Sanayi kenti olan Antep son yıllarda aldığı göçler ile nüfusu 1,5 milyonu bulurken, kentin sanayi açıdan gelişmesine rağmen eğitimde ülkenin en son sıralarında yer almasının başında çarpık kentleşme, işsizlik, yoksulluk gibi faktörler yer alıyor.
Antep, emek sömürüsünün en yoğun olduğu kentlerin başında yer alıyor. Kentteki çarpık gelişmeleri değerlendiren Sosyolog Yasemin Doğanoğlu, Antep’te yaşanan çarpık kentleşmeye dikkat çekerek, Antep’e, Urfa, Siirt, Şırnak, Adıyaman, Van’dan gelen göçlerin temel sebeplerin başında 90’lı yıllarda yaşanan çatışmalı süreç olduğu belirterek, çarpık kentleşmenin Kürt sorunu ile bağlantısı olduğunu söyledi.
“GECEKONDULAŞMA BİR GECEDE YAPILAN YIĞMA YAPILARDIR”
Antep’te diğer sanayi şehirlerinden farklı olarak gecekondulaşmanın olmadığına dikkat çeken Doğanoğlu, “Gecekondulaşma dediğim olgu isminden de anlaşıldığı gibi tek bir gecede yapılan bir çatısı olan ‘yığma’ yapılardır. Antep’te bu tür yapılara rastlanmaz Antep’in kültürel geçiş bölgelerindeki yapılara baktığımızda gecekondu yerine ‘Pre apartman’ kavramının daha yerinde olacağı söylenebilir. Antep’teki çarpık kentleşmeyi gecekondulaşma olarak nitelemek zordur” diye kaydetti.
Türkiye’de erken yaşta çalışan çocukların İstanbul, Ankara, İzmir, Adana’dan sonra Antep’te de çalışan çocuk sayısının çok olduğuna işaret eden Doğanoğlu, “Sokakta çalışan çocuk olgusunun bir diğer gerçekliği ise göçle gelen ve genellikle düzenli bir geliri olmayan marjinal işlerde çalışan aile bireyleri olmasıdır. Bu durumda sokakta çalışma, göçle gelen ailelerin mevcut kent dokusuna karşı bir tür var olma tepkisidir” diye konuştu.
“PSİKOLOJİK VE PATOLOJİK TRAVMALARI GÖZ ARDI EDİLMEMELİ”
Antep’teki çarpık kentleşmeyle ilgili birçok çalışması bulunan Jeoloji Mühendisi Müslüm Acar, çarpık kentleşmeyi sadece göç ve ekonomik etkenlere bağlamanın yetersiz kalacağını söyledi. Etnik ve inançsal olarak ötekileştirenlerin, üzerinde yarattığı sosyal, psikolojik ve patolojik travmaları göz ardı etmeden değerlendirmek gerektiğine dikkat çeken Acar, “Şehrin diğer yüzünde yaratılan siteler ve etrafında şehirle ve toplumla bağlarını kesen ve ayrıcalıklı bir yaşam yaratan duvarları da aynı çarpıklığın içinde ve ondan bağımsız düşünmek mümkün değil. Yeşil alanların vasıfları değiştirilerek imara açılması ayrıca dikkat çekicidir” dedi.
“TAHRİBATLAR ÜRKÜTÜCÜ SEVİYEDE OLACAK”
İleri ki süreçte çarpık kentleşmenin yarattığı ve yaratacağı tahribatların ürkütücü seviyelerde olacağını söyleyen Acar, “İçinde insani ve estetik kaygı taşımayan hiçbir mimari yapı sağlıklı olmayacaktır. Betonlaşmayı ve sefer taslarını andıran binaların yapımını özendiren ve insanı sadece potansiyel seçmen gören bir sistemin, sağlıklı sonuçları olmayacaktır” diye kaydetti. Şehirlerin, plansız programsız ve denetimsiz bir şekilde büyüyerek bir nevi kontrol mekanizmalarını kanser hücreleri gibi kendini tükettiğini ifade eden Acar, “Şehri ve siluetini yeniden tarihi, mimari ve mühendislik yönünden değerlendirip inşa etmek, yeşil alanlar yaratmak ve sosyal yaşamı yadsımadan ayrıca kendi doğallığı ve zenginliği içinde yaşatmak durumundayız. Yoksa gençliği yitirmiş toplumların geleceklerini de yitirdiği gibi çocuklarımızı kendi ellerimizle boğazlayıp katline sebep çarpık kentler yaratmaya devam edeceğiz demektir” dedi.