarak kullanılabilme potansiyeli,
Kamunun elindeki az sayıdaki alandan birinin daha özel sektöre devredilmemesi için,
Neoliberal politikaların mekanı bir tüketim aracı olarak görmesinden hareketle ortaya çıkan parcacıl, proje bazlı anlayışlara bir tepki olarak,
Yerine yapılmak istenen yapıyla ilgili, yeterli doküman bulunmaması, bünyesindeki bir çok ağacın belirtildiği gibi taşınmasının teknik olarak mümkün olmaması gibi uygulama imkansızlıklarından kaynaklı sebepler ile,
Kentsel yeşil alanların yalnızca olumlu ekonomik etkilerinin, yerine yapılacak her hangi bir yapı ve işlevden çok daha fazla olduğu gerçeğinden hareketle,
İstanbul ve son 20 gündeki gelişmelerin etkisiyle dünya açısından bir simge olmuş olması ve kentlinin belleğine kazınmışlığı ile,
Gelecek nesillere de güzel hatıralar ve deneyimler yaşayabilecekleri mekanlar bırakma sorumluluğumuzdan ötürü,
GEZİ PARKI PARK OLARAK KALMALIDIR.
Biz burada bir direnişin öyküsünü anlatmadık. Ancak; bu direniş hareketinin hepimize öğrettiği birçok şey olduğunu da unutamayız. Mesleki perspektiften; kentle ilgili bir kararın, kritik süreçler ve değerlendirmeler sonucunda toplumsal katılımı gerektirdiğini en ön sıradan görmüş olduk.
Alanın, Taksim Meydanı ve İstanbul ile bütünleşmesine yönelik yeni çalışmalar doğaldır ki üretilecektir. Ancak bu çalışmalara, sadece bir proje olarak bakmanın ötesinde, kolektif akıl ile yaklaşılmalı ve son günlerdeki olaylara da referans verilebilmelidir.
Not: Görüşlerin anlatıldığı metinlerin tamamı için; meslektenkentliler.blogspot.com