Dokunmaktan en çok hoşlandığı şey "inşaat harcı", en sevdiği koku ise "ağaç, tabiat, yeşillik". Allah gönlüne göre verdi: Erdoğan Bayraktar, ilk Çevre ve Şehircilik Bakanımız.
Eski Başbakanlık Toplu Konut İdaresi (TOKİ) Başkanı, yeni Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar, kamuoyunda hak ettiği kadar tanınan bir isim değil. Maalesef var olan namının güncel bölümünü de, Aslantepe Stadyumu’nun açılışında taraftarının Başbakan’ı ıslıklamasına neden olan konuşmaya borçlu. Kaldı ki 27 Mart’taki mali kongrede Adnan Polat’ın aktardığına göre Galatasaraylılar’dan özür dilemek istemiş ancak Başbakan Erdoğan izin vermemişti.
Oysa başında bulunduğu kurum ve onun en büyük temsilcisi olduğu kentleşme anlayışıyla ülkenin Başbakan’dan sonra belki de en tanınan insanı olması gerekirdi Bayraktar’ın. Yönettiği idare Türkiye’nin neredeyse yeniden inşasıyla görevliydi. Yine maalesef, TOKİ’de görev yaptığı dokuz yıl ve milletvekili adaylığı süresince bu inşanın sadece niceliğinden bahsetti: “500 bin konut, 715 spor salonu ve dünya standartlarında stadyumlar, 94 hastane ve 87 sağlık ocağı, 20 bin derslikli 690 okul, 37 kütüphane, 27 sevgi evi, 420 ticaret merkezi, 352 cami, 152 karakol. İnşaat sektörünün göz bebeği haline geldi. Piyasaya 22 milyar TL sıcak para aktardı.” (erdoganbayraktar.com) TOKİ’nin ürettiği yapıların niteliği ve Türkiye’ye ettikleri/edecekleri ise sadece TOKİ dışındakilerin, bu yeniden inşanın insani yönlerine kafa yoranların, örneğin bilim insanlarının, meslek odalarının, mağdurların, örneğin Romanların, Kürtlerin, doğanın, örneğin Cennet Tepesi’ni son anda toplu konut projesinden kurtaran Ayvalıklıların derdi oldu.
Laz “out”, TOKİ “in”
Faruk Bildirici’ye verdiği röportajda mesleki kariyerini şöyle aktarıyor: “Sıvacılık, amelelik yaptım. İnşaatçılık revaçta bir meslekti. Onun etkisiyle inşaat mühendisliğine girdim. Master yaparken kooperatif kurdum. Askerde de inşaat kontrol amir vekili yaptılar beni. 1973’ten 1989’a kadar müteahhittim. Yap satçılık yaptım. Yani, Laz müteahhittim. En koyu Ofluyum. 4,5 sene KİPTAŞ’ta çalıştım.” (Hürriyet, 30.09.2009) Aralık 2002’de, 1984’te kurulan TOKİ’nin onuncu başkanı oldu. Kendi tanımıyla “Laz müteahhit”in başında bulunduğu kurum ve bizzat kendi görev dönemi Türkçemize, eskisini aratmayan yeni bir tamlama daha kazandırdı: “TOKİ müteahhidi”.
Duyarsızlık
İşte bu içeriği eski, ismi yeni ama ölçeği ve dolayısıyla kalıcı etkisi daha büyük “mimari” anlayışı Mimarlar Odası eski Genel Başkanı Oktay Ekinci şöyle tarif ediyor: “TOKİ dağlara taşlara sıraladığı şu kimliksiz, tekdüze ve yöresine tümüyle yabancı ‘blok apartman’ mimarisini hızla yaygınlaştırarak, Anadolu’da olduğunu unutan bir yapılaşma ve şehircilik anlayışını ısrarla sürdürüyor (…) Yer seçimindeki duyarsızlığın yanı sıra mimari tasarım ve yerleşme düzeni bakımından da ‘TOKİ mimarlığı’, herhangi bir mimarlık okulunda daha ilk senelerde bile sınıfta kalır (…) Nerede bir TOKİ projesi varsa, orada, ne yöreyle uyumlu bir mimarlık var, ne kent kültürüne saygılı bir planlama, ne de çevreye duyarlılık… Sadece aynı türden apartmanların sözde ‘ucuz tasarım’ ve ‘inşaat kolaylığı’ adına sıralanması var.” (Cumhuriyet, 11 Ekim 2007)
Tek kent
Kültür Bakanlığı’nın internet sitesi “TOKİ mimarlığı”nın faaliyet sahasını şöyle tanımlıyor: “Türkiye’nin tarihi 10 bin yıllık bir zaman dilimini kapsar. Anadolu toprakları, Sümer, Babil ve Asur kültürlerinin Hatti, Hitit ve Hurri’ler aracılığıyla yüzyıllar boyunca birbirlerini etkilediği bir buluşma noktası olmuştur. Bütün bu etkileşimlerin sonucu ise (…) eşsiz bir Anadolu uygarlığının biçimlenmesidir.”
Bu tanım yerine, Türkiye’nin binlerce yıllık kültürel dokusunu yere göğe sığdıramayan bir başka hamasi söylemi de koyabilirsiniz. Gelgelelim bu söylemlerin hiçbiri o “eşsiz Anadolu uygarlığı”nın yerden göğe blok betonlarla kaplanmaması, geri dönülmez şekilde tahrip edilmemesi ve konut edindirme gerekçesiyle insani yaşama uzaklaşmamasına bahane olamıyor. O “eşsiz”lik TOKİ eliyle “hepsi birbirinin eşi” yaşam alanlarına dönüşüyor. Bırakın mimarlık öğrencisini, ders kitabında Mardin ve Muğla’nın fotoğrafını gören bir ilköğretim talebesi bile bu iki kente neden aynı tip ve tasarımda konutlar inşa edilemeyeceğini idrak edebilir.
Para kazansak da o paralar…
Sorun sadece yaşam alanlarımızın tek tipleşmesi ve kültürel dokunun kaybolması değil elbette. Gazeteci Songül Selvi’nin “Merkez Bankası’nın Ataşehir’e taşınmasına ilişkin haberlerin gayrimenkul fiyatlarını artırdığı ve taşınmanın bazı kesimleri zengin ettiğine dair” sorusuna şu cevabı veriyor Bayraktar: “Ee, fiyatlar yükselsin (…) Hak sahiplerine biraz daha para versek, biraz daha oradan para kazansak da o paralarla fakir fukaraya biraz daha fazla konut yapsak.” (Dünya, 28.01.2008) Bu cevap Sulukule’nin, Tarlabaşı’nın, Başıbüyük’ün, Türkiye’de sayısı şimdilik 150 civarında zikredilen kentsel dönüşüm alanlarında yaşananın bir özeti değil mi? Öyle ya, yaşadığımız yerlerin fiyatları yükselsin, “para kazansak da o paralar” yaşadığımız yerde yaşamaya yetmesin ve uzaktaki blok apartmanlarımıza sürülelim.
Kent sosyolojisi ve TOKİ üzerine çalışan Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nden Tuna Kuyucu’ya göre “TOKİ’nin ve belediyelerin uyguladıkları projeler şehirlerin potansiyel rant alanlarını ‘dönüşüm’ adı altında mevcut nüfuslarından arındırmak ve yerlerine daha varsıl kesimleri çekmek amaçlarına hizmet etmektedir. Yani TOKİ piyasa dinamiklerine alternatif geliştirmek yerine bu dinamiklerin kamu kaynaklarıyla önlerini açmakta, rantın çapını büyütecek projeler gerçekleştirmektedir.” (Birgün, 09.01.2008)
Bayraktar’ın, bilim insanlarının ya da bizim söylediklerimizden ziyade bizzat “TOKİ mimarlığı” yeterince net bir fotoğraf koyuyor önümüze. Muğla’dan Mardin’e bu “mimarlığın” Anadolu’ya ettiklerinin tanığıyım.
Faruk Bildirici’nin röportajında “En çok neye dokunmaktan hoşlanırsınız” sorusunu “inşaat harcına” diye cevaplamış. “En sevdiğiniz koku” sorusuna ise “ağaç, tabiat, yeşillik kokusu” yanıtını vermiş. Bu ikisi arasında samimi bir ilişki kurmak imkansız gözükse de Allah gönlüne göre verdi: İlk Çevre ve Şehircilik Bakanımız Erdoğan Bayraktar oldu. Hayırlı olsun.