"Kış günleri, akşam erken gelen karanlıktan sonra acele acele evlerine dönen insanların siyah-beyaz renkleri bana bu şehre ait olduğum, bu insanlarla bir şeyler paylaştığım duygusunu verir." (Orhan Pamuk)
İnsanın kendini bir şehre ait hissetmesi ve o şehre bağlanması, bazen bir rengin tonuyla ilgilidir, bazen bir binanın oranıyla. Sasnuhi Muşliyan ile, binaları, şehirleri ve insanları birbirine bağlamak ve mimarlık mesleği üzerine söyleştik. .
Mimar olmaya nasıl, ne zaman karar verdiniz?
Nur içinde yatsın, çok enteresan bir dedem vardı benim. Ben ilkokulu bitirdikten sonra bile” Herkesin bir mesleği olması gerekiyor. Şimdiden düşünmeye başla, ne olmak istiyorsun?” dedi. Mimarlık mı, arkeoloji mi, yoksa resim mi… Sonraki senelerde, dedemin de yönlendirmesi ile, istediğim mesleğin daha çok mimarlık olduğunu anladım. Çünkü mimarlığın içinde sadece araştırmak yok, üretmek de var. “Mimar olacağım” kararının ardından eğitimimi de ona göre yaptım. Özellikle Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’ne, yani şu andaki Mimar Sinan Üniversitesi’ne gitmek istiyordum. Biz biraz şanslıydık; bizim zamanımızda hem yetenek sınavı vardı, hem de üniversite sınavındaki fen puanımız geçerli oluyordu. Aslında ikisinin böyle beraber olması lazım, çünkü mimarlık öyle bir eğitim, öyle bir disiplin. Sadece estetik olamaz, bilim de var içinde, fen de var, ekonomi de. Böyle karmaşık bir disipliner sistem. .
Disiplinler arası çalışma gereği, işin başına geçince mi yoksa üniversite yıllarında mı belirginleşiyor?
Eğitime başlayınca fark ediyorsunuz. Başlarken “Hımm, çok şık, mimar” gibi düşünüyorsunuz ama, mimarlık eğitimi çok zor bir eğitim. Her şeyi düşünmeniz, birçok şeyi beraber düşünmeyi bilebilmeniz lazım. Organize olabilmeniz ve sonraki zamanlarda organize edebilmeniz lazım, her şeyi ve herkesi. Birçok disiplinden insanla beraber çalışmayı, onları anlamayı bilmeniz lazım. Ve eğer çok çalışmak istemiyorsanız, kesinlikle mimar olmamanız lazım. .
Siz çalışmaya nerede, nasıl başladınız?
Üniversite ikinci sınıfta bir büroya girip çalışmaya başladım. Ben “Uç ay burada çalışayım, sonra başka yere geçerim”e inanan bir insan değilim. Hoplayarak çalışmak mimarlıkta çok geçerli ve bence rantabl değil. Ben çok şanslıydım, İzgi Demirkan Muslubaş bürosunda çalışmaya başladım, çizim elemanı olarak. Fakat böyle, iyi bir büroda, iyi bir mentorla çalışınca görgünüz artıyor. Çok deneyimli insanlarla çalışırken onların bir olaya yaklaşımını, analizini, sonuçlandırmasını, nelere dikkat ettiklerini görüyorsunuz. Bunlar sizi etkiliyor tabii ama siz de bir süzgeçsiniz, siz de çok şeyi süzüyorsunuz. O açıdan, çalışılan yere uzun süre dayanmak lazım ve bir ‘mentorün olması lazım. Türkiye’de öyle bir sistem yok fakat örneğin Amerika’da, mezun olan kişinin, kendisini yönlendirecek ve onu yönetecek bir mentorla altı yıl çalışması gerekiyor. Yoksa, diplomayı aldığınız zaman, eğer olayın farkındaysanız “Ben bu diplomayı aldım ama mimar değilim, ben ne yapıyorum?” diyorsunuz.
Mimar olmak, mimar hissetmek için ne gerekiyor?
Mimarlık, bir şeyin tüm kurgusunu düşünerek inşa etmeyi, müşteriyle iyi irtibat kurmayı gerektiriyor, çünkü insanların fiziksel çevresini kurguluyorsunuz. Onu kurgularken insanı tanıyacaksınız, insan psikolojisini, o binayı neden inşa ettiğinizi çok iyi bileceksiniz, yani bu olayın bir felsefesi de olacak. Şehri iyi anlıyor olacaksınız. Ekonomiyi bileceksiniz. Estetiği bunun içine katacaksınız. Fonksiyon kesinlikle olacak. Tüm bunları çok iyi hamur edip, üstüne, gelecekte yaşayabilecek çizgide bir şey yaratmaya çalışacaksınız. .
Tüm bunları İstanbul’da yapmayı, mimar olarak bu şehri anlamayı nasıl tarif edersiniz?
İstanbul bu işi yapmak için hem çok zevkli, hem de çok zor bir şehir. Eskiden yapılanları özümsemek, anlayabilmek için çok iyi bir örnek. Birçok şehir 200 sene öncesine gidemiyor. Diğer yandan, sistemin çok zor olduğu bir şehir İstanbul. Binayla ilgili izinler zor. Bazı insanlar size bazı şeyleri dayatıyor; siz de onlara uymak ve o kalıbın içinde üretmek zorunda kalıyorsunuz. ‘Kentsel dönüşüm’ adı altında saçma sapan bir uygulama var her tarafta. Şehirde bazı cepheler kurulmuş vaziyette. “Ben buna layık değilim” diyorsunuz, “Ben bu duvarı görmek istemiyorum, böyle bir renk de görmek istemiyorum”… İzinler nereden, nasıl veriliyor, onu da bilmiyorsunuz. Ve kararlar son derece hızlı değişiyor. 1 5 günde bir yönetmelik değişikliği oluyor. .
Yıllar içinde bu meslekte, mesleğin icrasında nasıl değişimler oldu?
Eskiden daha çok usta-çırak ilişkisi ile oluşan bir kurgu varmış. Şu anda teknoloji o kadar gelişri ki insanlar birçok şeyi başka şekillerde öğrenebiliyorlar. Ama uygulayabiliyorlar mı, onu bilmiyorum. Eskiden daha bireyseldi, şimdi öyle değil. Geçmişe, Rum ve Ermeni mimarlara baküğınızda, onların belirli bir altyapılarının olduğunu görüyorsunuz. Dikkade seçtikleri detaylar var. Oranı ve mekânı çok iyi kurmuşlar. Oranı o kadar iyi kurmuşlar ki, yapakları en büyük binalarda bile insan kendini dışlanmış hissetmiyor. .
İnsan nasd bir yerde kendini dışlanmış hisseder?
Bu şehirde mesela, birçok yeşil alan varmış gibi görünse de aslında bir parçası olamadığın yeşil alanlar bunlar. Birçok meydan varmış gibi görünse de hiçbiri gerçekten meydan kurgusuna sahip değil. Zaten bir yerden bir yere ulaşamıyorsunuz. Huzuru hissetmiyorsunuz. İnsan dolaştığı zaman, bence şunu ister: Bunun bir parçası olabileyim, eskiyi göreyim, yeni örnekler de göreyim, nefes alabileyim, bunun keyfini süreyim. İstanbul kadar iyi kurgulu bir şehir yok aslında; iki kıtada, ortasından inanılmaz güzel bir su akıyor… Dünyada hiçbir şehirde yok böyle bir kurgu. Bu manzara gerçekten bizi, beynimizi temizliyor, yıkıyor ama onun dışındaki kargaşaya ben artık dayanamıyorum. Bazen “Bir dakika. Başka bir şehre, bir köye gitmek lazım” diyor insan. Karmaşa halinde, iki arada bir derede. Heyecanı hep var. Yaşayan bir şehir. Ama artık o kadar kalabalık ki, taşıyamıyor, çünkü ona göre planlanmış değil ve biz ileriye dönük plan yapamryoruz. .
Ermeni Mimar ve Mühendisler Dayanışma Derneği HAYCAR’m danışmanlar kurulunda yer alıyorsunuz. Dernekte nasıl planlar, nasıl çalışmalar yapılıyor?
Gerçekçi olmak gerekirse, çok az çalışıyoruz. HAYCAR, mimarlar ve mühendisleri hem kendi aralarında dayanışmaları, hem de cemaatin ve vakfın mülkleri üzerine çalışmak için kuruldu. Görevler arasında, Anadolu’da eskiden çok görkemli günler geçirmiş ama şu anda yok olmakta olan evlerin, mabetlerin en azınd tespitlerini yapmak, farkındalık yaratmak, yapılabiliyorsa destek projelerini hazırlamak var. Kültür Bakanlığı ile beraber çalışmayı da ümit ediyoruz.