Sanat tarihçisi Prof. Afife Batur, Kuleli konusunda kapıldığı umutsuzluğu böyle ifade ediyor.
Geçen haftanın iki gözde konusundan biri Kuleli, diğeri Beyoğlu idi. İkincisi ömrümüzün meselesi, nasılsa yine yeniden döneriz. Kuleli meselesi daha sıcak bir konu ve belli ki kolay kolay da soğumayacak. Çünkü Kuleli Askeri Lisesi binasının işlevinin değişecek olması sadece bir kentsel tercih değil, politik ve sosyal değişimin de simgesi.
Askeri alanların kentin içinden çıkması, gündelik hayatımızdan uzaklaşması anlamına geliyor. Üzerinde eli silahlı bir asker siluetinin olduğu çeşitli dillerde ‘yasak bölge girilmez’ diye uyaran o kırmızı tabelalardan ne kadar az görürsek o kadar iyi. Hemen herkes bu konuda mutabık sanırım. Tartışma konusu, askeriye hayatın ve siyasetin dışına çıkartılırken geride bıraktığı boşlukların nasıl doldurulacağı. Askeri üslerin ve kışlaların geniş arazileri, kentin merkezindeki tarihi binaları yeni rant alanlarına dönüştürmek ile bu bölgeleri sivil hayata katmak arasında önemli bir düşünce farkı var.
Tartışmada söz alanlara bakarsak askeri liselerin kapatılmasına kimsenin pek bir itirazı yok gibi. Herkes Kuleli yapısının müze filan gibi bir şey olması konusunda da hemfikir gibi. Nitekim cumartesi günü Milli Savunma Bakanlığı kaynaklı haberlerde binanın ‘müze ya da okul’ olacağı duyuruluyordu. Yani aslında hala ne olacağı belli değil. Bu nedenle birileri hala endişeli ve mesela change.org’da Kuleli’nin kütüphane olması için açılan kampanya hala sürüyor. Şöyle diyorlar: “İstanbul ahalisi olarak İstanbul’un en güzel yerindeki o muhteşem binada oturup Bâki, Nedim, Piyer Loti, Miss Pardoe, Yahya Kemal, Tanpınar, Orhan Veli, Nâzım Hikmet, Necip Fazıl okumak; koridorlarına asılmış gravür, resim, harita, fotoğraf ve kartpostallarda yaşayan, İstanbul’un yüzyıllara yayılmış güzelliklerini seyretmek istiyoruz.”
Boğaza nazır Baki ya da Piyer Loti okumak fena fikir değil tabii. Kendisi mühim bir bürokrat olan bir arkadaşım da bu kütüphane fikrini destekliyor. “Üniversite olursa, yüksek duvarların ardında pek çok kimseye kapalı bir yere dönüşür. En iyisi herkese açık bir kütüphane olması” diyor. Anladığım kadarıyla bu fikrin devletin ‘zirvesinde’ kabul görmesine de olası bakılıyor…
Herkes bu alanların boşaltılmasından memnun. Ama herkes biraz umutsuzca, bu alanların kamu yaranına kullanılması gerektiğinin altını çizip duruyor. Bakanlar, başbakanlar, belediye başkanları ne derse desin bu böyle. Bu güvensizlik hali, TÜSAK dönemini hatırlatıyor. Bundan iki yıl önce aslında herkesin istediği özerk sanat kurumu için bir yasa taslağı hazırlanmış ama uygulamaya kimse güvenmediği için de herkes ona karşı çıkmıştı.* Şimdi de benzer bir durum söz konusu.
Güvensizliğin arkasında tabii ki bir birikim var. Bu durumu en iyi anlatan kişi, konuyla ilgili görüşlerini almak için aradığım ünlü mimarlık tarihçisi Prof. Afife Batur oldu. “Bütün ömrüm çöpe gitti diye düşünüyorum” diyen Batur epey kızgındı: “Ben Kuleli’nin işlevinin değişmesini de uygun görmüyorum. 150 yıllık kurgusu olan okulların kapatılması, hele bunun bir rant aracı haline getirilmesi beni isyan ettiriyor.”
Prof. Afife Batur’a binanın üniversite yapılmasının düşünüldüğünü hatırlatıyorum. “Çok sürmez, otele dönüştürürler. İşte Haydarpaşa meydanda!” diye anlatmaya devam ediyor: “Haydarpaşa’nın gar olarak kalması için 10 yıldır uğraşıyoruz. Son üç yılda, kırk tane toplantı yaptık, müthiş enerji harcadık. Bugün Cumhuriyet’teki haberden öğreniyorum ki özelleştirilmesi planlanıyormuş. Yine her şeyimizi püf diye denize döktüler. Bazen ömrümün çöpe gittiğini düşünüyorum!” O kadar öğrenci yetiştirmiş, sayısız kitap yazmış bir mimarlık tarihçisinin, koruma uzmanının ‘ömrünün çöpe gittiğini’ söylemesi bana çok sert geldi.
Evet durum hakikaten bu kadar sert. Gündem değişip her şey unutulunca Kuleli Askeri Lisesi’ni Ali Ağaoğlu’na bile verebilirler. Kuleli’nin sadece birkaç kilometre ilerisinde, Türkiye’nin en eski yalısı olan Amcazade Hüseyinpaşa ona emanet edildikten sonra, her şey mümkün.