Birleşik Krallık Yeşil Bina Konseyi'ne göre, mimarlığın büyük bir çevresel etkisi var ve yapılı çevre, Birleşik Krallık'ın 2019'daki karbon emisyonlarının yüzde 40'ını oluşturuyor.
Birleşmiş Milletler’in 2018 yılında hazırladığı raporda, insanlığın küresel ısınmayı yavaşlatmak için 10 yıldan daha az zamanı olduğu uyarısında bulunuluyor, mimarlık da çalışma yöntemlerini yeniden değerlendirmek zorunda kalan birçok sektörden biri.
Atıkları azaltmak, kentlerde yeşil alanları en üst düzeye çıkarmak, değişim için lobi yapmak… Dünya üzerindeki baskıyı azaltacak çözümler artık büyük önem taşıyor. Mimarların daha sağlıklı bir gezegene katkıda bulunabileceği 10 yol aşağıdaki gibi sıralanıyor.
Ahşap, tarih boyunca yapıların inşasında kullanıldı. Bununla birlikte, çapraz lamine ahşap (CLT) gibi mühendislik ahşaplarındaki gelişmeler nedeniyle bir inşaat malzemesi olarak popülaritesinde son zamanlarda bir canlanma olmuştur. Ahşap binaların en büyük faydalarından biri, atmosferden büyük miktarda karbonu tutabilmesi. Bu, inşaat ve işletme yoluyla üretilen karbon emisyonlarını dengeleyerek karbon negatif binaların elde edilmesine yardımcı oluyor. Bu nedenle 3XN, Bornholm’daki Hotel GSH’nin ek binasında (üst resim) ana malzeme olarak ahşabı kullanıyor, Feilden Clegg Bradley Studios ise Londra’daki bir ofis için CLT’yi tercih ediyor.
Binaları karbon nötr veya daha da iyisi karbon negatif yapmak bugün birçok mimar için önemli bir endişe kaynağı. Karbon nötr bir bina, yapısı, onu inşa etmek için kullanılan malzemeler ve bunun için gerekli kaynaklar dikkate alındığında, ömrü boyunca atmosfere herhangi bir CO2 katkısı yapmayan bir bina anlamına geliyor.
Karbon negatif bir bina, binanın tükettiği ısı ve güç tarafından üretilen operasyonel karbon ve inşaat malzemelerinin ayrıştırılması, üretimi ve taşınması ile salınan somutlaşmış karbon da dahil olmak üzere, ömrü boyunca yaydığından daha fazla karbonu atmosferden uzaklaştıran bir yapıdır.
Kafa karıştıran bir şekilde, “karbon pozitif” terimi, “karbon negatif” ile aynı şeyi tanımlamak için de kullanılır.
Karbon nötr mimarinin örnekleri arasında, tamamlandığında emisyonları azaltmak için hava kaynaklı ısı pompaları ve güneş panelleri kullanacak olan Mikhail Riches’in York’taki konut projesi sayılabilir.
Karbon negatif binalara örnek olarak, Snøhetta’nın, kullanım ömrü boyunca yayılan hem operasyonel hem de gömülü karbonu telafi etmekten daha fazlasını sağlamak için çalışması sırasında yeterli fazla enerji üretecek olan Powerhouse Telemark ofisini (yukarıdaki görsel) gösterebiliriz.
İnsanların doğal ekosistemlerin yok olduğunu ve dünyadaki yaşamı destekleyen biyoçeşitliliği de beraberlerinde götürdüğünü fark etmesiyle, doğayla uyum içinde binalar yapmaya olan ilgi son zamanlarda oldukça arttı.
Rewilding, doğanın minimum insan müdahalesi ile kendi işini yapmasına izin veren ekosistemleri restore etmeye yönelik bir yaklaşımdır.
Mimarlar için bu, hem projelerinin çevre düzenlemesi yaparken hem de malzeme seçerken biyoçeşitliliği dikkate alma ve üretimlerinin doğal kaynakların tükenmesine yol açmamasını sağlama fırsatı sunuyor.
Bu yöntemi destekleyen projeler arasında, mimar Carl Turner’ın İngiltere’nin Cotswolds bölgesinde biyoçeşitliliğin koruma altına alındığı bir arazide tasarladığı DUT18 isimli yaratıcı inziva yeri projesi yer alıyor.
1990’ların başından bu yana, Pasif Ev enerji performansı standardı, sürdürülebilir mimari yaratmanın en iyi bilinen yollarından biri haline geldi.
Kar amacı gütmeyen kuruluş Passivhaus Trust tarafından verilen standart, yüksek düzeyde yalıtım ve hava sızdırmazlığı olan binaları, minimum yapay ısıtma ve soğutmaya ihtiyaç duymaları için teşvik ediyor.
Mikhail Riches ve Cathy Hawley, Passivhaus standartlarını karşılayacak şekilde tasarladıktan sonra yüksek yoğunluklu Goldsmith Street sosyal konut planı (yukarıdaki görsel) ile 2019 yılında RIBA Stirling Ödülü’nü kazandı.
Geri dönüşümlü mimari, tüm binaların ömürlerinin sonunda yeniden yapılandırılabilmesini ve bileşenlerinin yeniden kullanılmasını, yani hiçbir bileşenin boşa gitmemesini sağlar.
Son örnekler arasında RAU Architects ve Ex Interiors tarafından tasarlanan, “büyük ölçekli, yüzde 100 ahşap, yeniden monte edilebilir bir ofis binası” Triodos Bank’ı (yukarıdaki görsel) ve Overtreders W tarafından inşa edilen bir pavyon ve yeniden kullanılabilir inşaat malzemelerinden yapılan Bureau SLA yer alıyor.
BakerBrown Studio kısa süre önce, tümü yeniden kullanılabilir, geri dönüştürülebilir veya biyolojik olarak parçalanabilen kereste, miselyum, atılmış şampanya mantarları ve deniz ürünleri kabukları kullanarak Glyndebourne opera binası için yeniden kullanılabilir bir pavyon inşa etme önerisiyle dikkatleri üzerine çekti.
Geri kazanılmış kapılardan bir pavyon inşa eden Encore Heureux, fikrin “bir kişinin atığının diğerinin kaynağı haline gelmesi” olduğunu söylüyor.
Hasar vermeyen mimari, İtalyan araştırma stüdyosu Space Caviar tarafından binaların gezegeni veya insanları sömürmemesi gerektiği fikrini ifade etmek için kullanılan bir terim.
Space Caviar’ın kurucu ortağı Joseph Grima konuyla ilgili olarak “Ekstraktif olmayan mimari, binanın kaçınılmaz olarak bir yerde geri dönüşü olmayan bir hasara veya tükenmeye neden olması gerektiği varsayımını sorguluyor ve mimarlar olarak yapabileceğimiz en iyi şeyin, verilen hasarı sınırlamak olmadığını düşünüyoruz,” diyor.
Fikir, Space Caviar tarafından yazılan ve mimarları dünyanın doğal kaynaklarını tüketmeyen binalar tasarlamaya çağıran bir manifesto şeklinde kitap haline getirildi.
Biyomimikri, “tasarım yaparken ve yenilikçi teknolojiler geliştirirken doğadan ilham almak” olarak tanımlanabilir. Daha geniş bir perspektiften ele alındığında “çeşitli problemlere çözüm üretmek için doğayı taklit etmek” şeklinde de açıklanabilir. Biyomimikri ile sadece doğanın geliştirdiği çözümler değil; tasarım stratejileri, mekanizmalar ve sistemler de temel alınır. Biyomimikri adı, Yunanca “bios” (yaşam) ve “mimesis” (taklit) kelimelerinin birleşmesinden oluşur. Kavram birçok kaynakta biyomimetizm olarak da geçer.
Bilim ve sanat tarihinde de karşımıza çıkan biyomimikrinin yakın dönemde popülerlik kazanmış olmasının başlıca nedeninin, dünyanın her geçen gün daha da azalan doğal kaynaklarını verimli bir şekilde kullanma çabası ile ilişkili olduğunu söyleyebiliriz. Biyomimikrinin temelinde doğa vardır ve doğadaki kusursuz işleyişin taklit edilmesi ile sürdürülebilir tasarımlar yapılabilir. Gücünü doğallıktan alan süreç, insanın çevreye duyarlı projeler üretebilmesini sağlar. Teknolojinin gelişmesi ile birlikte insanın doğayı taklit edebilme yeteneği basit bir olgu olmanın çok ötesine geçmiştir.
Bu hızlı gelişimin, özellikle mimarlık disiplininde yeni ufuklar açtığı söylenebilir. Günümüzde biyomimikri süreci yapıdan, formdan ya da ekosistemin tümünden ilham alınarak gerçekleştirilebilir.
Biyomimetik mimari olarak adlandırılan bu yeni ve özgün bakış açısının en önemli sonucu da sürdürülebilir tasarımlar yaratabilmeye imkan tanımasıdır.
Bu yaklaşımla tasarlanan yapıların en güncel örneklerinden birisi ise Vincent Callebaut Architectures imzalı Notre Dame Katedrali çatı önerisidir. Notre Dame Katedrali yangınında hasar gören çatının yerine önerilen tasarım, yenilikçi ve ekolojik bir biyomimikrik mimari örneği olarak tanımlanabilir. Mimarlık ofisi bu öneriye başlık olarak da “yeniden doğuş” anlamına gelen “Palingenesis” kelimesini seçmiştir.
Rejeneratif mimari olarak da bilinen restoratif mimari, çevre üzerinde olumlu etkisi olan yapıları ifade eder.
Biyomimetik mimar Pawyln, “sadece olumsuzlukları azaltan” mimarinin yeterince ileri gitmediğine inanarak, mimarların günümüzün çeşitli çevresel zorluklarının üstesinden gelmelerine yardımcı olabilecekleri önemli bir yol olduğunu belirtiyor. Exploration Architecture adlı stüdyosu, bu doğrultuda Katar’daki çölde tatlı su toplamak için Namibya sisli böceğinin fizyolojisini kopyalayan deniz suyuyla soğutulan bir sera olan Sahra Orman Projesi’ni (yukarıdaki görsel) tasarladı.
Güçlendirme veya yenileme, bir binanın enerji verimliliğini ve termal performansını iyileştirmek, ısıtma ve soğutmaya olan bağımlılığını azaltmak veya yıkılabilecek bir yapıyı restore etmek için kullanılan bir terim.
Mimarlar, yıkım yerine mevcut yapı stoğunun iyileştirilmesine öncelik vererek, malzemeleri ve içerdikleri karbonu daha uzun süre kullanımda tutabilir ve yıkım zamanı üretilen ek emisyonları geciktirebilir.
Geçen ay, güçlendirmenin kilit temsilcileri olan Fransız mimarlar Lacaton & Vassal, “onarıcı bir mimariye bağlılıkları” nedeniyle bu yılki Pritzker Mimarlık Ödülü’nü kazandı.
Bu kavramın diğer savunucuları arasında, Londra’daki saman balya evinin son revizyonunda (yukarıdaki görsel) güçlendirmenin değerini kanıtlayan ve yıllık karbondioksit emisyonlarında yüzde 62 azalma sağlayan Sarah Wigglesworth yer alıyor.
Mimarlar ayrıca, iklim değişikliği hakkında farkındalık yaratabilecekleri ve bilgi paylaşabilecekleri iklim eylem grupları gibi taban inisiyatifleri aracılığıyla yapılı çevrenin gezegen üzerindeki etkisini ele alıyorlar.
Endüstrinin ön saflarında yer alan Architects Declare, bir grup Stirling Ödüllü mimarlık firmasının tüm Birleşik Krallık mimarlarını bir “davranış değişikliği” benimsemeye çağırmak için başlattığı bir proje. Sanal etkinlikler aracılığıyla işbirliği yapan dünya çapında büyüyen bir imzacı ağına sahip.
Başka bir örnek ise, Birleşik Krallık’ta daha zorlu mevzuat oluşturulması için lobi yapan Birleşik Krallık merkezli Architects Climate Action Network (ACAN) grubu. Grup kısa süre önce somutlaştırılmış karbon düzenlemesi talep eden bir kampanya başlattı ve mimarlık okullarında iklim ihmali eğitimiyle mücadeleye yardımcı olan öğrenci odaklı bir kol kurdu.
Kaynak: Dezeen