TMMOB Şehir Plancıları Odası Afet Dönüşüm Yasası'nın Meclis Genel Kurulu'ndan geçmesi üzerine kendi sitelerinde bir basın açıklaması yayınladılar.
Basın açıklamasının tam metni şu şekilde:
“‘AFET RİSKİ ALTINDAKİ ALANLARIN DÖNÜŞTÜRÜLMESİ HAKKINDA KANUN’ İNSAN HAKLARINA VE ANAYASA’YA AYKIRIDIR.
Büyük bölümü afet riski altında olan ülkemizde, olası afetler öncesinde, can ve mal kayıplarının yaşanmasının önüne geçilmesi amacıyla gerekli önlemlerin alınmasının yanı sıra var olan yapı stokunun olası afetlere karşı güvenli kılınması için devlet eliyle çalışmaların yapılması kaçınılmazdır. Benzer tespitlerden yola çıkarak hazırlandığı dile getirilen ‘Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun’ TBMM tarafından dün tamamlanan görüşmeler sonucunda yasalaştırılmıştır.
Kamuoyunda oluşan yoğun tepkiye rağmen, TBMM komisyonlarında yeterli düzeyde tartışılmadan, korku ve endişe yüklü TV reklamlarıyla desteklenerek Genel Kurul’a getirilen ve TBMM’deki görüşmeleri tamamlanarak yasalaştırılan ‘Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun’, düzenlemenin gerekçeleri arasında da sayılan amacına hizmet etmekten uzak olmasının yanı sıra, insan haklarına ve anayasaya açıkça aykırı düzenlemeler içermektedir.
Kabul edilen haliyle Yasanın uygulamaya sokulması, Türkiye kentlerini bir adım ileriye taşıyamayacak, kentsel alanda huzursuzluğu arttıracak, doğal afetten korunması amaçlanan halkın, devlet eliyle afet yaşamasına neden olacaktır.
– Yapılan düzenleme ile en temel insan haklarından biri olan barınma hakkının savunulması ve dayatılan anlaşmaya karşı çıkılması cezalandırılmaktadır. Böylesi bir düzenleme hukuk kurallarının yerini mafya kurallarının alması demektir. Bugüne kadar kentsel dönüşüm alanlarından halkın zorla dışlanması uygulamalarına karşı örneklerini gördüğümüz “barınma hakkı” direnişlerinin, zor kullanarak ve cezalandırma tehditleriyle engellenmesi, en temel insan haklarından olan barınma hakkının savunulmasına karşı geliştirilen bu tehdit, bu günden sonra dönüşüme konu olan alanlarda hukuk kurallarının yerini mafya kurallarının alması anlamına gelecektir.
– Yasa hükümlerinin gerektiğinde sağlam yapılara da uygulanabilmesine ilişkin endişe verici düzenleme açıkça Anayasaya aykırıdır. Yasada yapılan düzenleme ile risk taşımayan yapıların da ‘uygulama bütünlüğü’ gerekçesiyle kanun hükümlerine tabi olacağı belirtilmiştir. Bu düzenleme ile riskli yapıların yanı sıra risk taşımayan yapılar, Bakanlığın belirleyeceği sınırların içinde kalmaları durumunda yıkılabilecektir. Böylesi bir düzenleme, güvenli, risk taşımayan yapılarda oturan kişilerin hukuksal güvencelerini, barınma haklarını, konut dokunulmazlığını, belirsizlik taşıyan ‘uygulama bütünlüğü’ kavramına dayanarak ortadan kaldıracaktır. Yasa yürürlüğe girdiği günden başlayarak, Türkiye sınırları içinde hiç kimsenin konutu ve barınma hakkı güvende olmayacaktır.
– Riskli alanlardaki yapılara verilen kamusal hizmetlerin durdurulmasına ilişkin düzenleme, barınma sorunlarının çözümüne ilişkin kararlarla desteklenmediği sürece bu alanlarda yaşayanlar açısından kabul edilemez, insan haklarına ve sosyal devlet ilkesine aykırıdır. Riskli alanlardaki yapıların tamamında, yapılara elektrik, su ve doğalgaz hizmetlerinin verilmeyeceği, verilen hizmetlerin durdurulacağına ilişkin düzenleme, bu tür yapılarda yaşamak zorunda kalan yoksul kesimler açısından önemli sağlık ve güvenlik sorunlarının ortaya çıkmasına neden olacaktır.
– Altyapı maliyetlerinin konutları yıktırılanlara ödetilmesi, yoksul kesimlerin borç miktarını büyütecek, Anayasanın Hukuk Devleti ve Sosyal Devlet ilkeleri ile çelişen bir düzenlemedir. Yasada yapılan ‘gerekli görüldüğünde Bakanlar Kurulu kararı ile sosyal donatı ve altyapı harcamaları uygulama maliyetine dahil edilmeyebilir’ biçimindeki istisna düzenlemesi, genel olarak sosyal donatı ve altyapı harcamalarının maliyete ekleneceğini göstermektedir. Böylesi bir düzenleme, evleri yıktırılan yoksul kesimlerin daha büyük miktarlarda borçlandırılmasına neden olacaktır.
– Yasa ile yetkinin genel olarak Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na verilmesi, yerleşmelerin asıl sorumlusu olan yerel yönetim birimlerinin devre dışı bırakılmasına neden olacaktır. Bakanlığa tanınan yetkiler, belediyeleri kentlerinde yetkisiz bırakacak, halk ile belediye, belediye ile bakanlık karşı karşıya gelecektir.
– Yasa ile kamunun elinde kalan son araziler de elden çıkarılacak, kamusal fakirleşme yeni bir boyut kazanacaktır. Uzun yıllardan bu yana yapılan satışlarla tükenme noktasına gelen kamu mülklerinden kalan son parçaların da satışa konu edilerek talan edilmesinin yolunu açan bu düzenleme, aslen kentsel sosyal ve teknik altyapı alanları için kullanılması gereken bu alanların tümüyle ortadan kalkmasına neden olacaktır.
– Yasa ile Hazine dışındaki kamu kurumlarına ait taşınmazların da, üstelik bu alanların riskli alanda olma koşulu da aranmadan Bakanlığa tahsis edilmesi sonucunda, kentlerimizin rantı yükselen merkezi bölgelerindeki kamu tesislerine (okul, hastane vb.) yönelik talan süreci hız kazanacaktır.
– Yasanın “Uygulanmayacak mevzuat” başlıklı maddesinde yapılan düzenleme ile ülkemizin sahip olduğu önemli doğal ve kültürel zenginlikleri koruma altına alan yasal kurallardan sınırsız biçimde vazgeçilmektedir. Yapılan bu düzenleme riskli yapılar gerekçe yapılarak başlatılabilecek ağır bir talan sürecini işaret etmektedir. Yasa ile ülkemizin tüm kıyılarında, tarım alanlarında, zeytinlik alanlarında, meralarında, orman alanlarında ve hatta sit alanlarında yaygın bir talanın önü açılmış olacaktır.
– Riskli yapıların yenilenmesi gerekçesi kullanılarak, mera alanlarının talan edilmesi daha da kolaylaştırılmıştır. Yasa ile hayvancılığı tükenme noktasına gelmiş olan ülkemizin mera alanlarından Bakanlık tarafından ihtiyaç duyulan alanların, sınırsız biçimde, mera vasfının kaldırılması ve yapılaşmaya açılması kolaylaştırılmıştır. Afet açısından herhangi bir risk taşıma olasılığı bulunmayan mera alanlarının devrini ve satışını kolaylaştıran bu düzenleme sonucunda ülkemiz hayvancılığı ve korunması gereken doğal değerlerimiz ağır bir darbe daha alacaktır.
– Yasa ile getirilen mülkiyet hakkının kullanımının kısıtlanmasına ilişkin tanımlanan yetkiler de açıkça Anayasaya aykırıdır. Yasa ile riskli yapıların bulunduğu alanların yanı sıra, Bakanlık tarafından belirlenecek, yapılaşmamış boş rezerv yapı alanlarında her türlü imar ve yapılaşma işlemlerinin geçici olarak durdurulması öngörülmüştür. Riskli alanlar açısından yerinde olan bu düzenleme, diğer alanlar açısından Anayasanın Hukuk Devleti ilkesine aykırı uygulamalara neden olacaktır.
– Planlama kararlarına yönelik “özel” standart belirleme yetkisi, sosyal ve teknik altyapı standartlarının düşürülmesinin önünü açan, yenilenen alanların yaşanabilir alanlar olmaktan uzaklaşmasına neden olabilecek bir düzenlemedir. Riskli yapıların bulunduğu alanlar ile rezerv yapı alanı olarak belirlenen bölgelerde, İmar Kanunu ve bu kanun uyarınca çıkarılmış olan ve uyulması zorunlu teknik ve sosyal altyapı standartlarına uyulmaması kentlerin bu bölümlerinde daha az yeşil alan, daha az okul, daha az sosyal ve kültürel tesis içeren planların onaylanabilmesi demektir. Bu durum, geçmişte riskli yapı alanlarında yaşayan kesimlerin, gelecekte sağlıksız kent parçalarında yaşamaya mahkûm edilmesine neden olacaktır.
– İmar planlarında kamu yararına kararları üretmesinin temel koşullarını oluşturan yasal kurallara uyulmayacak olması, Kanun kapsamında yapılacak uygulamaların yaşanabilir çevreler üretmesini engelleyecektir. Plan yoluyla sağlıklı bir yaşam çevresi oluşturmanın ön koşulu olan kurallardan vazgeçilmesi, Anayasa’nın 56. maddesinde yer verilen ‘Konut Hakkı’ ile ilgili ‘Devlet, şehirlerin özelliklerini ve çevre şartlarını gözeten bir planlama çerçevesinde, konut ihtiyacını karşılayacak tedbirleri alır, …’ biçimindeki düzenlemeye de açıkça aykırıdır.
Sonuç olarak;
Yapılan düzenlemeler, ülkemizde kentleşme konusunda izlenen “ikiyüzlü” politikanın sürdürülmesi, bir yandan riskli yapı ilan edilen yapıların yıkıldığı, diğer yandan yeni riskli yapıların üretiminin sürdüğü, afet riski gerekçe gösterilerek tüm kentlerimizin bir rant aktarım alanı haline dönüştürüldüğü, “Hukuk Devleti” ilkesinin yerle bir edildiği bir gerçekliğe doğru yol almak demektir.
Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun, ülkemizin gerçek ihtiyacı olan, kentlerin afetlere karşı duyarlı, sakınım içerikli planlanmasını, denetimsiz ve mühendislik hizmeti almamış yapılaşmanın engellenmesini sağlayacak düzenleme olmaktan oldukça uzaktır.
Afet riskinin azaltılması gerekçesiyle hazırlanan yasada var olan, yaşamın gerçek sigortası olan ormanlar, meralar, sulak alanlar, kıyılar, tarım alanları gibi doğal varlıkların talanına olanak sağlayacak, yeni afetlerin oluşmasına neden olacak yaklaşımdan vazgeçilmeli, Yasa Cumhurbaşkanlığı tarafından yeniden görüşülmek üzere TBMM’ne iade edilmelidir.
Necati Uyar
TMMOB Şehir Plancıları Odası Genel Başkanı”