Mimarinin Ölümü

Mimar, teknik bir iş yapıyor ama belki de daha önemlisi bir sanatçıdır.

Mimar demek, sadece bir mekana belli bir form kazandıran kişi değildir. Bir mekana belli bir “işlev” kazandırması bu işin teknik tarafını teşkil ediyorsa, o mekana “anlam” kazandırması da işin sanat ve estetik boyutudur. Birini diğerinden ayırmak pek mümkün olmaz. Çünkü bir mimar, hem teknik bir adam/kadın olmak durumundadır, hem de bir sanatçı!

Mimarlar arasındaki tartışma nedir bilemem. Ama mimari, teknik yönünden ziyade sanatsal yönü daha ağır basan bir önemli saha sanki. Gerçekten belli kaygıları olan, ortaya bir eser koyma derdindeki bir mimar, aslında bir sanatkarın ta kendisi. Bir kitapla, bir resimle, bir şiirle anlatılmak isteneni, insanın yaşadığı veya kullandığı bir mekanı anlamlandırması nedeniyle açıkça bir sanatçıdır mimar. Mesela Sinan’ın salt bir teknik adam olduğunu söylemek, en başta eserlerine saygısızlık olur. Ancak her mimarın da bir sanatçı olduğunu söylemek de doğru olmaz şerhini düşmek gerek.

Günümüzde, özellikle de bu iğrenç neoliberal ve insanı dışlayan sistemin etki ve dayatmasıyla, “sanatçı” yönü alabildiğine törpülenen mimar, ticari kaygıların yön verdiği bir niteliğe büründürüldü. Mimarın sanatçı yönü piyasa kaygılarına yenik düştüğünden beri şehirlerimizin yüzüne bakılamıyor bile. Misal, vatandaşı ev sahibi yapma iddia ve misyonuyla hareket ettiği söylenen TOKİ, her bulduğu yere ruhsuz, estetikten uzak ve kullanışsız, heyula misali 10-15 katlı beton yığınlarını dikiyor. Maraş’ın Ahır Dağı eteği de, Bursa’nın artık kalmayan yeşil silüeti de, İstanbul’un yeni yetme ilçeleri de aynı ruhsuz ve tipsiz binalarla süsleniyor(!).

Osmanlı’nın kurduğu şehirlerdeki nezaket ve aklıselime bakın, bir de bugünkü patavatsız, zevksiz ve ucube apartman, plaza, residence kafasına. Tarihten tarihi yapılar dışında ne sanat anlayışını, ne şehircilik zihniyetini almadığımızdan, nitelik olarak ne Doğu ne Batı olan, adeta bir “Dubai tarzı” ucubenin pençesindeyiz. Gözümüz ranttan ve gösterişten başka bir şey görmediğinden, ne bir şehir zevki ne de bir estetik kaygısını barındırmıyoruz bünyemizde. Şehri bir rant vasıtasına indirgeyince, ister istemez şehrin “halka ait” olduğunu da unutuyoruz, “babamızın malı gibi” kullanmaktan çekinmiyoruz.

Misal, eskinin şehirlerinde camiden yüksek bina olmamasına riayet edilirken, bugün “silüeti bozduğu” gerekçesiyle gündeme gelen gökdelenlere hiçbir yaptırım yok. Boş lafları ve kuru kuruya kınamaları bir kenara koyarsak, ayıplanmıyorlar bile. Yaşadığımız yerlerdeki tarihten tevarüs etmiş yapıları ve camileri çıkarırsak, kim burası bir İslam beldesi diyebilir? AVM’lere bakarak mı, rezidanslara bakarak mı, yoksa saçma sapan İngilizce isimlere sahip, acayip oğlu acayip tarzdaki ve çirkinlikteki yeni sitelere bakarak mı söylenecek bu?

Bugün Balkanlar’daki eski bir Osmanlı kasabasını görünce anında onu tanıyabiliyorsak veya Orta Avrupa’nın ufak tefek bir şehrini, sahip olduğu yüzlerce yıllık eski binalarına bakarak ayırt edebiliyorsak, burada mimari ayırt edici bir özelliktir, bir kimliktir denebilir. Eğer ki bir medeniyet derdiniz varsa ve yaşadığınız çağa bir değer katmak, yaşadığınız yeri anlamlandırmak kaygısını güdüyorsanız, bu memlekete de güzel eserler bırakmak zorundasınız. Cam kaplı gökdelenlerle, saçma sapan sitelerle, AVM’lerle ve fantezi kokan ne idüğü belirsiz projelerle medeniyete, İslam medeniyetine bir ek yapamazsınız. Yaptığınız sadece apartman gibi bir saçmalığın şekil ve içerik değiştirmiş halleridir.

Elbette ki, bunları yaparken mekana anlam katmak kadar orada yaşayacak olan insanlara da bir fayda sunmak gerekiyor. Düşünün, TOKİ fakire ev yapıyor mesela. Evi olmayanlar, çok düşük taksitlerle ev sahibi oluyor. Çok güzel, ancak tutup da 5-6 kişilik ailelere 47 metrekare (birkaç ay önceki bir haberde vardı) ev yaptığınızda, bunun anlamlı bir şey olduğu söylenebilir mi? Hem şekli olarak çirkin, hem de işlevsel olarak (yani insan ihtiyacını karşılama bakımından) ucube!

Mimar, bu nedenle önemlidir işte. Müteahhit kafasıyla bir eser ortaya konmaz. Bunu anlamadığımızdan, önemli bir yanıyla sanatsal bir iş olan mimariye de gereken önemi vermiyoruz. Sonuç; hem mekanın iğdiş edilmesi, anlamsızlaştırılması, hem de bu mekanı kullanan insanın gereken faydayı sağlayamaması.

Medeniyetimiz adına hem eser bırakamıyoruz, hem de doğru düzgün mekanlarda yaşayamıyoruz artık. Mimarinin ölümü deyişimiz ondandır, mimarlar üstüne alınmasın.

Etiketler

Bir yanıt yazın