Selçuklu mimarisi mi dediniz

Cumhuriyetin ilk yıllarında Mimar Kemalettin'le, Vedat Tek'le, anlı şanlı Arkitekt dergisiyle başlayan "ulusal mimarlık akımı", 60'lı yıllardan itibaren sökün eden köyden kente göçle birlikte uygulanabilirliğini kaybetti.

İstanbul, Ankara ve İzmir’e serpiştirilmiş birkaç binadan ibaret kalan ulusal mimari denemeleri yerini, “Laz müteahhit işi” namıyla bilinen bina anarşisiyle, gecekondu cehennemine bıraktı. Üç büyük şehirde yapılan ulusal mimari eserleri ise Taksim’deki Atatürk Kültür Merkezi ve Saraçhane’deki İstanbul Büyükşehir Belediyesi gibi çok da parlak olmayan örneklerden ibaret.

Özellikle 70’li yıllardan itibaren Laz müteahhit hükmünü icra ettikçe göçün merkez şehri İstanbul’da, Esenler, Bağcılar, Sultanbeyli gibi “mimari şaheserleri!” yükselmeye başladı. Türkiye geneli için konuşmak iddialı olabilir ama İstanbul için rahatlıkla söyleyebilirim; 1950’li yıllardan 2000’li yılların başına kadar mimari olarak kayda değer tek bir bina bile inşa edilmedi.

Son 10 yılda Türkiye’de altı çizilmesi gereken önemli gelişmeler var. İnşaat sektöründe Karadeniz bölgesinin ağırlığı devam etse de artık “Laz müteahhit” tarihe karıştı. Türkiye’nin, komşu ülkelerde de büyük ihalelere giren inşaat sektörü, yalnızca bina yapıp satmıyor, farklı yaşam tarzlarına yönelik projeler tasarlıyor. Geçen 10 yılda sektöre giren ya da sektörde büyüyen inşaat şirketlerinin hemen hepsinin tanıtımları, “yaşam mimarı”, “uygarlık inşa eder”, “uygarlığın mimarı”.. gibi konut ihtiyacından çok felsefi duruşlara hitap eden sloganlarla yapılıyor. Yeni nesil inşaatçılığı daha iyi anlayabilmek için bakılabilecek en iyi örneklerden biri, İnanlar İnşaat’ın sahibi Yüksek Mimar Serdar İnan. “Mimar S. İnan” mahlasıyla kurduğu internet sitesinde, Türkiye’nin mimari geleceğiyle ilgili makaleler kaleme alan Serdar İnan, çevre ve ekoloji konularında da polemik yazıları yazıyor. Ancak inşaat sektöründeki bütün bu olumlu gelişmeler ağırlıklı olarak üst gelir grubuna yönelik konutlar için geçerli. Orta ve dar gelirli vatandaşlar için konut inşa eden TOKİ ise son dönemde eski imparatorlukların mimari üslubunu canlandırmakla meşgul.

TOKİ’ye en sık yöneltilen eleştiri hiçbir mimari özelliği olmayan birbirinin aynısı dümdüz binalar yapmasıydı. Uzun bir süre boyunca bu şikâyetlere muhatap olan TOKİ sonunda eleştirileri haklı bulduğunu ilan etti ve yedi maddelik ‘TOKİ Anayasası’na şu maddeyi ekledi: Tarihî doku ve yöresel mimarinin geliştirilmesine…

Bu kararın öncüsü olan uygulama ise Ankara çevresinde başlayarak Anadolu’ya yayılan “Selçuklu mimarisi” adı altındaki apartmanlar oldu. İstanbul’da da Sulukule’de inşa edilen villalar “Osmanlı mimarisi” olarak adlandırıldı. Yakında başlaması planlanan Haydarpaşa Port projesinde de “Osmanlı mimarisi” adı altında binaların yapılacağı açıklandı.

Kendine özgü ekonomik, sosyal, kültürel, tarihsel koşullarda ortaya çıkan bir mimari üslubun bugüne taşınmaya çalışılmasındaki tuhaflık bir yana, özellikle Ankara’da “Selçuklu mimarisi” adı altında yapılan şey, apartmanların dış cephelerine plakalarla tutturulmuş kilim motifleri ve Selçuklu yıldızlarından ibaret. Osmanlı mimarisi denerek Sulukule’de yapılanlar ise bildiğimiz sıradan apartmana cumba eklenmesi.

Eğer “yöresel mimariyi geliştirmek”, Ankara’da olduğu gibi apartmanların dış cephelerine kilim desenleri ekleyip bunun adını da “Selçuklu mimarisi” koymak şeklinde olacaksa, artık felsefe ve uygarlık konuşmaya başlayan yeni nesil inşaat şirketlerini “Babai” ve “Celali” isyanına çağırıyorum.

Etiketler

Bir yanıt yazın