Institut d'Arquitectura Avançada de Catalunya'nın blogunda yayınlanan yazı, mimarlık ve empati eksikliği üzerine.
Yapılı çevremiz birkaç yetenekli kişi tarafından yaratılmış ve kontrol edilmiş olsa da, aslında içinde bulunarak çevreleriyle ilişki kuran ve bundan etkilenen binlerce insan tarafından yaygın olarak kullanılmaktadır. İnsanları çevreleyen alanlar, onların nasıl hissettiklerini ve davranışlarını etkiler. Bugün dünyada yabancılaşma ve sıkıntının sürekli olarak yer aldığı bir senaryoda, çevremiz yeterli ölçüde samimiyeti ve diyalogu sağlamalıdır. Bugün dünya empatiye ihtiyaç duyuyorsa, içinde yaşadığımız ve etkileşimde bulunduğumuz mimari de aynı şeyi yansıtmalıdır. Tasarımcının bir projeye somut olmayan bir bakış açısı getirmedeki konumu; mekanın kalitesi, antropometrisi ve estetiği hakkındaki görüşleri esastır. Dünya otomasyon alanına doğru bir paradigma değişikliğine giderken, daha ilişkilendirilebilir bir yapılı çevre oluşturmak için atılması gereken adım nedir?
İşlev ve estetik, muhtemelen mimarinin ve bir mekan veya çevrenin nasıl inşa edildiğinin arkasındaki ana özellikler olabilir. Tarih boyunca bu önem bazen estetik lehine, bazen fonksiyona kaydırılmış ve bazen de ikisine eşit olarak paylaşılmıştır. İşlevsellikle birlikte verimlilik, yapısal performans ve yapılı çevrenin amacına hizmet etme veya buna bağlı kalma yeteneği gelir. Estetik ile birlikte güzellik, ilişkilendirilebilirlik, aşinalık ve en önemlisi empati gelir.
Empati*, başka bir varlığın kendi referans çerçevesi içinde ne deneyimlediğini anlama veya hissetme; yani kendini başka birinin konumuna yerleştirme kapasitesidir. Mimaride ise, bir mekanın kendisini içindeki kullanıcıyla ilişkilendirilebilir kılma yeteneğidir. Kapsayıcılık, güvenlik, yaklaşılabilirlik ve yapının kullanıcıyla etkileşime girme miktarıdır. İnsanlar arasındaki duygusal empati durumunda olduğu gibi, mimaride de bağlama, yapıların dönemine, kültüre, iklime vb. göre değişen birçok empati türü vardır.
Bilişsel empati, kendini başka birinin yerine koymaktır. Genel olarak çoğu tasarımcı bunu yapar: “aralarından biri olduğunu düşündükleri sıradan bir kişi için tasarım.” Mimarlar ve mimarlık bu konuda mükemmelliğe çok yaklaştı ve çok uzaklara da gitti. Yüzyıllar boyunca mimari, kiliseler, katedraller, kapitalist kuleler vb. aracılığıyla gücün bir temsiliydi. Bazı düşünceler ise parklar, geleneksel mekanlar, düğün mekanları vb. ile toplumla ilişki kurmuştu.
Duygusal empati, kişinin ilk kez deneyimleyenle aynı duyguları hissettiği zamandır. Yardım kampları, barınaklar, devlet tarafından finanse edilen sosyal konutlar, bir amacı teşvik etmeyi amaçlayan kamu kuruluşları, barışçıl veya organize protestoların ani organizasyonları gibi belirli sıkıntı durumlarına dinamik olarak yanıt vermedikçe, binalarda bu tür bir empatiyi ele almak çok zor ve özneldir. Bunlar doğru yapıldığında ise duyguları açığa çıkarabilecek ve topluma destek verebilecek tezahürlerdir.
Şefkatli empati, eylemlerle ortaya çıkar. Katılımcı tasarım, bir kişiyle aktif olarak etkileşim kurarak onu etkileyebilir. Aldo van Eyck’in katılımcı park ve kentsel alanlar tasarımı. Bartlett’in, otomatik bir süreç aracılığıyla evlerini inşa etmek için aktif olarak yer alan toplumla ilgilenen e-flux projesi. Katılımcı tasarım aynı zamanda kentsel kamusal alanların ve planlama stratejilerinin iyileşmesi için insanlarda yatırım fikirleri uyandırır.
Mimaride empati nasıl teşvik edilir? Özne ve özne ile etkileşime giren kişi arasında yakınlık yaratmanın çeşitli yolları vardır:
Bunların tümü, konunun amacı ve yeniliğiyle birlikte empatik bir deneyim sağlayabilir.
Empati özneldir ve kişiden kişiye farklılık gösterir. Bir binanın empatik performansının nasıl ölçüleceği veya mutlak bir değerinin nasıl verileceği çok zordur veya henüz ele alınmamıştır. Yapısal verimlilik sayılarla kolayca doğrulanabilir, ancak kullanıcıların deneyimini nasıl değerlendirebiliriz? İnsanlarda büyük manevi değeri olan bazı binalar var. Örneğin, kültürel açıdan önemli anıtlar kutsal kabul edilir, bir ülke ve vatandaş kimliği için son derece önemlidir. Tac Mahal, yılda 7 milyon ziyaretçi toplamaktadır. Notre Dame’ın yanması, restorasyonu için bir milyar dolarlık bağış yapılmasına neden olmuştur.
Niyeti ve konusu ile kısa ve öz bir şekilde empati kuran birçok vaka çalışması vardır. Empati türüne ve bağlamına bağlı olarak, bir yapıda sergilenen empatinin derecesi veya kapsamı üzerine bir çalışma yapılabilir. Buradan geleceğin yapı tipolojileri için bir değerlendirme yapılabilir. Buna yardımcı olmak için, psikologlar tarafından tanımlanan üç tür empati vardır: bilişsel, duygusal ve şefkatli; binalar ise şu şekilde sınıflandırılabilir:
Romaneskten gotik, barok ve neo klasiğe kadar çeşitli mimari tarzların estetik için katı kuralları ve arkalarında ağır sembolizm ve felsefeler mevcuttu. Aynı anda dünyanın her yerindeki tarzlara bakıldığında bile, insanların teselli bulduğu din ve sembolizm üzerinde yoğun bir vurgu gözlenir.
1940’lar ve sonrasında, işlevsel rejim ani bir değişim görerek sanat ve yenilik tarafına geçti. Buradaki sembolizm daha açıktı, mekandaki kişinin ilgisini çekmeyi ve harekete geçirmeyi amaçlıyordu. Çiçek desenleri, motifler, taklitler, biyolojik şekiller aşinalık ve gelenek yoluyla empatiyi teşvik etmek için yaygın olarak kullanıldı.
Mimarlık her zaman sosyal ve ekonomik ilerlemesinin açık bir yansıması olmuştur. Bu, işlevsel yönlerinde açıkça görülebilir. Estetik, çağın eğilimine ve felsefesine bağlıyken; işlev, yapının inşa edildiği zamanki teknolojinin son durumu tarafından belirleniyordu. Daha önce de belirtildiği gibi, işlev itici bir faktördür; tarihteki binaların çoğunun nasıl göründüğünü ve inşa edildiğini işlevleri belirlemiştir. Örneğin, erken yerleşimler ve medeniyetler oldukça işlevsel ve bağlama uygun yapılar yapmışlardır. Estetiği göz ardı etmeleri, komşu medeniyetler veya doğal afetler gibi ögeler tarafından her an saldırıya uğrayabilme ihtimallerinden kaynaklanıyordu. 1900’ler, Frank Lloyd Wright, Mies van der Rohe, Le Corbusier gibi mimarlar ve Bauhaus, De Stijl gibi akımlarla birlikte “Form işlevi takip eder” algısıyla tanıştı. Bu dönem, binaların makine olarak görüldüğü dönemlerde sanayileşme öncesi ve sonrası için bir övgüydü. Hesaplama destekli tasarım araçlarının gelişmesiyle birlikte, günümüzün binaları tamamen yeni bir kültüre sahip. Binalar duyarlı, uyarlanabilir ve verimli olacak şekilde programlanmıştır. Bir bakıma, bunlar artık gerçek makineler olacak şekilde önceden ayarlanmış ve önceden programlanmıştır. Robotik ve dijital protokollerle ilerleyen otomatik süreçlere sahip akıllı bina sistemleri.
Binalar kelimenin tam anlamıyla parametrelerle kontrol edildiğinde ve makineler kadar verimli olduklarında, empati nerede yer alır? Bu parametreler empatik bir deneyime izin veriyor mu? Ortaya çıkan empati mi yoksa empati eksikliği mi amaçlanıyor?
Şu anda binalar ve mimaride kullanılan mekanik süreçler, nihai bir verimlilik, yeniden kullanılabilirlik, kapalı döngü sistemi elde etme, duyarlı olma vb. amacı taşıyor. Bu binaların estetik olma kriterleri, verimliliğine bir ek olarak daha sonra, keyfi bir şekilde ele alınır.
Belki de empatinin evrimi, bina tipolojilerinin evrimi ile birlikte düşünülmelidir. Empati, sadece özel bir deneyimin pasif bir sonucu mudur, yoksa onu aktif olarak başarmak mıdır? Yıllar boyunca çeşitli etkileşimli ve katılımcı tasarım örneklerini düşünün. Katılım, sıradan bir kişinin yapılı bir çevre deneyimini şekillendirmesini içerir. Empati katılım yoluyla verilebilir veya kazanılabilir. Mevcut teknoloji bağlamında, estetik yeterli bir şekilde eşit olmalıdır ve sadece süsleme veya dekorasyon için olmamalıdır.
Binanın bir makine olduğu fikri, aslında onun insanların aktif katılımıyla verimli bir sistem yaratabilen empatik ve sistemik bir makine olması olarak görülebilir. Geleceğin binaları, kullanıcılarının iş birliği ile akıllı ve duyarlı sistemler haline gelebilir. Katılımcı tasarım yeni empati alanları açabilir mi ve bina ile aktif etkileşim nasıl başarılabilir? İnsanın biliş ve empatisi, gelecekteki binaların tipolojisini tanımlamanın ve şekillendirmenin bütünleyici bir parçası olabilir.
Güneşli bir günde avludaki bir mola, bir mekândaki ışık ve gölge oyunu, dini bir yapının hacmi ve ihtişamı; bu nüanslar ne kadar önemli ve derin olursa olsun, mimarların rolü de bugünün nüanslarını ve yarın ne olacağını bulmaktır.
*Hodges & Myers tanımı