Muhafazakârlığın böylesi

Emek Sineması, belli bir kuşağa ait yönetmen, eleştirmen ve izleyiciler için bir tür 'Mektep'ti. Böyle bir eğitim kurumuna nasıl kıyılır?

Kasımpaşalı, yani bir başka deyişle İstiklal Caddesi’ne komşu bir yerden Başbakan… Mimar ama daha çok Beyoğlu’nun simgelerinden Saray Muhallebicisi’nin sahibi olarak da bilinen bir Büyükşehir Belediye Başkanı ve “Eskiyi yaşatacağım” diye diye kentin en gözde kültürel dokusuna sahip bölgesini alışveriş merkezleriyle donatmaya kendini vakfetmiş bir Belediye Başkanı… Tayyip Erdoğan, Kadir Topbaş ve Misbah Demircan üçlüsünün hüküm sürdüğü bir Türkiye ikliminde, Emek Sineması tarihe olmamak için gün sayıyor. Üstelik bu üçlünün dünya görüşleri muhafazakârlık üzerine kurulu. Ama görülüyor ki iş yapı boyutunda eskiyi korumaya gelince, ‘Pist pas geçiliyor’. Peki ya Kültür Bakanı? Malum, kendileri ünlü ‘Ucube meselesi’nde açık ofsaytta kalmıştı. Hadi diyelim o top çoktan geçti. Peki ama bir Kültür Bakanı, kariyerine iki ‘Sanatsal yıkım’ı sığdırabilir mi? Tamam, işin ucunda rantiye var, azgelişmiş kapitalizmimiz çok gelişmiş teknolojisiyle bir kez daha saldırıya geçmiş, Demirören’in diktiği kazulet bina yetmiyor, bir daha kıyacaklar İstiklal’e ama Sayın Ertuğrul Günay’ın hiç mi vicdanı sızlamıyor? İnönü Stadı’nın yıkılıp yeniden yapılması konusunda daha çok “Dolmabahçe Sarayı kayıyor” argümanına sığınan (ki bence bu argümana gerek yok çünkü İnönü ‘tarihi’ bir yapıdır ve zinhar dokunulmazlık zırhını üzerinden çıkarmamalıdır) Günay, bütün bir kültür-sanat camiası için ‘Saray’ kabul edilen Emek Sineması’nın yıkım kararında niye aynı tezleri üretmemektedir? Öte yandan geçmişin katliamları için özür dileyen ve sürekli sorumlu olarak gördükleri Cumhuriyet’in ilk dönemine yönelik saldırılarda bulunan bir politik refleks, günümüzün ‘Kültürel katliamları’nda niye sesini yükseltmiyor? Bugün sinemamızın en üretken kuşağının temsilcileri, kendine özgü dünyaları İstanbul Film Festivali’nin bir ‘Sinematek’ görevini üstlendiği dönemde izledikleri filmlerden ilham alarak inşa ettiler. Bu aşa-mada da ‘Merkez üssü’ Emek’ti. Dolayısıyla bu mekân belli bir kuşağa ait yönetmen, eleştirmen ve izleyiciler için bir tür ‘Mektep’ti. Böyle bir eğitim kurumuna nasıl kıyılır? Bir başka söylenişle de sinema eğer bir inançsa, Emek inanç sahibi kişiler için cami, mescit, havra, cemevi, kilise; ne derseniz deyin kutsal bir me- kândı. Kimin böyle bir dini yapıyı ortadan kaldırmaya hakkı var?

Neyse Emek’i tarihe gömecek zihniyet, politik görüş, inşaat şirketi, mimar, mühendis, siyasetçi, bakan fark etmez… Onca insanın eli hem bu dünyada hem de öteki tarafta iki yakanızda olacak, bilesiniz…

Onları cümle âlem tanısın…
Naçizane, Emek’in rahle-i tedrisatından geçmiş herkese, ama en çok da sinemacı olanlara seslenmek istiyorum. 24 Aralık’taki eylem dahil bütün bu süreci bir belgesele dönüştürelim ve failleri, dünyaya görüntüler yoluyla ifşa edelim. Zamanında, perdesinde benzer süreçleri anlatan ‘Cennet Sineması’ ya da ‘Splendor’ gibi filmleri gösteren Emek’e, rahmetli İsmet Bey’e, Hikmet Abi’ye, yer göstericiler Hayri, Murat, Ali, Aykut, Ahmet kardeşlerimize, önünde boylu boyunca uzanan köpeğimiz Kızım’a olan vefa borcumuzu da bu yolla ödeyebiliriz.

Sanatların en sportifi…
Süreyya Ayhan’ın Çankırı’daki heykeli bakımsızlıktan kaldırıldı. Geçen hafta Fransız futbolcu Therry Henry’nin heykeli, eski kulübü Arsenal’in stadyumu Emirates’in önüne dikildi. Alex de Souza’nın Yoğurtçu Parkı’na dikilen heykelinin iki hafta önce yapılması beklenen açılışı ise olası provokasyonlardan dolayı ertelendi. Adı şike iddianamesinde geçen Emmanuel Emenike’ye ilişkin de eski kulübü Karabükspor’un eski başkanı Ferudun Tankut şöyle bir açıklama yaptı: “Kulübe zarar verdi mi? Vermedi. İki yıl boyunca onunla birlikte hem Türkiye’de hem de dünyada tanındık mı? Tanındık. Transferiyle 9 milyon euro getirdi mi? Getirdi. Ben ona bakarım. Bütün bu olaylara rağmen de heykelini dikerim.” Bütün bu olaylara bakarak sporla en iç içe olan sanat dalının heykel olduğunu söyleyebiliriz galiba.

Etiketler

1 Yorum

  • vehbi-durust says:

    Birilerinin bir sebeple belki fazlaca dahi olsa önemsediği yapılara alanlara neden bu derece hoyrat ve kulak vermez bir intiba vererek yaklaşıyor ve dayatmalarda bulunuluyor anlamak zordur. Güç denemelerimi, yetki bende umursamazlığı mı? Oysaki yapıların benimsenmesi insanların benimsenmesinden daha başka bir insanlık boyutudur ve değerlidir. Bu derece yapılara sahip çıkanlar insanları önemsemiyor olamazlar çünkü. Daha rafine bir insanı duygudur bu. O halde neden bu ilgiyi harcıyoruz ki?

Bir yanıt yazın