Kentsel yaşam bütünüyle karmaşa ve hava kirliliğinden ibaret değil Leo Hollis, şehirlere ilişkin en iyi öyküleri arasında eski Roma’dan modern Manhattan’a ışıldayan kimi saygı duruşlarını keşfediyor.
Şehirler, Uruk’un bugün ABD ordusunca atış poligonu olarak kullanılan Güney Irak’ta bir harabe tarihini anlatan büyük epik destan Gılgamış’tan bu yana her türden drama, öykü ve felsefe için katalizör ve sahne oldu.
Buna karşın metropollerimiz edebiyatta sıklıkla insanların daha da vahimi, onların ruhlarının yok edicileri olarak tasvir edildi. Dante “Cehennem”i yaratırken aklında rönesans Floransası vardı; Dickens, Victoria dönemi Londrası’nı dünyanın bitip tükenmez hunharlığına yönelik bir eğretileme olarak kullanmıştı; Ian Rankin’in dedektifi John Rebus ise gerçek günahkarların başkenti Edinburgh’tan başka bir yerde çalışamazdı.
Şehir yaşamının avantajlarına ilişkin kitabım “Cities Are Good for You”ya başladığımda hakikatin geleneksel varsayımlardan farklı olduğunu keşfettim: Şehir hayatı hayırhah, özgürleştirici, yaratıcı ve sürdürülebilir olabilir.
Bu en iyi 10 listesi hem zaman hem de mekan bakımından şehirlere ilişkin birkaç farklı görünümü içeriyor. (Guardian)
Şehirler nasıl doğdu? Bu konuda en açıklayıcı kaynaklar genellikle yaratılış efsaneleridir. İlk Mezopotamya şehri Ur’un efsanesidir Gılgamış. Epik şiir, kutsal kralı ve onun ölümsüzlük arayışını anlatır ve Aden Bahçesi ve Büyük Tufan gibi daha çok bilinen öykülere anıştırmalar içerir. Bu efsanenin ilk büyük Yunan şehir tarihçisi Homeros’u da etkilediği söylenir.
Mimari üzerine Roma dönemine ait tek önemli kitap. Vitruvius, Marcus Antonious’un başkentini Augutus döneminin mermer başkentine dönüştüren mimardı. Klasik mimarinin temel kurallarını ortaya koyan kitap, sütun düzeninden merkezi ısıtmaya kadar birçok konuyu kapsarken Arşimet’in banyoda “eureka” diye çığlık atışıyla ilgili hikâyenin de ilk kaynağıdır. Kitap 15’inci yüzyılda yeniden keşfedilir keşfedilmez rönesansın antik dönem yapılarına olan merakına da ilham verdi.
Elizabeth dönemi Londrası’nda sokak sokak özlü bir gezi. John Stow, ortadan kalkmadan önce (Büyük Londra Yangını’ndan 68 yıl önce) sevdiği şehrin haritasını çıkarmak isteyen bir antika meraklısıydı. Başkente ilişkin tasvirleri ayrıntılarda hassas ve kusursuzdur. Bu da Londra’nın gizemli ritüeller ve hiyerarşilerle dolu yabancı bir yermiş gibi algılanmasına yol açar. Bugün başkentin sokaklarında gezinirken Stow’un Londrası’nın izlerine rastlamak zaman zaman tuhaf duygular yaratıyor.
Duygusal şehrin belki de en büyük vakanüvisi olan Dickens, şehrin fiziki coğrafyasının yanı sıra duygusal coğrafyasını da çiziyor ve okura Victoria Londrası’yla empati kurduruyor. Yazar, “Night Walks”ta sokakları arşınlayarak uykusuzluğunu tedavi etmeye çalışıyor. Gaz lambalarının titrek ışığı altında her şehir gibi Londra da bütünüyle farklı görünüyor.
1880’lerin sonlarında yazılan bu erken dönem bilimkurgu fantezisi şehir üzerine düşüncelerimizi beklenmedik biçimlerde değiştirdi. Romanda Bostonlu Julian West, 1887’de uykuya dalıyor ve 2000’lerde uyandığında kendisini sıradışı bir ütopyanın içinde buluyor. Romanın daha sonra ilham verdiği Avam Kamarası stenografı Ebenezer Howard’ın ilk kez Letchworth’te inşa edeceği Garden City (Bahçe Şehir) daha sonra 20’nci yüzyılın en önemli inovasyonlarından biri olarak bütün dünyaya yayılacaktı.
Ünlü Alman filozof Walter Benjamin’in Paris’in pasajlarına ilişkin bu tamamlanmamış, kaotik ve hipnotize edici tarih çalışması modern şehre ilişkin diğer bütün kitaplardan farklılaşır. Yazar, pasajların sosyetik burjuvalar için yaratılmış kapalı alışveriş geçitleri tarihi üzerinden şehri, halklarını, yaşam ve ideolojik biçimlerini didik didik eder. Kitap tamamlanamamıştır Benjamin, 1940’ta Pireneler üzerinden Fransa’yı terk etmeye çalışırken intihar etmişti. Kitapla ilgili müsvedde ve notlar daha sonra bir araya getirildi.
Günümüzün büyük şehir planlamacılarını belki de en çok etkileyen kitaptır bu. Jane Jacobs, Hudson Street, Greenwich Village’daki evinden New York City ile ilgili çalışmalara alternatif bir bakış getirmiştir. Jacobs’un düzenden çok topluma odaklanan “sokağın dansı”, işlek bir semtin nasıl gelişebileceğine ilişkin baştan çıkarıcı bir örnek sunar. Jacobs, sıklıkla basit ve geleneksel olmakla eleştirilse de insanı mühendis ve planlamacıların fazlasıyla ihmal ettiği bir ders olarak kentsel dünyaya ilişkin yorumların merkezine yerleştirmiştir.
Henri Lefebvre bu kitabı Paris’te 1960’larda taksi şöförü olarak çalışırken yazmıştı. Komünist çevresinden artık hoşnutsuz olan ünlü “Gündelik Hayatın Eleştirisi”nin (Critique de la vie Quotidienne) yazarı, kentsel hastalıklar üzerine bu kısa felsefi metni yaratmıştı. Mayıs 1968 olaylarının hemen öncesinde tamamlanan kitap, bir değişim mekanı olarak şehir fikrinin sesi olmaya devam ediyor.
Mumbai havalimanına yakın kenar mahallelerde geçen parlak bir acar gazetecilik çalışması. Katherine Boo, kitabının sayfalarını şenlendiren birçok karakterle konuşarak ve onları gözleyerek geçirmiş zamanını. Ne basit çözümlere yüz veriyor Boo, ne de dehşete sırtını dönüyor yine de bireysel yaşamların kendi vakarlarını korumasına izin veriyor. Enformel şehir ve kenar mahallelerin ekonomik potansiyeli o kadar tartışılmıştır ki, orada yaşayan insanları ve karşılaştıkları sıkıntılar hatırlanmaya değer.
Manhattan boyunca bu rastgele gezinti Guy Debord ve W. G. Sebald’ın ruhlarını yeniden canlandırıyor. Teju Cole, New York’ta yaşayan genç bir Nijeryalı yazar ve metni bir olay örgüsünden yoksun olsa da şehirde yaya olarak yaptığı turlar zaman, mekan, bellek ve hayal gücü üzerinden ritmi hiç düşmeyen etkileyici bir yolculuğa dönüşüyor. Cole’nin devasa şehri tasvirinde bir ağıt hissi var; sözcükleri aynı zamanda hem yalnız olup hem de engin kentsel karmaşayla bağ kurabileceğimizi hatırlatıyor bize.