Blakernai Saray Kompleksi'nden günümüze kalan tek saray olan Tekfur Saray'ında yapılan restorasyona uzmanlardan tepki var. Çatısı yeniden inşa edilen sarayın restorasyonu için uzmanlar "Sıradan inşaat mantığı" diyor.
Fatih Belediyesi’ne bağlı Ayvansaray Mahallesi’nde bulunan ve restorasyonla birlikte çatısı yeniden inşa edilen Tekfur Sarayı, Blakernai Saray Kompleksi’nden günümüze kalan tek saray olma özelliğini taşıyor. Ne zaman ve kimler tarafından inşa edildiği tam olarak bilinmeyen Tekfur Sarayı’nın restorasyon inşaatı tabelasında “Saray Tamamlama İnşaatı” yazarken uzmanlar Tekfur Sarayı restorasyonun Türkiye’de restorasyonun sıradan bir inşaat faaliyeti olarak algılanmasının en iyi örneklerinden olduğunu söylüyor. Restorasyon süreci devam ederken sarayın sergi salonu ve konferans alanı olarak kullanılması öngörülüyor. Daha önce yapımına başlanan ve tepkiler sonrası durdurulan sur restorasyonları gibi Tekfur Sarayı restorasyonu da uzmanların tepkisini çekti.
Prof.Dr. Afife Batur: Türkiye’de restorasyon sıradan bir inşaat işi gibi algılanıyor.
Konuyla ilgili olarak Arkitera’ya konuşan Prof.Dr. Afife Batur, restorasyonun çok ciddi bir çalışma alanı olduğunu belirterek, “Restorasyon yapılırken son teknoloji ile bir gökdelen inşasına gösterilen dikkat ve özenle davranmak gerekir. Ne var ki son yıllarda Türkiye’de restorasyon sıradan bir inşaat işi gibi algılanıyor. Tekfur Sarayı restorasyonunda yeniden çatı inşa etmek ve bir tamamlama çalışması yapmak yerine yapı olduğu gibi güçlendirilerek korunmalıydı. Bir tamamlama değil günümüze ulaştığı şekliyle korunmasını amaçlayan bir restorasyon daha doğru olurdu. Belki üzerine şeffaf bir örtü –elbet çok dikkatle tasarlanarak- tertip edilebilirdi. Dünyaca ünlü bir Bizantolog olan Prof. Semavi Eyice gibi bir isimden görüş, öneri alınabilirdi. Mesela fotoğraflarda görünen pencerelerin ne kadar aslına uygun olduğu sonucuna nasıl varıldı? Yine yapının çatısının inşa edildiği gibi olduğu nasıl belgelendi” dedi.
Mimar Barış Altan konuyla ilgili olarak Arkitera’ya yaptığı açıklamada Tekfur Sarayı’nı özgün haline dönüştürmenin gereksiz ve yaratıcılıktan uzak bir çalışma olduğunu belirterek şöyle devam etti: “Çatı örtüsü ve kat döşemeleri ortadan kalkmış, adeta heykele dönüşmüş bir yapı olarak Tekfur Sarayı uzun yıllardır, gerek kentin silüetine gerek kentlilerin hafızasına kazınmış durumdadır. Böyle bir yapıyı özgün haline dönüştürmek gereksiz ve yaratıcılıktan uzak bir çabadır. Ayrıca bu noktada, “hangi özgün hali” sorusunu sormak gerekiyor. Tüm tarihi yapılar gibi Tekfur Sarayı da yüzyıllar içinde değişikliklere uğraşmış bir yapıdır. Dönem eki olan kademeli kalkan duvarlar restorasyon sırasında kaldırılmış durumdadır. Bu kalkan duvarlar görsel ve kolektif hafızada yer etmişlerdi ancak proje müellifinin ve muhtemelen de bilim kurulunun kararı ile kaldırıldı”
Türkiye’de restorasyonun, bir tasarım konusu yerine, sıradan bir inşaat faaliyeti olarak algılamasının en çarpıcı örneklerinden birisinin Tekfur Sarayı olduğunu söyleyen Altan “Bu yapının projelendirme süreci çoğulcu ve katılımcı bir süreç olarak planlansaydı, çatısını kapatıp, kat döşemelerini yapmak yerine, günümüz mimarlığına ait bir tasarım bu önemli tarihi yapıya eklemlenebilirdi” dedi.
Uzun yıllardır, restorasyon uygulamalarının yapıldığı binalardaki tabelaları incelediğini de sözlerine ekleyen Altan şöyle devam etti: “Bu tabelaların çoğunda proje müellifinin adı yerine müteahhidin adının yazması veya restorasyon ile inşaat kelimelerinin yan yana kullanılması sık rastlanan bir durumdur. Ancak “tamamlama inşaatı” ibaresi ile ilk defa Tekfur Sarayı’nda karşılaştım. Anlaşılıyor ki, proje müellifi ve işin sahibi olarak İstanbul Büyükşehir Belediyesi, yapılan işin bir restorasyon olmadığını, tam da tabelada yazdığı gibi “tamamlama” olduğunu vurgulamakta sakınca görmemişler. Bu tutumu bir samimiyet olarak da algılayabiliriz belki” dedi.
Ne zaman ve kimler tarafından inşa edildiği tam olarak bilinmeyen Tekfur Sarayı’nın restorasyon inşaatı tabelasında “Saray Tamamlama İnşaatı” yazıyor.
Restorasyon işlerinin sıradan bir inşaat faliyeti olarak ele alındığını vurgulayan Altan sözlerini şöyle sürdürdü: “Restorasyon uygulaması özünde bir inşaat faaliyeti, sonuçta bir yapı ile uğraşıyorsunuz. Ancak sıradan bir inşaat faaliyeti değil. Restorasyon konusunun önemli bir kamusal sorumluluk boyutu da var. İster bir özel mülkü ister kamuya ait bir yapıyı restore edin, özünde o yapı tüm toplumun mirasıdır. Bu yüzden de yapılacak olan müdahalede şeffaf ve katılımcı olmak gerekir. Hele ki bu yapı Tekfur Sarayı gibi son derece önemli bir yapı ise, sorumluluk çok daha fazla olmalıdır. Projeyi hazırlayanların da bu sorumluluğu omuzlarında hissetmesi beklenir. Ama görüyoruz ki Tekfur Sarayı’nın proje müellifinin böyle bir derdi olmamış. Proje işini ihale ile almış, bir fonksiyon önermiş veya önerilmiş ve inşaata başlanmış. Bu durumun, bir arsa alıp, üzerine konut mu iş yeri mi yapayım kararını verip inşaata başlamadan pek farkı yok.”
Mimar Korhan Gümüş ise Arkitera’ya yaptığı açıklamada Tekfur Sarayı’nın Bizans döneminden kalma en önemli sivil mimarlık eserlerinden birisi olduğunu belirterek, “Tekfur Sarayı’nda anladığım kadarıyla eksik kolonları, döşemeleri, çatıyı tamamlayan bir inşaat işi yapılıyor. Bizans döneminden kalma en önemli sivil mimarlık eserlerinden biri olan bu yapı için başka bir şey yapılabilirdi. Sorun yalnızca bu değil. Yakında ya el sanatları çarşısı yapabilir, ya da bir şirkete devredebilirler. Bu eşsiz kültür mirasını yönetecek, bakımını yapacak bağımsız bir kamu örgütü yok. Yıllardır bu tür anıt yapılar için kimin nasıl yaptığı belli olmayan projeler sergilenir durur, ama nedense kimseden bir ses çıkmaz. Hemen Tekfur Sarayı’nın yanında sergilenen “ytong duvar” benzeri sur bunun bir örneğidir. Eleştiriler sonucunda yapsalar yapsalar kafaları karıştıracak yöntemler bulurlar. Bu sefer de bu işleri yapanlar “taş eskitme teknikleri” gibi konularda ahkam kesmeye başlarlar. Bu nedenle çevresindeki bir dolu duvar -kara surları ile artık bir ilgisi kalmadığı için duvar demek lazım- bu yüzden yarım bırakılmış inşaat görüntüsündedir” dedi.
Restorasyon süreci devam eden sarayın sergi salonu ve konferans alanı olarak kullanılması öngörülüyor.
İstanbul gibi eşsiz bir kültürel mirasa sahip şehrinin neden mimarlıktan yani deneysel, piyasa odaklı olmayan mimarlık alanı olan restorasyon işlerinde nasibini alamadığını tartışmak gerekli diyen Gümüş sözlerini şöyle sürdürdü: “Neden restorasyon gibi deneyselliğe, araştırmaya ve bilgiye dayalı bir mimarlık uğraşı olması gereken restorasyon çalışmaları “tamamlama” veya rökonstrüksiyon (ihya) işi olarak gerçekleşiyor? Neden Surlar, Topkapı Sarayı, Süleymaniye Camii gibi eşsiz mimarlık eserlerinde bile “restorasyon” deyince benzeterek “aslına uygun” inşa etme yöntemi izleniyor, bunun üzerinde kafa yormak lazım diye düşünüyorum. Gördüğüm, rastgeldiğim eleştirilerin genellikle “yanlış yaptılar” gibi tarzda olduğunu söyleyebilirim. Surlarda örneğin harca çimento mu kattılar, bazı yetkili ve etkili uzmanlar bunu tartışıyor ama gördüğüm kadarıyla sorunu tartışan yok. Eğer araştırma projelendirme işleri müteahhitlik hizmetleri olarak gerçekleşirse ve bilim insanları da onlara bağlı olarak çalışırsa, restorasyon meselesinin deneyselliğe, bilgiye açılmasını nasıl isteyebiliriz? Taksim projesinde bile dikkat ederseniz projeyi tartıştık ama nasıl ihale ile yapılabildiğini tartışmadık.”