Süper kahramanlar arasında alçakgönüllüğü ve espri anlayışıyla diğerlerine açık ara fark atar Spidey (bana göre Erman!).
Marvel Comics’in dehaları Stan Lee ve Steve Ditko’nun çocuğu olan Örümcek Adam 1962’den beri hayatımızda, şükürler olsun!
Wikipedia’da Örümcek Adam macerası için şu bilgiler verilmiş:
“1960’lı yıllarda süper kahraman çizgi romanlarının çok satması nedeniyle yeni bir kahraman yaratmak isteyen Marvel Comics editörü Stan Lee, okuyucuların genelde gençler olmasından da faydalanmak için yaşı küçük bir süper kahraman yaratmak ister. Steve Ditko ve kısmen Jack Kirby’nin de katkılarıyla, eski fakat kullanılmayan karakterlerden esinlenerek Örümcek Adam isminde karar kılarlar. Aslında ilk başlarda Stan Lee şöyle düşünmektedir “güçlü bir karakterim var (Hulk), güzel bir takımım var (Fantastik Dörtlü)” ancak artık hepsini birleştirmenin zamanı gelmiştir, yani güçlü müthiş reflekslere sahip ve neredeyse uçabilen bir karakter olabilen ÖRÜMCEK ADAM! Bu fikri ilk başta Marvel’ın başkanı beğenmez “İnsanlar örümcekten nefret eder!” diye düşünür. Zaten Daily Bugle’daki J.Jonah Jameson karakterinde ondan alıntı yapılmıştır. Örümcek Adam sıradan bir derginin son sayfalarında çok popüler olur ve bunun üzerine 2 yıl sonra Marvel Örümcek Adam’ın patentini satın alır.
Şu anda Marvel’da Örümcek adamın 1.000’den fazla çizgi romanı vardır.”
Örümcek Adam’ın “inanılmaz” hale gelişinin ise apayrı bir öyküsü var. 1966’da 38. sayıda Ditko çizgi romanı bıraktı ve işler 100. sayıya kadar Lee’nin başına kaldı. The Amazing Spider Man 441. sayıya kadar çıktı ve 1999’da yeniden yayınlanmaya başlandı.
Çizgi romanların ardından çizgi diziler, televizyon filmleri ve son 10 yıldır fırtınalar koparan Hollywood yapımı abartılı ve özünden sapmış Örümcek Adam üçlemesinden sonra nihayet “The Amazing Spider Man” vizyona girdi. (Tanrım, Peter Parker’ın ağ tüpleri vardır ve en lazım olacağı zaman biter, tamam mı??!)
Aslında “The Amazing Spider Man”ın seyirciyle ilk buluşması televizyon sayesinde 1977’de oldu ve 1979’a kadar 13 bölüm yayınlandı. Bu kadar yıldır vizyonda karşımıza çıkan ve Peter Parker’a en fazla benzeyen aktör tabii ki de Nicolas Hammond oldu. Dizi New York’ta çekildi.
Bunun dışında da birçok filme konu oldu ve bazıları çok garipti… Çok garip!
Neyse… The Amazing Spider Man’e gelirsek, nacizane görüşüm bugüne kadar yapılmış en özüne sadık film olduğu yönünde! Başka şanslarımızdan biri ise Mary Jane ve triplerinin olmadığı daha iyi bir örümcek evrenini izliyor oluşumuz. Tobey Maguire’ın ağlak suratından kurtulmamız da cabası.
Yeni yönetmenimiz olan Mark Webb sadece adından dolayı filme biçilmiş kaftan…
The Social Network’ün mağdur Eduardo’su olan Andrew Garfield, bakışından duruşuna mükemmel bir Peter Parker olmuş! Kişisel mimiklerini gizlemeyi sonunda beceren Emma Stone’un ve Notting Hill ile Enduring Love’ın garip karakterlerine hayat vermiş Rhys Ifans’ın performansları üzerine eklenince ilk üç film üzerinde ezici bir galibiyet kazanılmış…
Filmin önceki üç maceradan kalan tek yadigarı set tasarımcısı olan Leslie A. Pope. Spiderman 3’ün setini de tasarlayan Pope daha önce 2004 yılında Seabiscuit ile Oscar’a aday olmuştu. Filmin mekan sorumlusu olan ve daha önce Pope ile “Catch Me If You Can”de birlikte çalışan Mike Fantasia çizgi romanın New York’ta geçtiğini ve bunu filme de yansıtmak istediklerini dile getirmiş. Ekip toplam 8 ay boyunca Williamsburg Köprüsü ve Flatiron Building gibi yerlerde çekim yapmak için gerekli izinleri almış. New York’ta çekim yapmayı çok zor olarak nitelendiren Fantasia her defasında dış çekimler için heyecanlandığını söylemiş.
Filmde Harlem’deki Riverside Drive üzerinde Örümcek Adam’ın test sürüşlerine tanık oluyoruz. Filmin geneli Hollywood stüdyolarında çekilmiş olsa bile 1 Bowling Green’de bulunan ABD Gümrük Evi Polis Karakolu ve Amerikan Doğal Tarih Müzesi’nin hemen karşısındaki 81. Sokak’ta yer alan çatı terası Stacy’lerin evi gibi rol yapmayı ihmal etmiyor.
Oscorp Building’in durumu ise filmin çekim hikayesiyle gayet iyi özdeşleşiyor. Dışı muhteşem bir render iken iç mekanlar için Hearst Tower seçilmiş.
Bu arada binaya dair sizi sevindirecek bir detayı vermeyi kendime borç bilirim, yapının mimarı Norman Foster.
Birçoklarının aksine özellikle bu filmin bel kemiğini New York’un silüeti oluşturuyor. Parker aralarında dolaştığı gökdelenlerin mimarisiyle birlikte devleşiyor.
Örümcek Adam, ağına sağlık…