Bu hikaye sosyal medyada, televizyon kanallarında, belgesellerde ve tabii ki pek çok kitapta kendine yer buldu, dilden dile dolaştı.
“İnternette bulduğunuz ve asparagas olduğunu düşündüğünüz haberleri Derin Tarih’e iletin, cevaplayalım…” çağrısıyla ‘İnternet Efsaneleri’ bölümünde Derin Tarih Dergisi bu ay Mimar Sinan ve Mihrimah Sultan hakkında internette dolaşan haberin gerçek yönünü gözler önüne seriyor.
İşte o yazı…
‘Mihrimah, yani Mihr ü Mah Farsçada ‘Güneş ve Ay’ anlamına gelir. Kızla evlenmek isteyenlerin biri Diyarbakır Valisi Rüstem Paşa, diğeriyse Mimar Sinan’dır. Padişah kızını Rüstem Paşa’ya verir.Koca Sinan evlidir, ellisindedir ve de Mihrimah Sultan’a deliler gibi aşıktır! Gerçi sevdiğine kavuşamamıştır ama aşkını, olanca güzelliğiyle sanatına yansıtmıştır. Üsküdar’a, Saray’ın isteğiyle elbet, 1540 yılında Mihrimah Sultan Camii’nin temelini atar ve 1548’de bitirir. Camiyi yaparken, eserine sanki ‘etekleri yerleri süpüren bir kadının’ dış çizgilerini verir. Derken, ilk kez padişah fermanı olmaksızın, Edirnekapı’da, pek kimselerin uğramadığı, ıssız ama İstanbul’un en yüksek tepelerinden birine ikinci bir eser yapmaya koyulur Mihrimah Sultan’a. Cami küçücüktür. Minaresi 38 metredir, bir adet incecik kubbesi, üzerindeyse 161 pencere, caminin iç güzeliğini aydınlatır. İçerdeki sarkıtlar ve minare kenarlarındaki işlemeler Mihrimah Sultan’ın topuklarını döven saçlarını anımsatır insana. İşte, aşka adanmış iki eser.
Şimdi gidin ve Edirnekapı ve Üsküdar’daki camileri aynı anda görebileceğiniz bir yer seçin, 21 Mart’ta, yani geceyle gündüzün eşit olduğu günde seyreyleyin. Unutmadan, 21 Mart Mihrimah Sultan’ın doğum günüdür. Göreceğiniz manzara şudur: Edirnekapı Camii’nin tek minaresi ardından tepsi gibi kıpkırmızı güneş batarken, Üsküdar’daki caminin ardından ay doğar! Mihr ü Mah eşittir Güneş ve Ay.
Bu nasıl akıllara ziyan bir hesaplamadır; nasıl bir güzellik anlayışıdır…’
Bu hikaye sosyal medyada, televizyon kanallarında, belgesellerde ve tabii ki pek çok kitapta kendine yer buldu, dilden dile dolaştı. Bu kadar yayılmış olmasının sebebi, ilgi çeken pek çok romanda olduğu gibi aşk, özlem ve kavuşamama gibi temaları içermesi olsa gerek. Fakat ne yazık ki bunun da bir efsaneden ibaret olduğunu ifade etmek zorundayız.
Öncelikle kaynaklarda bu ‘500 yıllık hikaye’ye dair en ufak bir iz bile bulamadığımızı söyleyelim. Zaten paylaşıldığı mecralarda da kaynak ya da referans gösterilmiyor. Hikayenin kaynağını araştırdığımızda, Arthur Stratton ismiyle karşılaşıyoruz ki kendisinin de 1972’de hazırladığı bu kurguyla ilgili kaynak kullanmadığını, Harvard Üniversitesi Öğretim Üyes, Prof. Dr. Gülru Necipoğlu’ndan öğreniyoruz. Yine de soru işaretlerini gidermek adına bu hikayeyi biraz irdelemekte fayda var.
Öncelikle ufak bir coğrafya araştırmasıyla gece ve gündüz sürelerinin eşit olduğu günlerde, yani ekinoksta Ay ve Güneş’in her zaman aynı yerden doğmadıklarını öğrenebiliyoruz. Mimar Sinan gibi titiz çalışıp her ayrıntıyı hesaplayan bir dehanın bu noktayı gözden kaçırması pek mümkün görünmüyor.
Bunun dışında saray ve haremin şimdilerde bazı dizilerde yansıtıldığı gibi olmadığını zaten biliyoruz. Yani bahsettiğimiz kişi Mimar Sinan dahi olsa padişahın kızını görmek bir yana, hareme girmek gibi bir lüksü de olamazdı. Dahası, bahsettiğimiz devlette padişahın yüzüne bakmak da uygun görülmezdi.
Bu durumda Sinan’ın kendisinden neredeyse 35 yaş küçük olan Mihrimah Sultan’ı görüp aşık olmasını bırakın, bazı rivayetlerde geçtiği gibi bu hanımsultan tarafından huzura çağırılmış olması bile imkansız.
Ayrıca bu olaylar ‘gerçekleşirken’ Mihrimah Sultan padişahın kızı olmasının yanı sıra Sadrazam Rüstem Paşa’nın resmen eşiydi. Bu can sıkıcı ayrıntıyı da hatırlamakta fayda var. Elbette böyle bir aşkın olup olmadığını kesin bir şekilde kanıtlayamıyoruz. Fakat Mimar Sinan’ın camileri Mihrimah Sultan’a duyduğu aşktan dolayı yapmış olmadığı konusunda sanıyorum artık hepimiz hemfikiriz. Colum McCann’ın dediği gibi ‘Tekrar edilen yalanlar zamanla tarih olabilir ama gerçek olamaz.’