Patika, kırsalda keçi yolu olarak bilinirken büyük şehirlerde belirlenen güzergahların dışında ayak izlerinden oluşan dar yollardır.
Patika, doğaldır. Yapımı için ek malzemeye gerek olmadığı gibi terk edildiği zaman arkasında iz bırakmadan yok olur, fakat ısrar üzerine varlığını sürdürür. İstek ve süreklilik karşısında oluşumuna kimse engel olamaz. Bu dürtüsel durum alternatif yollar sunarken var olan düzenin içerisinde aykırı durur. “Burayı kullanınız” otoritesine karşı kural tanımaz, tepkiseldir.
Patikalar, oluşan izlerin birleşim kümesi olmasından dolayı çevresindeki izlerden ve bu izleri takip edenlerden bağımsız düşünülememektedir.
Patika Projesi, bir yaşam alışkanlığı olan kestirme yol ihtiyacını metropol bir şehir olan İstanbul ekseninde incelemektedir. Konuyu demagojik unsurlar açısından farklılıklar gösteren kesimlerden örneklem yaparak, alışkanlığın belli bir kesimin değil aslında toplum kültürünün bir parçası olduğunu da gözler önüne sermeye çalışmıştır.
Patika Projesi, şehrin kent patikalarını fotoğraflarla belgeleyerek aynı zamanda neden sonuç ilişkisi içerisinde izleri oluşturan unsurlara ve bu izlerin sebeplerini sorgulayan birçok soruya da cevap niteliğindedir.
Patika kelimesinin etimolojisine dair kesin bir bilgi bulunmasa da en genel kanı; yunanca ‘küçük yol’ , ‘yolcuk’ anlamına gelen ‘patiki’ den evrildiği düşüncesidir. Dilimizde ‘keçiyolu’ tabiriyle eş anlamlı kullanılır; yaban hayatta insanların, hayvanların kullandığı güzergah. Bu tanımdan yola çıkıp, ihtiyaç dahilinde oluştuğunu göz önünde bulundurursak, patikanın geçmişinin ilk insanlıkla başladığını söylemek çok da yanlış olmaz.
İnsan ile beraber varlığı hayat bulan bu izlerin ismi yöresel olarak, çığır, yolak, izlek… gibi farklı isimlere bürünmüş olsa da işlevi hiç değişmemiştir; iki elzem nokta arasındaki en kısa yol. İki ayrı noktayı birleştiren bir doğru. Zamanında insanlığı ve kültürleri birbirine bağlamış bu yollar, tarihi bize bir kanıt olarak sunmaya devam ederken bizim dünyamızda işlevselliği baki olarak oluşmaya devam eder.
Antik çağlardan modern dünyaya uzanan işlevselliğin yeri, biçimi, duruşu zaman kavramıyla değişmiş, ait olduğu kültürle bezenmiş, başkalaşmış, ya da terk edilmiş fakat insanın olduğu yerde varlığı hep vücut bulmuştur. Bu devamlılığın içinde insana dair arayışın, hareketin, iletişimin, tembelliğin ve zamanın izlerini görürüz.
Bu izler, insana güven verir, çünkü patika sürekliliği ve süreklilikten doğan bir deneyimi anlatır, işlevseldir. Doğası gereği planlı bir oluşum olmadığı gibi oluşmasında fazladan bir uğraş da beklemez, patikanın oluşmasına sebep; istek ve zamandır. Sürekliliği insanın ihtiyacıyla ilintilidir; insanın insana olan ihtiyacı, insanın keşfetmeye ya da zamana olan ihtiyacı… İsteğin olmadığı ya da terk edildiği durumlarda ısrarcı değildir, kendiliğinden yok olur, yeniden toza toprağa yeşile kavuşur.
Yaban hayatta patikalar, toprağın izin verdiği ölçüde gelişir, kıvrılır, bir ağacın gölgesinde ya da bir çeşme başında soluklanır ve tekrar kıvrılarak devam eder. Sanki doğayla barışıktır. Doğadan iznini almış gibi kıvrılan izlerin yeşil ve zengin görüntüsünün altında heybetli bir duruşu vardır. Eski çağlardan günümüze ulaşan patika yollar gibi belki terk edilmiştir fakat kendini deneyimleyeceklere zenginliğini sunmaya devam eder ve bu deneyim huzuru ve arayışı aynı anda anımsatır. Kendimizi bir köy yolunda ya da geçmişe ait tarihi izlerde; yarısı toprağa karışmış bir yerleşim yerinde bulabiliriz.
Patika kelimesinin kulağa vurduğu tını zihnimizde her ne kadar doğayı ve yeşili canlandırsa da yüzümüzü modern dünyaya çevirirsek bizim dünyamızda oluşan patikalar bir başka karşılar bizi. dinlemesini bilene, işlevselliğinin dışında söyleyecek şeyleri de vardır. Yoksul ufalmış bir insanın telaşlı adımlarından oluştuğundan belki, ya da var olan düzene aykırı güdüsel bir tepki olduğundan. İnsanın doğasıyla yaratısının karşı karşıya geldiği yerdir bu ayak izleri. Daha doğru bir tabirle Dionysos ile Apollon ikiliğini anımsatmaz mı? Bir kente ya da özelde İstanbul’a bir fotoğraf karesinden bakarken, aynı karede bu iki söylemin çatışkısını görmek insanı yeniden kendine, yaşamına dair düşüncelere sevk eder.
Göğe uzanan çelik konstrüksiyonların ya da beton yapıların mantar gibi türediği gecekondu mahallesinin arasında oluşan patikaların heyecanını ve heybetini kaybetmiş, dahası hiç bir şey giymemiş gibi çıplak bir görüntüsü vardır. Uzaktan ışıldayan kentin kargaşası içinde estetik halden yoksun aykırı bir duruş sergiler; çünkü bu izler; planlı ve kusursuz görünen bütün o düzenlemelerin içine izinsiz bir giriştir her şeyden önce. Yaban hayatın aksine var olduğu yer ile barışık durmaz kentlerde. İşlevselliği modern dünyanın zaman kavramına hizmet eder.
Kentlerin planlanmış bütün yollarına, geçitlerine, tel örgülerine inat, patikalar bizi otoban kenarından alıp en kısa sürede otobüs durağına yetiştirir. Ya da beton yapılarla çevrelenmiş bir parkın içine kestirme bir giriş sağlar. İşlev görür bir tabelası yoktur, insanın Dionysos’cu yanıyla, içgüdüsel bir tepki olarak açılır ve takip edilir. Rahatsız eden görüntüsü çok da sorgulamaz, belki sürekliliğinden belki alışkanlıktan. Zamandan çalınan bu sürede içimize huzurdan daha çok telaşın sesi vardır. rahatsız eden, yetişmeye çalışan bir ses. Bu anlamda patikalar, modern dünyada zaman kavramıyla pesimist bir ilişki içinde diyebilir miyiz?
Usta bir ressam tarafından kusursuz resmedilmeye çalışılan bir kentin orta yerine kurşun kalemle hızlıca atılmış bir çizik gibi görünen patikalar doğal olarak bariyerlerle çevrelenmiş otoban kenarına yakışmaz. Bütün o düzenlemelere karşı bir başkaldırı niteliğinde boy gösterir. Yüzümüzü kentlerin diğer yüzü, gecekondu mahallerine çevirirsek, çamura ve çöpe bulanmış, dahası kendi içinde kaybolmuş patikaların varlığı, düzen ve biçim isteyen Apollon’u çağırır niteliktedir. Bu absürt durumun sebebini sadece insanca bir özellik olan tembellikte aramak ne kadar doğrudur?
İnsan aklıyla oluşmuş fakat insan doğasına aykırı modern tabiriyle ilintilediğimiz düzene muhalif iken, diğer taraftan derme çatma yapıların arasında düzen isteyen çağrısı bir sesleniş değil midir? Seslenişe kulak verirsek insanı ya da yaşamı yeniden nasıl tanımlarız?