Fatih Altaylı'nın sunduğu Teke Tek programına konuk olan mimarlar Çamlıca'ya yapılacak olan camiyi tartıştı.
Fatih Altaylı’nın Habertürk TV’de ekranlara gelen programı ‘Teke Tek’te Çamlıca’ya yapılacak olan cami tartışıldı. Programa katılan üç mimar ve tarihçi İlber Ortaylı, tarih ve mimariden hareketle İstanbul’a inşa edilecek olan Çamlıca Camii’ni çeşitli yönleriyle ele aldı.
İşte Teke Tek’te öne çıkan görüşler:
GELECEĞE DÖNÜK MESAJ VERMESİ LAZIM
Dr. Mimar Sinan Genim
Her yönetimin mutlaka kendi dönemini kalıcı kılacak bir anıtsal yapı yapma eğilimi vardır. Çamlıca’ya opera yapsan kimse gitmez. Heykel yapsan bizim kültürümüzle bağdaşık değil. O zaman yapılacak tek yapı burada bir camidir. Elbette bu yönetimin İstanbul’a kendi simgeleyen bir yapı hakkı vardır. Son 10 yıldır Türkiye müthiş bir açılım içinde. Onun dünyaya ve İslamiyetin 21. yüzyılına bakış açısını temsil eden bir yapı yapılmmalı. Geçmişin bir kopyasını orada yapmanın hiçbir mesajı yoktur. 400 yıl önce yapılmış yapıları kopya ederek betonarmeden yapmak iç mekanlarda müthiş sıkıntılar yaratır. Böyle şeylerde ciddi ve dikkatli olmamız gerekiyor. Avrupa’dan Çamlıca’ya bakıldığında antenler, gökdelenler yükselmiş, bir kaos var. Oradaki caminin daha farklı mimariyle inşa etmek lazımdır. Madem karar verilmiş, yeri hakkında bir tartışmaya girmek istemem. Ama o caminin geleceğe dönük mesajları vermesi gerekir. Yeni şeyler söylemesi lazım. Mimar Sinan, Süleymaniye Camii’ni birdenbire yapmadı. Önce Şehzadebaşı’nı yapıyor, başkalarını yapıyor. Sürekli deniyor. Ben 7 yaşından beri her sene Topkapı Sarayı’na giderim. Her gittiğimde yeni bir şey görürüm.
ÇAMLICA’DAKİ PROJEDE TEKRARLAMA VAR
Yüksek Mimar Han Tümertekin
Biz 2010 yılında Mekke’de Kral’ın adını vereceği bir külliye için bir yarışmaya katıldık. Toplam 100 bin metrekarelik bir külliye olacaktı. 6 bin kişilik cami, oldukça büyük bir kütüphane, çok amaçlı salon, sergi ve kongre salonu ve kraliyet ailesinin kullanacağı salondan oluşan bir kompleksti. Bunun için dünyadan 15 büroyu davet ettiler. Bunlardan altı tanesini yarışmaya katılmak üzere seçtiler. 3 ay süre verildi. Bu 90 gün içinde ayda bir kez Cidde’deki gelişmeleri konuştuk. Biz mimarlar bu kadar büyük süreler verilse de tabii ki bu sürenin bütününde 24 saat o projeyle uğraşılmaz. İşi aceleye getirmek, oraya davet edilen mimarları o kadar kendi başlarına ve ‘ne yaparsan yap bize gönder’ şeklinde ele almak böylesi bir projeye yakışmaz. Hele ki İstanbul’da çok daha farklı bir sürecin yaşanması beklenir. Mimar olarak kendinizi bu yollardan geçerek konumlandırılmış kişi olarak, o projenin büyüklüğü ve ifade ettikleri konusunda çok daha donanımlı hissetirir size. Sadece çıplak bir süre ve emekten ibaret süreç olması çok anlamlı değil ve sonuca kesin yansır. Çamlıca’daki caminin yarışma biçimi ilgimi çekmedi. Çamlıca’daki projeye bakıldığında şunu görüyoruz ki, sanki bir dönemin mimari özelliğinin tekrarlanma çabası var.
PROJEDE ÇOK CİDDİ BİR SÜREÇ OLMADI
Yüksek mimar Emre Arolat
Şunu söylemekte fayda var. İktidarların kendilerini en güçlü hissettikleri anda mimariyi, kenti bir türlü enstrümana dönüştürmeleri, geleceğe bir şeyler bırakma gibi bir yönelimleri olduğunu biliyoruz. Geleceğe yönelik olarak bir şey yapılıyorsa daha fazla dua alınabilecek, arkadan iyi konuşulabilecek, süreçleri iyi yönetilmiş, ciddiye alınmış olması lazım. Çamlıca’da ciddiye alınmış bir süreç yok. Yer seçimi tartışılabilir. Çamlıca kentin hafızasında önemli bir mesire yeridir. Oraya bir mabet koymak hakikatten çok tartışmalıdır. Ben Çamlıca’da çok tartışmanın yaşanmadığını düşünüyorum. Bugün güçlü bir iktidar geleceğe bir anıt bırakmak istiyorsa mesela Çamlıca’ya çok anıtsal bir park yapabilir. Bunun da cami kadar önemli olduğunu düşünüyorum. Cami yapımına karşı değilim, ben de cami projesi yaptım. Çok küçük bir cami yapmak için 3-4 ay hafızladım. Bu süreçler mimari yapıtın oluşumunda kaçınılmaz süreçlerdir. Türkiye’de mimarlık ortamı biraz camiyi görmezden gelmiştir. Okullarda çok fazla cami projesi yapılmazdı, yapıldığında hemen yanlış anlaşılırdı. Tabii ki ibadet bir ihtiyaçtır. Böyle bir yapı yapılacaksa içinde bulunduğumuz dünyayı kavrayan, geçmişteki İslam felsefelerini anlamaya çalışarak bir yapı yapmak çok da normal bir şeydir. Ama bu süreç böyle olmamalıydı. Ben çok ciddiye alamıyorum açıkçası. Epeyce çok iş yapan bir mimar olarak böyle bir yere proje yollanmasını çok doğru bulmuyorum. Buradan iyi bir şey çıkması imkansız. Eğer gerçekten tek atımlık bir kurşunsa bu, çok yazık olduğunu düşünüyorum. Pek çok konuda inanılmaz şeyler yapmış olan böylesi güçlü bir iktidarın, benim diyen solcunun yapamadığı solculuğu yapan hükümetin bu konuda aceleci davranması benim çok da anladığım bir konu değil.
BU YAPI MİMARİ ÜZERİNDEN KONUŞULAMAZ
Tip proje diye bir şey vardır mimaride. Tip adliyer var mesela. Cami de bunun gibi bir şey. Bizim mimarlıkta çok önemsediğim bağlam diye bir mesele var. Yapının ruhu, yerle ilişki kurmak çok zor ama zevkli ve tılsımlı bir şeydir. Yer biraz da oraya nasıl bir şey yapılacağını size biraz da fısıldar. Oradaki tepenin durumu, arkada ne gözüktüğü, rüzgarın, güneşin durumu gibi bin tane konu var. Bütün bunlar üstüste gelince yapıt ortaya çıkıyor. Yerinden kopmuş, orayla hemhal olmayan binalar günümüzde oldukça fazla. Şu anda yapılan bir yandan bakıldığında çok modernist bir davranış. Herhangi bir yapıyı herhangi bir yerde yapabilmek için aslında çok modern olmak lazım. Ben bu yapının garip bir şey olduğunu düşünüyorum. Bu yapı bence mimari üzerinden konuşulamaz bence. Ancak politik bir mesele olarak konuşulabilir. Buradaki yönelim tartışılabilir. Bunu tartışmak için mimar olmaya gerek yok. Sadece mimarlık meselesi olduğunu düşünmüyorum. Sosyolojik ve politik bir meseledir.
Prof.Dr. İlber Ortaylı
İSTANBULLULAR İSTANBUL’U SEVMİYORLAR
Ben bu projenin çok da görüldüğü kanısında değilim. Bu gibi şeylerde referandum yapılır. 1950’lerden beri illa modern olsun isteriz diye bir akım vardır. Bunun en kötü tezahürü Saraçhanebaşı’ndaki belediye sarayıdır. Bir faciadır. Maşallah 7 kat medeniyeti tahrip etmek başarısını göstermiştir. Hemen yıkılması lazımdır. O bakımdan klasizme de kaçılabilir. Mimar bir dahi olmak zorundadır. Çizgilerine kendi karar verecek, kendi bilgisi ve görgüsü olacak. Biz kimseden Mimar Sinan olmasını da beklemiyoruz. Buraya bir anıtsal yapılmak isteniyor. İstanbul halkı gibi yüzde 70’e yakını İstanbullu sevmeyenler oluşuyorsa, burada referandum ne işe yarar diye sorabilirsiniz. İslam ülkelerinde mühendislik dediğimiz şey buradaki gibi değil. Malzemeyi tanıyor, etrafı tanıyor, çizim biliyor. O ülkelerde buradaki gibi zavallılık yok. Mimar Sinan mesela çok iyi bir mühendistir, aynı zamanda çok iyi bir mimardır. Mimar Sinan İstanbul arazisini çok iyi biliyor. Yeraltından kanallar, istinat duvarları yaparak o araziye o yapıları oturtabiliyor. Mimar Sinan mühendisliğinin taklidi yoktur. Dünyada görülmemiş bir mimardır. Bütün dünyayı görmüştür. Mısır’ın piramitlerinden Adriyatik’e kadar gidip görmüştür.
MİMARLIK YAPARAK ANLATILAN BİR ŞEYDİR
Dr. Mimar Sinan Genim
Bir kültür kendinden önce varolan kültürden esinlenmiyorsa kötüdür elbette. Sinan da kendinden öncekinden ilham almıştır. Türkiye Cumhuriyeti devleti bu coğrafya üzerinden gerçekten büyük açılımlar yapmıştır. Bizde çok iyi mimarlar yetişmiştir. Dünya çapındaki projelere davet almışlardır. Mimarlık yapı yaparak anlatılan bir şeydir. İstanbul her zaman simgesel bir şehirdir. Böyle bir yapıyı burada yaptığın zaman onun çeşitli kopyaları yayılacaktır. Bir dönem Ankara’da yapamadığımız camiyi adam gitmiş Pakistan İslamabad’da yapmış. Bazı gerçekler var ki, istendiği kadar direnilirse direnilsin saklanamaz.
MİMARLIK ZEMİN KAYBINA UĞRAMIŞ DURUMDA
Yüksek Mimar Han Tümertekin
Günümüzde mimar fazla yalnız ve belirleyici bir konuma yerleşmiş durumda. Bu aslında modern mimarlığın fena problemi oldu. Son yıllarda medya desteği ile mimar o kadar ortalığa çıktı ki, ille sadece ve sadece kendisinin yaptığı bir süper güce dönüştü. Bu her mimar için geçerli değil. Star mimarlar ortaya çıktı. Çok büyük bütçeler bunların kaprislerine seferber ediliyor. Onlar da ikonik yapı denen bazıları çok başarılı, büyük çapta gövde gösterisinden oluşan yapıları yapıyorlar. Mimar kuşakları her biri kendisini bu türden bir mimara dönüştürmek için uğraşıyor. Mimarlık tarihinin sadece yapılar kültürüne ilişkin bölümü değil, benim özellikle çok önemsediğim inşa etme teknikleridir. Bir yapıyı hayata geçirmeye ilişkin bilgiden yoksun yetişiyorlar. Hele hele bilgisayar teknolojisinin mimarlıkta kapladığı alan çok büyük zarara dönüşmüş durumdadır. Bu sadece bize özgü bir sorun değil, bütün dünyanın temel sorunlarından biri. Ne yazık ki, mekanı oluşturan öğeleri dokunarak, hissederek mimarlık yapma bilgisi ortadan kaybolmuş durumda. Herkesin kullanabildiği bilgisayar programları mimarlık yapar olmuş durumda. Bir mekan bileşenlerinden bağımsız tasarlanmaz. Sizin hayalinizdeki mekanı inşa etmek sözkonusu. Bunun bilgisinden yoksun olunca kaçınılmaz olarak mimarlık ciddi bir zemin kaybına uğramış durumdadır. Birey olarak yapayalnız kalmış olan mimarın bir yerlere tutunması çaresizliğini yaratıyor. Bazıları tümüyle geçmişe yapışıyor, daha doğrusu geçmişin görüntülerine yapışıyor. Bu bir tür kendini garanti altına almadır. Üzerine gelindiğinde eskiyi gösterme alışkanlığıdır. Dolayısıyla tarihsel bilginin boşluğunun kapatılma konusunda ciddi sorunlar çıkıyor.
CAMİ PROJESİNDE RİSK ALMAMA ANLAYIŞI VAR
Yüksek mimar Emre Arolat
Böyle bir caminin bugün yapılıyor olmasının altında yanlış bir şekilde ‘risk almamak’ gibi bir yönelim var. Ciddi anlamda büyük bir şey yapacaksınız, bu herkesin gözü önünde olacak. Bu iddiaya yakışan bir durum değil. Biraz garip bir dünyada yaşıyoruz. Herşeyin turizmle içiçe geçtiği bir dünya. Mesela Topkapı Sarayı’nın aynısını otel yapıyorsunuz, Antalya’da Kızıl meydanın aynısından otel yapıyorsunuz. Paris’te yeni bir ibadethane yapılacaksa kimse gidip de Notre Dame’ın aynısını yapmaz.
1 Yorum
Kaçırıp da izlemek isteyenler için: http://rktr.co/TsCXf7