Hürriyet Gazetesi yazarlarından Melike Karakartal'ın İstanbul silüeti üzerine yazısı.
İstanbul, 12 yıllık hayalinin peşinden koşmaya devam ediyor. Hayalimiz, 2020’de olimpiyatları İstanbul’a taşımak. Oyunlar süresince tüm dünyanın bizimle ilgili konuşmasını sağlamak… Bu tanıtım fırsatını kaçırmak istemiyoruz.
İstemiyoruz ama hâlâ dünyaya “eski zamanlarda kalmış İstanbul hayali” satmaya çalışıyoruz.
Turistik tanıtım söz konusuysa güzelliklerini cilalamakta bir sakınca yok ama olimpiyat gibi dev bir sorumluluk için bir şehri eğrisiyle, doğrusuyla anlatmak gerekmez mi? Şehrin düzeleceği yok ya hani…
İstanbul 2020 Candidate City logosunu görmüşsünüzdür. Bu logo, beş aday arasından seçildi. (Benim favorim, rengarenk bir girdap gibi görünen logoydu. İçinde -birbirlerine tahammül edemeyen- binbir renk barındıran kaosu, girdabı içinde insanların kaybolduğu şehri özetleyebilirdi…)
Gerçi seçilen logo da şehri özetliyor diyebiliriz: Logoda, şehri yalayan turuncu bir alev var. (Olimpiyat oyunları esnasında şehri yakıcı bir sıcak hava dalgası sarabilir, sporcular önlem alınmadığı için kavrulabilir, doğru.) Alt kısımda ise şehri zeminden kavrayan bir su dalgası görüyoruz. (Sel ve ölüm tehlikesi her zaman baki. Deprem olursa deniz de yükselir, o da doğru.)
Tabii, logoda eksikler var. Bir defa logo, deprem sonucu çatlayan binalar ve yollarda olduğu gibi ortadan ikiye çatlamış olmalıydı.
Bu “tatlı” gerçekler bir yana, satmaya çalıştığımız görüntüde de sıkıntı var. İstanbul’un silueti konusunda dünyaya yalan söylemeye gerek yok.
Baktığınızda “Oh be” dedirten o güzelim siluet, anne ve babalarımızın vaktiyle yaşadıkları romantik anlarını günümüze taşıyan fotoğraflarda kaldı…
Siluet, artık Galata Kulesi, tarihi yarımada, Kız Kulesi gibi romantik öğeler değil.
Tarih kokan gizemli bir atmosfer”den ziyade, çarpık çurpuk ve insanın gözlerini kör edercesine çirkin binalar…
Üstelik tek bir şehirden bahsediyor olmamıza rağmen, Avrupa’daki birçok ülkeyi katlayan bir nüfusa sahip… (Norveç: 4.952.000, Çek Cumhuriyeti 10.546.000, İsveç: 9.453.000, Yunanistan 11.304.000, Portekiz 10.637.000, İstanbul: 13,183,052) Bu kadar göç almasına rağmen, planlanmamış, üst üste alt alta yaşamak durumunda bırakılmış insanlar…
Deprem olduğunda tabut olmayı bekleyen binalar içinde yaşamaya mecburlar. Çoğu semtteki binalar, .rar dosyası gibi mümkün olduğu kadar az yere tıklım tıkış sığdırılmış, derme çatma yapılmış…
Henüz konu sağlamlığa gelmemiş, estetikten bahsetmek zaten mümkün değil…
Plansızlık, “yaptık oldu”culuk her yerde. Tek dert binalar olsa…
Bir trafik derdi var ki, dağlara taşlara. Trafikten vakit kalırsa ofisinize gidip işlerinizi hallediyorsunuz.
Trafiği çözecek olanlar ise müthiş şehircilik önerilerinde bulunuyorlar: “Tatile çıkın”…
Hâlâ 50’li yılların İstanbul’unun görüntüsünü, hiç olmadığı kadar düzenli ve modern bir şehri satmaya çalışıyoruz.
O siluet, o şehir değişti artık.
Turistler “eski İstanbul”u yer ama…
Uluslararası Olimpiyat Komitesi yer mi, bilinmez…