Şehirciliğin Öncüleri dosyamız kapsamında sırada Pierre Charles L’Enfant’ı ve 1791 yılında Washington D.C. için tasarladığı planı inceliyoruz.
Bugünkü Washington şehri, tasarımının çoğunu Bağımsızlık Savaşı’nda savaşmak için Fransa’dan Amerika’ya gelen ve George Washington için güvenilir bir şehir plancısı haline gelen Pierre Charles L’Enfant’a borçlu. L’Enfant, tepeler, ormanlar, bataklıklar ve tarlalardan oluşan bir bölgeyi geniş caddeleri ve meydanları ile büyük bir başkent olarak hayal etmiş.
Pierre Charles L’Enfant 1754 yılında Paris’te doğmuş. 1771’den 1776 yılına kadar Kraliyet Resim ve Heykel Akademisi’nde sanat eğitimi almış. 1776 yılında gönüllü olarak Amerikan Kıta Ordusu’na katılmış ve hizmetlerinin ardından 1783’te kongre tarafından “mühendis” ünvanı verilmiş.
1791 yılında kongre, batı sınırına kolay bir yol sunan ve kuzey ve güney eyaletleri arasında elverişli bir konumda bulunan Potamac Nehri üzerinde federal bir başkent inşa etmeye karar verdiğinde, George Washington, L’Enfant’ı görevlendirmiş.
Başkan Washington, Anacostia ile Potamac nehirlerinin buluştuğu alanı belirlemiş. Halihazırda Alexandria and Georgetown liman kentlerini barındıran bölgede, yeni ulusun hükümet binalarına ayrılmış alanı olan bir federal merkeze ihtiyacı varmış.
Dönemin Dışişleri Bakanı Thomas Jefferson, L’Enfant’a model olarak kullanması için çeşitli Avrupa şehirlerinin haritalarını vermiş. Ancak L’Enfant bunları kopyalamak yerine, Christopher Wren’in 1666 Büyük Yangını’ndan sonra Londra’yı yeniden inşa etme planı dahil olmak üzere, birkaç plandan fikir almış.
Christopher Wren’in önerdiği Londra planı
Topoğrafyadan ilham alan L’Enfant, basit bir yüzey araştırmasının ötesine geçerek, yükseklik ve su yollarının hatlarındaki değişikliklere dayalı olarak önemli binaların stratejik yerleri işgal edeceği bir şehir tasavvur etmiş.
Oluşturduğu tasarımda öncelikle geniş çapraz caddeler ve kesişim noktalarında meydana gelen büyük kavşaklar göze çarpıyor. Caddelerin arasında kalan alanlarda sokaklar kuzey-güney ve doğu-batı yönlü ızgara plan oluşturacak şekilde dizilerek dikdörtgen bloklar oluşturuluyor. Kongre Binası ve başkanlık konağı odak olarak ele alınıyor, anıt ve çeşme yerleştirilebilecek sokak kavşaklarında birçok meydan tasarlanıyor.
L’Enfant, Avrupa’da alışılageldiği gibi en önemli alanı liderin sarayı için ayırmıyor. O zamanlar Jenkins Hill olarak adlandırılan ve şimdi Capitol Hill ismini alan, sadece 30 metre yüksekliğinde olmasına rağmen ilçenin en yüksek noktalarından biri olan ve göze çarpan noktaya Kongre Binası’nı yerleştiriyor. En önemli eksenlerden biri olan Pensilvanya Bulvarı, yasama ve yürütme merkezleri olan Kongre Binası ile başkanın resmi konutu arasında doğrudan bir bağlantı sağlıyor.
Her vatandaşın eşit derecede önemli olduğu fikrinden yola çıkarak ve zamanına göre yenilikçi bir fikir sergileyerek Kongre Binası (US Capitol) ile başkanın evi arasındaki alanı halka açık bir bahçe olarak tasarlıyor.
Capitol Hill’den Potomac Nehri’ne kadar uzanan ve National Mall Bölgesi olarak isimlendirilen çim alanın etrafında günümüzde, Smithsonian Enstitüsü binaları ve Ulusal Arşiv Binası dahil olmak üzere Washington’un birçok ikonik müzesi, hükümet binaları ve anıtlarla birlikte şehrin en tanınmış simge yapıları yer alıyor.
Şehrin en önemli sembollerinden biri olan Washington Anıtı. 169,35 metre yüksekliği ile dünyanın en yüksek dikilitaşı ünvanına sahip anıtın inşası 1885 yılında tamamlanmış.
Öte yandan, projeyi finanse etmekle ilgilenen ve Bölge’nin zengin toprak sahiplerinin taleplerini kabul ederek sürekli tavizler veren belediye yetkilileri, L’Enfant’ın vizyonunu paylaşmıyormuş. Süreç içerisinde L’Enfant’ın komisyon üyelerine karşı koyma konusundaki inatçılığı ve nüfuz sahibi bir Washington sakini olan Daniel Carroll’un evini bir caddeye yol açmak için kaldırmayı önermesi neticesinde, Washington 1792’de L’Enfant’ı görevden almak zorunda kalmış.
Ardından, L’Enfant ile birlikte şehri araştırmak için çalışan Andrew Ellicott, tasarımı tamamlamakla görevlendirilmiş. Ellicott, orijinal planda değişiklikler yapmış olsa da, L’Enfant’ın şehir planı genel hatlarıyla takip edilmiş. 1825’te hayatını kaybeden L’Enfant, başkentteki çalışmaları için hiçbir zaman ödeme almamış.
1800’lerde şehir hâlâ tamamlanmış olmaktan çok uzakmış. O zamanlar düzensiz şekilli, ağaçlarla kaplı, dolambaçlı yolları olan bir park olan Mall’da inekler otluyormuş. 20. yüzyılın başlarında ise L’Enfant’ın vizyonu, gecekondu mahalleleri ve National Mall’daki bir tren istasyonu da dahil olmak üzere rastgele yerleştirilmiş binalar tarafından gölgelenmiş.
1901’de Senato, başkenti büyük ölçüde L’Enfant’ın planına bağlı kalarak düzenleyecek bir mimarlar ve planlamacılar ekibi olan McMillan Komisyonu’nu kurmuş. Geniş bir park sistemi planlayan ekibin çalışmaları ile National Mall yeniden düzenlenmiş ve batıya ve güneye doğru genişletilerek Lincoln ve Jefferson anıtlarına yer açılmış.
Şehrin mimarisi, Neoklasik, Georgian, Neo-Gotik ve modern olmak üzere çok çeşitli üslupları yansıtıyor. Beyaz Saray, Washington Ulusal Katedrali, Thomas Jefferson Anıtı, Birleşik Devletler Başkenti, Lincoln Anıtı ve Vietnam Gazileri Anıtı gibi yapılar başta olmak üzere birçok binada bu üslupların izi görülüyor.Neo-Gotik üslupta inşa edilen Washington Ulusal Katedrali, ABD’deki ikinci büyük katedral ünvanına sahip. 1907’de inşaatına başlanan yapı, ancak 83 yıl sonra tamamlanmış.
Massachusetts Bulvarı’nın Embassy Row olarak bilinen bölümü, 177 elçilik binasına ev sahipliği yapıyor.
1910 tarihli Federal Bina Yüksekliği Yasası’na göre bir binanın yüksekliği ancak bitişik sokağın genişliğinden 6,1 metreye kadar olabiliyor ve böylelikle şehrin silüetinin alçak kalması sağlanıyor.
Washington şehir merkezinin dışında, mimari üsluplar daha da çeşitleniyor. Romanesk, Neo-Georgian, Beaux-Arts ve çok çeşitli Viktoryan üslupta tasarımlar yer alıyor. Sıra evler, özellikle İç Savaş’tan sonra geliştirilen alanlarda öne çıkıyor ve tipik olarak Federalist ve geç Viktorya dönemi tasarımlarını takip ediyor.
Federal üslup, yeni kurulan Amerika Birleşik Devletleri’nde 1780 ve 1830 yılları arasında inşa edilen klasik yapıları kapsıyor ve ağırlıklı olarak Andrea Palladio’nun çalışmalarına dayanıyor. Başta Beyaz Saray olmak üzere ülkedeki birçok hükümet binası bu üslubu yansıtıyor.
Georgetown’daki 1765’te inşa edilen Old Stone Evi, şehrin en eski ve değişmemiş binası, bölgenin yerel mimarisinin önemli örneklerinden biri.
Yararlanılan Kaynaklar: