Bodrum'un eğlence merkezini Yalıkavak'a kaydıran dev marina Palmarina Bodrum'un ünlü mimarı Emre Arolat Aktuel.com.tr'ye anlattı: Bodrum dokusu bozuldu mu?
Bodrum ile ilgili bildiğiniz her şeyi unutun, mavi çerçeveli beyaz taş binaları da silin aklınızdan… Artık metropolden kaçarken adeta yeni bir kentin kucağına düştüğünüzü anladığınız yer, Yalıkavak diye bilinen bir zamanların şirin Ege kıyısı…
Bu yıl, Bodrum’un merkezinde yeni marinayı gördüğünüzde siz de bu duygulara kapılacaksınız… Palmarina adlı bu yat limanının açılışına, dünyaca ünlü top model Eva Herzigova’nın katılması sosyete için adeta bir çekim merkezine dönüştürdü Yalıkavak’ı… Azeri işadamı Mübariz Masimov’a ait olan Palmali Şirketler Grubu’nca geçen yıl satın alınarak yenilenen Palmarina Bodrum’un bir diğer özelliği ise, Türkiye’nin ilk mega yat projesi olması…
Şu anda 400 adet tekne bağlama ve barınma kapasitesine sahip olan Palmarina’nın projesi, tamamlandığında, aynı anda 80 metreye kadar 26 adet mega yata da bağlama ve yıl boyu konaklama imkanı sağlayacak. Bu devasa yapı, ödüllü mimar Emre Arolat’ın imzasını taşıyor. Marinanın içerisinde 50 mağazalık çarşı bölümü ise Bodrum gibi bir tatil bölgesinde biraz sırıtıyor. İstanbul’un AVM’lerinden birinin Yalıkavak’a ışınlanmış hali gibi duran yapı, Bodrum’da değil de İstinye Park’ta, Kanyon’da geziyor hissi uyandırıyor… Özellikle kullanılan peyzaj, abartının başkenti Birleşik Arap Emirlikleri gibi duruyor.
Bu yılın parıldayan yıldızı Yalıkavak, sanki biraz haksızlığa uğramış gibi… Denizi kirleteceği de kesin olan bu mega! yat limanından elde edilecek kazancın sarhoşluğundan olsa gerek, artık terlik ve şort dolu bir Bodrum bavulundan çok ikoncanların yarış mekanına dönüşecek gibi duruyor… Ötelerden kulağınızda kalmış olan Bodrum Bodruuuum diye başlayan şarkıyı da coverlayıp Marina Marinaaa diye söylememek içten bile değil…
Çevre Mühendisleri Odası ise, bu tür projelerde öncelikle ÇET raporuna ihtiyaç duyulduğunu, raporun alınmasının ardından ise projenin halka sorulması ve onay görmesi gerektiğinin altını çiziyor.
Mimar Cüneyt Kabuloğlu, Bodrum’un mimarı dokusunun bu şekilde tahrip edilmesine ilişkin ise, şöyle diyor: “Aynı insanlar, şehirdeki aynı yaşam biçimlerini yanlarına alıp, aynı binaların yazlık versiyonlarında yaşamayı seçiyor. Hiçbir yerin hiçbir yerden bir farkının kalmadığı, bırakın doğayı, mimarı insanın kendi yaşam dokusunun dahi kalmadığı bir atmosfere dönüştürülüyor her şey. Ne uğruna? Rant uğruna… Sürdürülebilir bir turizm anlayışı da olmadığı için, bu binalarda herhangi bir estetik anlayış da mevcut değil. Diğer yandan zaten yatla gelen adam yatında yemek yiyor. Yat limanlarının etrafındaki o mağazaları, lokantaları en çok kim kullanıyor? Yat sahipleri değil, dışarıdan gelenler. E o zaman bu binanın ne anlamı var?”
Aralot ise, Bodrum’un mimari yapısının bozulduğuna dair eleştirileri, “Bodrum’un mimari dokusu’ tanımı, pek çok kişinin imgeleminde yer aldığı üzere bir tür pejmürdelikle eşleşiyorsa Yalıkavak Marina’nın bu dokuyla uyum sağladığını ya da böyle bir örüntüye uyum sağlamak adına tasarlandığını söylemek hiç de anlamlı olmaz” savıyla reddediyor.
Tasarımda, ‘Akdenizlilik’ denilen bir yaşam aurası içinde yer bulabilmesi, iklimsel verilerin avantaja çevrilmesi, bununla birlikte kamusal kullanım potansiyellerini artırılmasını amaçladıklarını söyleyen Arolat, buna karşın yöneltilen eleştirilerde de haklılık payının bulunduğunu, şu sözlerle açıkladı:
“İmalatın baş döndürücü hızı, yatırımcı firmanın kimi küçük müdahaleleri gibi nedenlerle elden kaçmış birkaç nokta ve yine mimari projeye tam da uyumlu olmayan peyzaj düzenlemesi dışında bu hedeflerin çok önemli bir kısmının gerçekleştiğini düşünüyorum.”
Palmarina’nın her gün binlerce kişi tarafından kullanılıyor olmasının kendisi için heyecan verici olduğunu belirten Arolat, ziyaretçilerin her türlü sosyal sınıftan olmasının ise önemli olduğu vurgusunu yapıyor:
“Bu söylediklerimin marinaya AVM yaftasını otomatik bir koşulsuzlukla yapıştıran bir güruh tarafından hiç de hoş karşılanmayacağını biliyorum. Ama şunu üzerine basa basa söylemeliyim ki hem dünyadaki hem de Türkiye’deki pek çok örneğin aksine, burası sadece ‘tekneciler’ tarafından kullanılan bir marina değil. Tersine, hiçbir kontrol olmaksızın, herkesin elini kolunu sallayarak girebildiği, pek çok farklı sosyo-ekonomik sınıfın bir arada olabildiği, aynı yolda yürüyebildiği, birbirini süzebildiği, hatta usturuplu bir şekilde laf atabildiği bir tür piyasa mekanı burası.
Dünyanın en pahalı lokantalarından biri ile sadece bir çay içip saatlerce oturabileceğiniz bir kahve aynı sokağa açılıyor. Yosun kokusunu özleyen damar denizcilerin de, her akşam rakısını hülyalı bir tenhada boğmak isteyen kerameti kendinden menkul sonradan Bodrumlu entelijensiyanın da bu tariflerden haz etmeyeceğine hiç kuşkum yok.”
Aralot, AVM benzetmesini ise “açık çarşı” diye tanımlayarak, sözlerini şöyle tamamlıyor:
“Hayli seçkinci bir tavırla, burada içinde herkesin koşulsuzca dolaşabildiği bir açık çarşıya tahammül gösteremiyor olmasını uzun uzun konuşmalı. Hadi şunu itiraf edeyim. Benim gibi kalabalıktan hemen sıkılan bir asosyal için de her akşam turlanacak bir yer değil Yalıkavak Marina. Dahası, ağaçların dibine dizilen kimi bitkileri ben de fazlasıyla tuhaf ve süslü buluyorum. Yol kenarlarına açılışa birkaç saat kala yerleştirilen zincirli babaları hiç sevmiyorum. Oyuncak tadındaki bir kapı ile birkaç küçük yapıya hiç bakmıyorum bile. Ancak şunu gönül rahatlığıyla söyleyebilirim ki Yalıkavak Marina kişisel olarak çok önemli bulduğum, üzerinde titizlikle çalışılmış, yüzlerce insanın çok yoğun bir emekle gerçekleştirdiği bir projedir ve içindeki mega yatlara karşın, alışıldık steril marinaların çok ötesinde bir kamusal potansiyel içermektedir.”