Cengiz Bektaş'ın yeni Torba Yasa'ya ilgili Evrensel'deki yazısı...
Bundan çeyrek yüzyıl önce miydi ne?
Benden bir dinlence köyünü tasarlamam istenmişti.
Deniz kıyısındaydı söz konusu yer. Yapılarla, denizle karanın birleştiği çizgiden 30 metre geriye çekilmek zorunluluğu vardı. Bu, yasaydı o günlerde… Böylece halk da, kendi insanımız da kıyıdan yararlanabilecekti…
Bu geri çekiliş önce 50 metre, daha sonra 100 metre olarak saptanmıştı. En sonunda kimilerinin çıkarları uyarında 30 metreye düşürülmüştü.
İşverene bu otuz metreyi 50 metreye çıkarmayı anlatabildim. O da onayladı… Üstelik kıyıdaki kayaların üzerine tahta güverteler yapıp kendi yerli insanımızın da oradan denize girebilmesini de sağlamıştık. Böylece yabancılarla yerliler, hiç olmazsa kıyıda karşılaşabilecekler, tanışabileceklerdi.
Biz yapıyı bitirirken yanımızdaki yere bir başka yatırımcı, denize sıfır bir yüzme havuzu ile bir başka dinlence köyü yaptırmağa başladı.
Benim tasarladığım yapı bittikten sonra bir mimarlık yayın organı yayınlamak istedi. Benden de yapıyı anlatmamı istedi… Tasarımı açıklama yazımda bu denize sıfır olayını da anlattım doğal olarak. Ben o yatırımcıyı uyarmağa çalışırken o beni mahkemeye verdi. Onu yok yere suçlamışım…
İki yıl yargılandım…
Bağlı bulunulan ilin bayındırlık başkanlığına baş vurdum yasal durumu belgeleyebilmek için. Meğer başkan öğrencimmiş.
“Ben de bu konudan ötürü sürüldüm. İşte bavulum, bu gün ayrılıyorum.”
demez mi?
Neyse ki iki yıllık sıkıntının sonunda haklı bulundum.
(Ama denize sıfır yapı yerinde duruyor o gün bu gün…)
Bu öyküyü neden mi anlattım?
Torba yasayla, bizim 50 metreden az yaklaşmamağa çalıştığımız denize 5 metreye dek yaklaşabilecekler.
Şimdi sormaz mıyım:
” Ben neden iki yıl savaşmıştım?”
Benim savaşımımı önemsediğim için sormuyorum: Elbette bu gün de o günkü gibi düşünüyorum. Gene savaşırım. Artık uyanalım demek istiyorum; nereye götürülüyoruz görelim diyorum.
Yalnızca kıyılarımız mı elden gidiyor?
Denizlerimiz, göllerimiz, ırmaklarımız, derelerimiz, ormanlarımız, bütün tarihsel değerlerimiz…
Tarihsel değerlerimiz yeni yapılan yapılarla da elden gidebilir
(Sinan’a en büyük saygısızlıkla yapılan yeni camiler, onun bize dört yy önce kazandırdığı değerleri, güzel duyusal, yapısal değerlerimizi anlamadığımızı, ölçümlendiremediğimizi göstermiyor mu?)
Bütün bunlara karşı çıkan bir yarı kamusal örgütümüz var: Mimarlar Odası.
Onun yok edilmeğe çalışılması da bundan değil mi?