Doğal güzellikleri ve peri bacaları ile olduğu kadar erken Hıristiyan tarihinin izlerini taşıdığı için de turizm sektörünün ilgisini çeken Nevşehir'de uzun zamandır hummalı bir çalışma sürüyor.
2009’da başlayan proje ile şehrin eski merkezi Cumhuriyet Mahallesi’nde kilise ve camiler ile belirlenen birkaç bina dışında taş taş üstünde kalmadı. Konak tipi gösterişli evler, çeşmeler, dükkânlar ve okullar yerle bir edilmiş durumda. Nedeni ise kentsel dönüşüm.
TOKİ’nin ‘inşa harekâtı’nda moloza dönüşen Muş’un Ermeni mahallesinin kaderinin benzerini Nevşehir’deki eski Rum yerleşimi yaşıyor. Şehrin geçmişteki merkezini oluşturan bölge bugün kentsel dönüşüm kapsamında kelimenin tam anlamıyla şantiyeye dönüşmüş durumda.
Doğal güzellikleri ve peri bacaları ile olduğu kadar erken Hıristiyan tarihinin izlerini taşıdığı için de turizm sektörünün ilgisini çeken Nevşehir’de uzun zamandır hummalı bir çalışma sürüyor. 2009’da başlayan proje ile şehrin eski merkezi Cumhuriyet Mahallesi’nde kilise ve camiler ile belirlenen birkaç bina dışında taş taş üstünde kalmadı. Antik Yunan tiyatrolarında olduğu gibi yukarıdan aşağıya basamaklı şekilde yapılandırılan bölgedeki konak tipi gösterişli evler, çeşmeler, dükkanlar ve okullar yerle bir edilmiş durumda. Nedeni ise kentsel dönüşüm.
Belediye yetkililerine göre evler artık yaşam koşullarını sağlayamadıkları için yıkıldılar. Zira Cumhuriyet’in ilanının ardından alınan mübadele kararı ile el değiştiren binalar kötü kullanılmış, bazısına kaçak kat çıkılmış bazısına ise eklemeler yapılmıştı. Belediye bu durumu gerekçe gösteriyor yıkarak başlattığı restorasyon için. Ancak bir gerçek daha var ki bu süreç sonunda Rumlardan sadece birkaç bina günümüze ulaşacak. Rum mahallesinin yerine ise orijinal hallerine ‘yakın’ ama ‘modern’ binalar yapılmaya başlanacak sıra sıra. Tıpkı İstanbul’da olduğu gibi…
Bu hızlı değişimde yıkıntıların arasında bir başına duran, şehir merkezinin Hıristiyan kimliğini ilk bakışta ön plana çıkartan bina ise halk arasında Meryemana Kilisesi olarak bilinen Koimesis Theotoku Kilisesi…
1849’da yapılan, bölgenin Post-Bizans anıtlarının başını çeken kilise, mahallenin Rumlarının topraklarından kopartılması nedeniyle bir süre boş kaldı önce. Daha sonra ise cezaevine dönüştürülmesine karar verildi. Sütunlarının arasına duvarlar örüldü, koğuşlar oluşturuldu. Tavanı yüksek olduğu için iki kata bölündü, odalar, banyo ve tuvaletler eklendi.
Cezaevi olduğunda içine ilk girenlerden biri Kemal Tahir’di. Tahir, Nazım Hikmet ile birlikte yargılandığı Donanma Komutanlığı Askeri Mahkemesi tarafından tutuklanmasının ardından Nevşehir’e gönderildi. 1948-1950 yılları arasında hapiste kalan Kemal Tahir cezaevi günlerinde Nazım Hikmet’in salıverilmesi için açlık grevi başlatmış, Nazım Hikmet ise 10 Mart 1950’de yazdığı bir mektupla kararından vazgeçmesini istemişti: ”Açlığını duydum. Doğruluğuna inanamadım. Doğru ise bana en büyük kötülüğü yapıyorsun. Benim başım için vazgeç. Vazgeçtiğini hemen telle.”
Kiliseden cezaevine çevrilen binanın bir sonraki ünlü ismi Yılmaz Güney oldu. Güney, 15 Haziran 1961’de ‘Tatlı Bela’ isimli filmin çekimi sırasında gözaltına alındıktan sonra Üsküdar Paşakapısı cezaevinin ardından nakledildi Nevşehir Cezaevi’ne… Yılmaz Güney, “Hayatımın akışı değişti” dediği, “Benim ilkokulumdur” diye nitelediği cezaevi olarak kullanılan kilisede ‘Boynu Bükük Öldüler’ adlı ilk romanını yazdı. Kasım 1975’te yayınlanan kitabın önsözünde Güney şöyle anlatıyordu binada geçen günlerini: “Boynu Bükük Öldüler, Nevşehir Cezaevinde, siyasiler koğuşunun en dip köşesinde, rutubetli bir duvara komşu ranzada, geceli gündüzlü on altı aylık bir çalışmanın ürünüdür. Ranzamdan hiç indirmediğim küçük bir masam vardı. Yatma zamanı gelince, ayakucuma çeker, ayaklarımı altına sokar uyurdum. Çoğunlukla, anlattığım insanları görürdüm düşlerimde, onlarla yaşardım.”
1973’te ise binada başrollerini Türkan Şoray ve Hakan Balamir’in oynadıkları “Mahpus” filmi çekiliyordu. Altın Portakal’da ödül kazanan film kilisenin 1970’lerdeki durumunu da belgeliyordu.
1980 darbesinde tutuklananların da yolu düştü Nevşehir Cezaevi’ne. Bu dönemde sol görüşlü tutukluların talebi üzerine, cezaevi yönetiminin izin vermesiyle freskler açıldı. Ancak bu ‘özgürlük’ dönemi kısa sürdü. Koğuş değişikliği sonrasında sağ görüşlü tutukluların gelmesi ile yeniden üstleri kapanarak yeniden ‘hapsedildiler’.
1983’te ise bina yeni cezaevi yapımı ile boşaltıldı, üç yıl sonra Nevşehir Belediyesi’ne kültürel amaçlı olarak kullanılması için verildi. Ancak bu süreç yılan hikâyesine döndü. Dönem dönem restorasyon projeleri gündeme geldiyse de sonuç çıkmadı. Metruk kaldı, adeta definecilerin ellerine teslim edildi. Kilisenin avlusunda görülebilen büyük çukurlar da o süreçten kaldı bugüne…
Ayakta kalan bir başka Rum yapısı ise halk arasında ‘Çanlı Kilise’ olarak bilinen Hagios Georgios Kilisesi. Adının ‘çanlı’ diye bilinmesinin nedeni 1797’da yapılan kiliseden geriye sadece İbrahimpaşa İlkokulu’nun içinde kalan çan kulesinin ulaşması… Bugün öğrencisi olmayan ve kendisi de metruk halde bulunan okulun bahçesindeki çan kulesi de korunmuyor.
Bölgede bir zamanlar 100 kadar evden oluşan bir Ermeni mahallesi bulunmasına rağmen ayakta kalan tek bir Ermeni eseri bile yok. Karasoku Mahallesi’nin yakınındaki mahallenin yerini apartmanlar aldı, kiliseden geriye ise hiçbir iz kalmadı. Kilise ile ilgili tek bilinen binanın bazı taşlarının 1950’de inşa edilen Nevşehir Lisesi’nin giriş merdivenlerinin yapımında kullanıldığı.
Bu sürecin sonunda bugün Kapadokya’da yani ‘güzel atlar ülkesi’nde ne atlar var, ne de sahipleri… Artık hepsi çok uzaktalar… Yaşar Kemal’in dediği gibi güzel insanlar güzel atlara binip gideli çok oldu bu topraklardan…