Küratör David Chipperfield, 13. Venedik Bienali'nin temasını 'ortak zemin' olarak belirledi.
Ana sergide postmodernizmin bir zamanlar tarihle kurduğu yüzeysel ve şekilci ilişkinin eleştirisini okumak mümkün
Mimarlık kültürünün olimpiyatı sayılabilecek Venedik Mimarlık Bienali’nin 13’üncüsü geçen hafta başladı. Bu seneki bienal temasını küratör David Chipperfield ‘ortak zemin’ (common ground) olarak belirlemişti. Yıldız mimarların elitist söylemlerini veya ütopyalarını sergiledikleri bir ortamdan farklı olarak fikir alışverişi, ortak zekâ ve sağduyu ile mimarlık kültürünün ortak insanlık kültürüne yapabileceği katkıların ne olduğunu sergilemeyi amaçlayan Chipperfield, ‘mimarlardan çok mimarlığın konuşulacağı’ bir etkinliğin kareografisini yapmaya çalıştı. Bunda ne kadar başarılı olduğu tartışılır, ancak bir zamanlar fazlasıyla itibar gören ‘çoğulculuk’ söyleminin yerinin ‘ortak zemin’e, ‘gelecek’ kavramının ‘hafızaya’ doğru kaymasının işaret ettiği önemli hususlar var. Farklılıkların üstünü kapatıcı tehlikeli bir söylem de olabilecek ‘ortak zemin’ kavramının bienalde oldukça ‘farklı’ ele alınabildiğini görmek insanı rahatlatıyor.
Küratörün niyetinin en somut okunabildiği Arsenal’deki sergide güncel mimarlık kültürünün üretilmesinde tarih ve hafızayla kurulan diyalog oldukça bariz bir şekilde görülüyor. Postmodernizmin bir zamanlar tarihle kurduğu yüzeysel ve şekilci ilişkinin eleştirisini bu sergide okumak mümkün. Bienal temaları katılımın çeşitliliğini arttırmak için oldukça muğlak kavramlardan oluşuyor aslında. Bu nedenle kendisinin söylemine ters olsa da Chipperfield, tarihi referansları kendi yaptıklarının meşruiyetini sağlayacak şekilde çaktırmadan kullanan (Zaha Hadid en göze batanlarından biriydi) mimarların da araya sızmasını önleyebilmiş değil.
Bienalin küresel bir etkinliğe dönüşmesini sağlayan Giardini’deki ülke pavyonları ise ‘ortak zemin’ temasına gevşekçe tutunan, neyse ki biraz kendi bildiği gibi davranan sergilerden oluşuyor. Aslında dünyadaki ekonomik krizin şu anda mimarların belki de en ‘ortak’ konusu olduğuna gönderme yapan bazı küratörler yaratıcı fikirlerle ortaya çıkmışlar. Örneğin, İngiltere pavyonu akılcı bir şekilde 10 genç İngiliz mimarın başka ülkelerde mimarlığın çözüm bulabildiği sosyal konuları incelediği bir araştırma projesine ev sahipliği yapıyor. Bir sonraki bienalin küratörü olacağına dair dedikoduların işaret ettiği Rem Koolhaas’ın ofisi OMA, 1960’larda Avrupa’daki belediye mimarlarının ürettikleri rafine modernist binalardan oluşan sergiyle yine dikkat çeken bir tartışma yaratıyor.
Türkiye her zamanki gibi bu bienalde de temsil edilmiyor. Krizle boğuşan Avrupa ve Amerikalı mimarların iş alabilmek için gözünü diktiği, inşaat cumhuriyetine dönen bir coğrafyanın mimarlık kültürünün en canlı vitrininde yeri olmaması herhalde önemli(!) bir şeyler anlatıyordur.
Bu seneki bienali gezenlerin ortak fikri ise fazlasıyla zengin bir etkinlik olduğu yönünde. İki gün kesinlikle bienalin tamamını gezmeniz ve anlamanız için yeterli olmuyor. Hakkını vermek isterseniz takdir edilecek bir konsantrasyon, azim ve zamanınızı Venedik’e adamanız gerekiyor. Sosyal medya sayesinde bu seferki bienalin yansımaları çok daha geniş bir alana yayıldı. Önceden biraz çalışarak gezmeniz size zaman kazandırabilir.