TMMOB Mimarlar Odası Genel Merkezi 24 Ekim tarihinde Van Depremi ile ilgili bir basın bildirisi yayınladı.
Deprem konusunda halen bütüncül çözümlerin getirilemediğine vurgu yapan bildirinin tam metni şu şekilde;
Van’da yaşanan deprem toplumumuz için “Güvenli Yaşam Alanları” olmadığını bir kez daha açıkça göstermiştir.
23.10.2011 Pazar günü, öğle saatlerinde merkez üssü Van’a bağlı Tabanlı Köyü olan ve rihter ölçeğine göre 7.2 büyüklüğünde bir deprem, başta Van il merkezi olmak üzere, Erciş ilçesi ve ilçeye bağlı bir çok yerleşim merkezinde yüzlerce binayı yerle bir etmiştir.
Pek çok vatandaşımızın ölümüne neden olan doğa olayının, doğal olmayan yıkımı karşısında öncelikle tüm halkımıza baş sağlığı diliyor, yaralılarımıza acil şifalar temenni ediyoruz.
1999 Büyük Marmara depreminin toplumumuz üzerinde yarattığı travma henüz atlatılmadan, ülkemiz yine, yeni bir depremle derinden sarsıldı. Toplum olarak bu zor günlerimizin birlik ve dayanışma ile aşılacağına inanıyoruz.
Bizler; ülkemizde yaşanan önceki depremlerin yıkımının arasından, kamu yönetiminin ciddi zihniyet ve yapısal bir dönüşüm geçireceğini ümit etmiştik. Ancak, yaşadığımız Van depremi sonrasında da gördük ki, kamu yönetimi deprem olgusunu bir bütünsellik içerisinde ele alarak, kentlerimizin afetlere hazırlanması ve ortaya çıkabilecek zararların en aza indirilebilmesi için yeni yöntemler geliştirememiştir.
Deprem sonrası yine bildik görüntüler, yine yetkililerin bildik basın demeçleri, oysa halkımızın deprem sonrası verilen “acınızı paylaşıyoruz” demeçlerinden çok, deprem öncesi depremin afet olmasının önüne geçecek ciddi tedbirlere ve mevzuata ihtiyacı vardır.
Mimarlar Odası olarak;
Karar süreçlerinde bilimin rehberliğinde kamu ve toplum yararının esas alınması ve toplum katılımının şart olması gerektiğini,
Çok otoriteli planlama süreçlerine son verilmesini,
Kentsel dönüşüm adı altında yeni yağma uygulamaları yerine, afetlere karşı kentlerimizin hazırlanmasının sağlanmasını,
Yapılaşma ile ilgili mevzuatımızın, bir bütünsellik içerisinde yeniden ele alınmasını,
İvedi gereksinimimiz olan yaşam çevrelerimizin sağlıklı ve güvenli hale getirilmesi, yapı stokumuzun iyileştirilmesini,
Kamu yönetiminin afet olgusunu bütünsel olarak görmesini ve bu doğrultuda ele almasını,
Yapı denetim sisteminin, kamusal bir hizmet olarak ele alınmasını ve her tür ticari kaygıdan uzak yeniden örgütlenmesini,
Yaşam alanlarımızın pazarlanacak bir meta olarak görülmemesini,
Afetlere yönelik planlama süreçlerinin, yoksulluğun ve eşitsizliğin azaltılması hedefi ile ele alınmasını,
Sağlıksız ve güvensiz yerleşmelerde yaşamanın kader olmadığını,
Kamuoyumuzla pek çok defa paylaşmamıza karşın bu konuların tamamında, geçen sürede yetkililerin olumlu bir yaklaşımını görmek mümkün olmamıştır. Buna karşın uygulanmakta olan “yağma-talan politikaları” ile her geçen gün kentlerimiz afetlere daha açık hale gelmektedir.
Kamu yönetiminden sağlıklı ve güvenli bir yaşam çevresi talep etmek, kent, kültür, demokrasi ve mimarlık ortamı için gerekli olduğu kadar, afetler karşısında temel yaklaşımımızı da oluşturmaktadır. Bu bağlamda “sağlıklı ve güvenli bir çevrede yaşama hakkı” toplumsal bir talep haline gelmedikçe, ülkemizde depremlerin yol açtığı yıkımlar kaçınılmaz olacaktır.