Projelerden kafamızı kaldıramıyoruz, sık sık sabahlıyoruz, sürekli koşturuyoruz. Ama sonunda beklenen an geldi: tatildeyiz!
Peki mimarlar nasıl tatilleri tercih ediyor acaba?
Bilgisayarını kapatıp, e-mailleri yerine sahilde kitap okumayı mı? Hazır tatile çıkmışken “görülmesi gereken binalar” listesi hazırlayıp, harıl harıl gezmeyi mi? Doğayı mı, kenti mi?
Arkanıza yaslanın, sizi Avrupa’da 10 günlük bir araba yolculuğuna çıkarıyoruz! Yolumuz uzun, ama durakların her biri birbirinden ilgi çekici…
Macaristan’ın Şifalı Suları
Malum, araçla yola çıkmak için İstanbul Avrupa’nın merkezine biraz uzak. Öyleyse ilk yolculuğumuzu uçakla yapalım. Avrupa’nın pek çok yerine uygun fiyatlı uçak biletleri bulunabiliyor, ama araba kiraları ülkeden ülkeye büyük değişiklik gösteriyor. Kısa bir araştırma sonucu Viyana’dan araç kiralamanın bütçeyi fazla sarsmayacağını tespit ediyoruz. Uçak biletimizi Budapeşte’ye alabiliriz öyleyse, çünkü bu kadar yoğun çalışmanın ardından Macaristan’ın termal sularında rahatlayarak bir gün geçirmek hakkımız. Viyana’ya trenle kolayca gidebiliriz nasıl olsa…
Szécsenyi Termal Havuzları, Budapeşte (Fotoğraf: Uğur Ceylan)
Szécsenyi Termal Havuzları ilk durağımız. Buradaki açık ve kapalı alanlarda sıcaklıkları 26 derece ile 38 derece arasında değişen 15 farklı havuz var. Ayrıca buhar odaları, sauna ve masaj odalarını da sabah 6:00’dan akşam 22:00’a kadar kullanmak mümkün. Ancak, sabahın erken saatlerinde uçaktan iner inmez havuza koştuysanız, tatlı esintiye kanıp öğle güneşinin altında uyuyakalmayın sakın!
Kahramanlar Meydanı, Budapeşte (Fotoğraf: Uğur Ceylan)
Havuzdan çıkıp biraz turistik gezi yapmak isterseniz, ilk uğrayacağınız yer hemen yakındaki Kahramanlar Meydanı olmalı. 1896’da inşa edilen anıt, Macarlar’ın Karpatlar’a varışının 1000. yılı anısına yapılmış.
St. Stephen’s Bazilika, Budapeşte (Fotoğraf: Uğur Ceylan)
Gelmişken Bazilika’yı görmeli hatta seyir terasına çıkmalı, Zincirli Köprü’den yürüyerek Peşte’den Buda’ya geçmeli ve kenti ikiye ayıran Tuna Nehri’nin fotoğraflarını çekmeli, Budin Kalesi’nin olduğu tepeye çıkmalı, Avrupa’nın en güzeli olduğu söylenen Parlamento Binası’nı görmeli… Budapeşte’de gezilecek çok fazla yer var, ama yolumuz uzun.
Zincirli Köprü, Budapeşte (Fotoğraf: Uğur Ceylan)
Parlamento, Budapeşte (Fotoğraf: Uğur Ceylan)
Avusturya’nın Yağmuruyla Şaka Olmaz
Oldukça konforlu olan trenle Viyana’ya ulaşmak sadece 3 saat sürüyor. Türkiye’deki mesafeleri düşününce, bizim için 3 saatlik yol, yol bile sayılmaz! Ama Temmuz’da olduğunuza güvenmeyin, Avusturya’nın yağmuruyla şaka olmaz. Trenden iner inmez, üzerinizde şortunuzla en “turist” görünen insan olduğunuzu, yüzünüze çarpan acı rüzgarla beraber hissedebilirsiniz. Olsun, Viyana’nın katman katman metroları sayesinde hiç ıslanmadan arabayı kiraladığınız ofise ulaşmak mümkün. Artık ayağımız yerden kesildiğine göre, hemen bir sonraki durağımız olan Mauthausen’e doğru yola çıkabiliriz, Viyana’ya gerekli ilgi ve şefkati dönüşte aracı bırakacağımız gün de gösterebiliriz nasıl olsa.
Avusturya (Fotoğraf: Uğur Ceylan)
Mauthausen Toplama Kampı, Avusturya (Fotoğraf: Pınar Koyuncu)
Mauthausen Toplama Kampı, Avusturya (Fotoğraf: Uğur Ceylan)
Burası, Avusturya’nın kuzeyinde, yeşillikler arasında güzel mi güzel bir kasaba. Ama hedefimiz pek de hoş bir mekan değil; ülkenin tek toplama kampı olan Mauthausen-Gusen Nazi Kampı’na doğru yol alıyoruz. Avrupa’daki toplama kamplarının en büyüklerinden biri olan bu yapıdan çıkarken, bozulmuş olan moralimizi düzeltebileceğimiz en yakın yere haritadan bakarak karar veriyoruz. Navigasyon cihazı Linz’e çok yakın olduğumuzu söylüyor. Linz’in merkezine göz atmak için birkaç saat yeterli.
Liechtenstein (Fotoğraf: Uğur Ceylan)
Vaduz Kalesi, Liechtenstein (Fotoğraf: Pınar Koyuncu)
Vaduz Kalesi Özel Mülk!
Bir sonraki durağımız, aslında rota boyunca en çok merak ettiğimiz yerlerden biri: Avrupa’nın küçük ülkelerinden biri olan Liechtenstein. Dağların arasında kalan, 160 kilometrekare yüzölçümüne sahip olan ülkeye, kış sezonunda değilseniz sakın gece vakti gitmeyin. Bütün gece boyunca “ülkenin bütün otelleri”ni gezip, hepsinin kapısına kilit vurulmuş olduğunu görüp, büyük bir hayal kırıklığı yaşayabilirsiniz. En son sabaha karşı 5:00’da bulduğunuz otelde bir insana rastlasanız da, “6’da gelin” diyerek sizi kapıdan çevirmesi mümkün… Haklı, sezonu değil nasıl olsa, Liechtenstein dediğin kayak ülkesi… Vaduz Kalesi’nde de prens ikamet ettiği için içeri girmek mümkün değil, çok güzelsin ama üzdün bizi Liechtenstein!
Haut-Koeningbourg, Fransa (Fotoğraf: Uğur Ceylan)
Alsace Bölgesi’nde küçük bir köy, Fransa (Fotoğraf: Uğur Ceylan)
Arabayla geziyor olmanın en güzel yanı, planladığınız rotada herhangi bir aksilik olması durumunda istediğiniz gibi rotadan sapma şansına sahip olmanız. İsviçre’deki tek durağımız olan Zürih’te bardaktan boşanırcasına yağan yağmur da, “Aman pek kasvetliymiş canım” dedirtiyor bize. Ateş pahası olan fiyatların da etkisiyle, kendimizi Fransa’nın Mullhouse kentinde buluyoruz. Spontane gelişen yolculuk rotasına, konakladığımız yerde bulduğumuz bir broşür sayesinde bir nokta daha ekleniyor. Haut-Koeningsbourg, tarihi yerleri gezmeyi seviyorsanız görmeniz gereken 800 yıllık bir kale. Kalenin olduğu tepenin eteklerindeki küçük Alsace köylerinde ise meşhur Fransız şarapları üretiliyor.
Strasbourg, Fransa (Fotoğraf: Uğur Ceylan)
Metz, Fransa (Fotoğraf: Pınar Koyuncu)
Hayalet Şehir Metz
Fransa’daki ana hedeflerden biri Paris olduğuna göre, rotadan fazla sapmamak lazım. Ama yol üzerinde uğranabilecek bazı güzel kentler de atlanmamalı. Oyumuzu Strasbourg’dan yana kullanmaktan hiç de pişmanlık duymuyoruz. Ama “Nancy mi Metz mi?” sorusuna futbol takımı meşhur diye Metz cevabını vermek pek de doğru bir yaklaşım değilmiş. Yoksa kendinizi, ölçeği kaçmış bomboş meydanda, nasıl olsa kimse yok diye havada taklalar atarken bulabilirsiniz.
Eyfel Kulesi, Paris (Fotoğraf: Uğur Ceylan)
Eyfel Kulesi’nden manzara, Paris (Fotoğraf: Uğur Ceylan)
Eyfel Kulesi, Paris (Fotoğraf: Uğur Ceylan)
Louvre Müzesi, Paris (Fotoğraf: Uğur Ceylan)
Pompidou Kültür Merkezi, Paris (Fotoğraf: Uğur Ceylan)
İstanbul’dakinden Beter Bir Trafik Burada Mümkün
İstanbul’da yaşıyoruz, trafiğe alışığız ama Paris’teki trafiğe benzer bir şeyi daha önce hiç gömemişiz! Avusturya’dan yola çıktığımızdan beri ilk kornayı da Paris’te duymak da şaşırtıcı oluyor. Yine fazla vaktimiz olmasa da, diğer kentlerle kıyaslarsak en fazla zamanı Paris’e ayırıyoruz. Eyfel Kulesi’ne çıkılacak, içine girilemese de Louvre Müzesi’nin piramidi görülecek, Pompidou Kültür Merkezi’nin önünde oturulup bina seyredilecek, Quasimodo’nun yuvası Notre Dame Kilisesi’nde mum yakılacak… İsviçre’nin yemyeşil dağlarından sonra Fransa’nın başkenti bünyeyi biraz sarsıyor tabi. Kulede, müzede, kilisede her yerde içeri girebilmek için sıra beklemek gerekiyor. Yine de buna değer diyoruz, yüzünü cömert bir şekilde gösteren güneşi elimizden alan yağmura tepkimizi de, birer Fransız şapkası alarak gösteriyoruz.
Atomium, Brüksel (Fotoğraf: Uğur Ceylan)
Marken Deniz Feneri, Hollanda (Fotoğraf: Uğur Ceylan)
Bir sonraki durağımız Hollanda. Ama yol üzerinde Belçika’nın başkenti Brüksel’e uğrayıp, Atomium’un protonlarını tutma pozu vererek fotoğraf çektirmeyi ihmal etmiyoruz. Bir Amsterdam klasiği olan tekne turu, Red Light Bölgesi derken yağmur bizi yine yoruyor. Biz de direksiyonu Amsterdam’ın kuzeyinde kalan Waterland ismindeki köye kırıyoruz. Marken’deki deniz fenerini gören ilk Türkler olduğumuza kendi kendimizi ikna ettikten sonra, soluğu Almanya – Düsseldorf’ta alıyoruz. Ertesi günkü hedefimiz ise Berlin.
Berlin Olimpiyat Stadı (Fotoğraf: Uğur Ceylan)
Dresden, Almanya (Fotoğraf: Uğur Ceylan)
Berlin Olimpiyat Stadı’nı, merkezdeki TV kulesini, Brandenburg Kapısı’nı, Charlie Check Point’i ve Berlin duvarından kalan parçaları gördükten sonra yolumuza devam ediyoruz. Berlin’e ısınamamızın sebebi, küçük kentleri daha sevimli bulmamız veya belki de gece hayatıyla tanışmamış olmamız. Ama Dresden de bizi hayal kırıklığına uğratmıyor; İkinci Dünya Savaşı’nda ağır bir şekilde bombalanmış ve sonrasında restore edilmiş olan bu kentte görülmesi gereken pek çok tarihi yapı var.
Prag TV Kulesi, Çek Cumhuriyeti (Fotoğraf: Uğur Ceylan)
Kuleye Tırmanan Bebekler
Yolculuğumuzun sonlarına yaklaşırken, Avrupa turunda mutlaka listede olması gereken bir başkente daha uğruyoruz. Çek Cumhuriyet’inin başkenti Prag’ın dillere destan güzelliğini, her tarafta kaynayan turist kafileleri bile gölgeleyemiyor. “Prag TV kulesinde tırmanan bebeklere Prima reklam vermeli,” şeklindeki yaratıcı fikirlerimizi kendimize saklayarak, 10 gün süren turumuzu başladığımız yerde, Viyana’da sonlandırıyoruz. Aracı teslim alırken sıfırlamış olduğumuz kilometre sayacı, 4867’yi gösteriyor…
Prag, Çek Cumhuriyeti (Fotoğraf: Uğur Ceylan)
Tatilde dinlendik mi, yorulduk mu belli değil. Ama pek çok şey öğrendiğimiz tartışılmaz. Önümüzde yine 10 günlük bir tatil var, peki siz tatilinizi nasıl değerlendirmeyi tercih ediyorsunuz?
9 yorum
güzel fotolar… eiffel’i hiç bu açıdan görmemiştim!
Sanirim bu haberi kesip sakliyacagim ve bir gun bu rotayi izleyecegim =)
Önümüzdeki sene yapmayı planladığımız Kuzey avrupa gezimiz için önceden belirlenecek bir konu hakkında fotoğraf ve makale sözü karşılığında ulaşım sponsoru aranmaktadır(araba kirası ve benzin) Buradan yetkililere duyurulur 🙂
Mimarlar tatlde calısıyor..
Mimarlar tatil yapabiliyor mu?
evet, mimarlar tatil yapabiliyor. gecen gun starbucks’a gittim.
Arda kalan zamanlarda, emsalden düşürüleceklerin, taksa sığdıracakların planlamasını yapıyorlar.
Fotoğraflar gerçekten şahane olmuş. Uğur’a tebrikler.
Rast gele ! güzel bir tur.