Vittorio Gregotti’nin konuşmacı olduğu “Mimari ve Postmetropoller” başlıklı konferans 19 Ekim’de İTÜ Taşkışla Kampüsü'nde gerçekleştirildi.
Konferans İTU Mimarlık Fakültesi Dekanı Prof.Dr. Orhan Hacıhasanoğlu ve İstanbul İtalyan Kültür Merkezi Direktörü Gabriella Fortunato’nun açılış konuşmalarıyla başladı.
Vittorio Gregotti, kendisinin ne bir tarihçi ne de bir eleştirmen olduğunu, kuşkular doğrultusunda yazı yazdığını ifade ederek konuşmasına başladı.
Gregotti, gelişen şehirlere yönelik bir mimarinin düşünülmesi gerektiğini, her kent tasarımının farklı perspektifler gerektirdiğini belirterek, İstanbul’un Constantinople olarak Doğu Roma ve Osmanlı geçmişi doğrultusunda farklı bir tarihsel gelişimi ve bu çerçevede gelişen farklı gelişme problemleri olduğunu dile getirdi.
Konuşmacı, Fritz Lang’in 1927 tarihli “Metropolis” filmini örnek vererek “Bu filmde de bunu görüyoruz. Şehirde alan ve nüfus önemli değil, kent içindeki toplulukların değerlendirilmesi esastır. Bunun öngörüsü, şehir planlaması ve teorisi zor. Tasarımlar siyasi düşünceler ve spekülasyonlar dışında gerçekleştirilmelidir. Şehir hizmetleri toplu taşımalara göre değerlendirilmeli, bunun yanı sıra tarihi eserler, anıtlar, coğrafi şartlar da göz önünde bulundurulmalıdır. Bütün bu temel verilerden sonra günümüz şehrinin değişimi sonucu tezatlarla da karşılaşıyoruz,” dedi.
Postmetropollerde artık global ve finansal bir toplulukla karşılaşıldığını belirten Gregotti, bunun sonucu olarak şehrin boyutlandığını üretim ve ülke faktörleri, tüketim sorunları ve medyanın da şehir boyutuna yansıdığını sözlerine ekledi.
Fritz Lang, Metropolis
“Antik dönemlerde bir şehir inşa edilirken belirli yöntemler doğrultusunda inşa edilirdi. Bugün ise kuralsız şehirler ve bu sebeple de büyük sorunlar ortaya çıkıyor. Antik Roma kurallar doğrultusunda inşa edildi fakat çevresinin çok karmaşık bir yapısı vardı. Pekin de belirli bir model üzerine kurgulandı ve 2.700 yıl kadar bu model devamlılığını sürdürdü. Yunan kentinin düzeni, kentin geometrisi eski metropolün parçalarıydı. Sonrasında Bombay, Şangay gibi, kökleri 19. yüzyıla, kolonizasyona dayanan kentler ortaya çıktı. Bu şehirlerin de tarihsel boyutları vardır fakat eski kuralları unutmuş, çok farklı yerleşimlerin geliştiği şehirlerdir. Örneğin Pekin, eski şehrini muhafaza etmiştir fakat çok geniş olan çevresinde farklı yerleşim koşulları belirmiştir. Bu kent, postmetropolün prototipidir,”
Gregotti, ayrıca Nijerya’daki Lagos kentini örnek vererek burada hizmetin olmadığını fakat büyük bir nüfusu barındırdığını, 20. yüzyılda burada kentsel yerleşim açısından birçok çözüm üretilmeye çalışıldığını fakat bu çözüm arayışlarının gerçekler karşısında alt üst olduğunu belirtti.
İş bulma imkanından dolayı metropollere bir nüfus akışının olduğunu belirten konuşmacı, bu nüfus artışının beraberinde kişisel ve toplu şiddet, ailelerin daha zor şartlarda yaşaması, ekonominin istikrarsızlığı ve sosyal ilişkilerin değişmesi gibi riskleri de beraberinde getirdiğini ifade etti.
Gregotti “Kentte oturmayıp, kenti kullanan başka şehirlerden gelip çalışan gruplar, turistler, misafirler var. Bunlar kentte oturmuyorlar, kentler arasında oturuyorlar. Tarihte hepsinin bir arada yaşadığı, bugün sosyal ve siyasi amaçlarla yaratılan geçici kentler arası ayrı bölgeler oluşuyor. Bu da şehrin yapısını değiştiriyor,” diyerek kentler arası bölgelerin önemini vurguladı.
Le Corbusier, Radian Kent
Mimarinin kentte dekoratif bir unsur haline geldiğini, mimarlık disiplininde bir kriz yaşandığını, disiplinin eski bağlamından koptuğunu ve diğer disiplinler gibi değiştiğini, disiplinlerarası bir alışverişin başladığını belirten Gregotti, “Bugün bir mimar birçok görevi üstlenebiliyor. Ayrıca pazar taleplerine göre gittikçe daha karmaşık, fizik kurallarına meydan okuyan yapılarla karşılaşıyoruz. İnşaat sistemlerinin değişmesinin avantajları var ancak bu çeşitli kayıpları da beraberinde getiryor,” dedi.
Eski şehirlerin beraberinde sorunları da getirdiğini ifade eden konuşmacı, zaman içerisinde, burjuvazinin pozitif ideallerinin şehirleri olarak nitelendirdiği, Rönesans şehri, sanal şehir, komünist şehir, İngiliz şehri gibi ideallerin yaratıldığını, fakat şehir kavramının son derece değiştiğini belirtti.
“Eskiden şehrin sınırlarını belirleyen banliyö bölgeleri vardı. Bugün banliyöler yok. Merkez ve çevre birbiri içine geçmiş durumda. Sonu olmayan bir gelişme bizi nereye götürecek? Doğa ile yapay arasındaki ilişki gelecekte nasıl olacak? Doğaya dönüş isteği var günümüzde, bu da mimarlık için son derece zor modeller demek oluyor. Önemli olan bir peyzajın mimari bir çerçeveyle görünebilir olmasını sağlamaktır. Yeni bir yapı bizi şaşırtmalı fakat aynı zamanda hep oradaymış izlenimi vermelidir.”
Gregotti “Mimarlar artık kültürel ve etnik sorumlulukla karşı karşıya. Bizim disiplinimizden kentsel kalitenin kalktığını gözlemliyorum. İşte ben kentsel kalitede ısrar ediyorum. Mimarlar olarak günümüzün gereklerini ‘mimarinin güzelliği kentin ışığıdır’ anlayışıyla değerlendirip, mimarlığa yeni boyut katmalı ve alternatif yapılar önermeliyiz,” diyerek sözlerini noktaladı.
Konferans soru cevap bölümüyle sona erdi.