Evet, Çamlıca'da yapılacak ya da dikilecek yeni camii için düşündüm, taşındım, ötesinde, bildiğim bütün "marketing tool"larını kullandım, sonunda başlıkta yer verdiğim bu isme ulaştım...
Hadi gelin şimdi hep birlikte slaytlarımıza bakalım:
Birincisi, modern ile gelenekseli birleştiren/birleştirmesi beklenen cismine paralel biçimde, piyasa ile din tüccarlığını birleştiren/birleştirmesi beklenen bir isminin olması kanımca önemliydi. Hatta zaruriydi. (Görüntü: Yuvarlak yuvarlak birtakım kümeler, kimisinin bazı bölümleri kesişmiş, her kümede birtakım isimler yazıyor, selahattin, selatin, selamın aleyküm vb. derken, ortada, hepsinin kesişim kümesinde “selocan” adı beliriyor, flaş yanıyor.)
İkincisi, gerektiğinde sosyal sorumluluk sahibi hayırsever bir ana sponsor, mesela bir iletişim devi olan Turkcell ve ne olursa olsun, ne gerekirse gereksin Son Sultan’ın adını kapsayacak şekilde bir isim bulmak da en az o kadar önemli değil miydi? Öyleydi tabii. (Görüntü: İç içe geçmiş birtakım halkalar, en dışta bütün sektörlerden bir sürü şirket ismi ve sembolleri, bir iç halkada sadece hizmet sektöründen bir sürü şirket ismi ve sembolleri, daha bir iç halkada sadece iletişim sektöründen şirket isimleri ve sembolleri, en son merkezi halkada Turkcell ve Selocan. Sonra, yine iç içe geçmiş birtakım halkalar, en dışta bütün dünyadan bir sürü efendi, kral, imparator vb. isimleri, bir iç halkada sadece İslam camiasından birtakım padişah, halife vb. isimleri, daha bir iç halkada sadece Osmanlı’dan padişah isimleri, en son merkezi halkada Tayyip.)
Ve üçüncüsü, Selahaddin Eyyubi ile ses uyumu göz ardı edilemeyeceği gibi, Selocan’ın da tıpkı Selahaddin gibi “selatin”i çağrıştırması, bunun yanı sıra, geleneksel “selatin” adlandırmasına günümüzün “- can” sıcaklığının katılması da, bu ismi diğerleri arasında bir adım öne çıkardı. (Görüntü: Ekranın iki yanından birer üçgen prizma ya da koni içinde isimler geliyor, sol yandakinde, Selahaddin Eyyubi yazıyor, sağ yandakinde Berkecan, Ardacan, Alican falan filan hep “canlı” isimler yer alıyor, birbirlerine yaklaşıyorlar, yaklaşıyorlar, yaklaşıyorlar, hooop çarpışıp Selocan Tayyibî oluyorlar.)
“Selatin”in ne olduğunu yeni öğrenen biri olarak, bu kadar kısa bir sürede bu denli çarpıcı bir sonuca ulaşacağımı beklemiyordum açıkçası. Ama övünmek gibi olmasın biz IQ’su 300 civarı olan reklamcılar böyleyizdir, birden ulaşıveririz. (Görüntü: Ekranda ampul kafalı bir reklamcı, kafasının içinde önce “selatin” yanıp sönüyor, sonra “selocan tayyibî camii”.)
Ne yalan söyleyeyim, bilmiyordum gerçekten de daha önce böyle bir sözcük olduğunu. Sözcüğü bilmeyince, “Sultanların diktiği” yahut “Sultanların diktirdiği” gibi bir anlamı olduğunu da bilmiyordum haliyle. (Görüntü: Bir önceki slaytla aynı görüntü, ancak yanıp sönenlerin sıralaması ters ve her şey daha dikine.)
Batı Ataşehir’de yeni dikilen büyük mü büyük Mimar Sinan Camii’nin açılış töreni yahut namazında, Çamlıca’da yapılacak daha da büyük, devasa, “gigantic”, en bir büyük caminin olası hamisi, babası, isim babası, mimarı, yüklenicisi vb. vb. kısacası “her şey”i tarafından dile getirilmişti bu sözcük. “Avrupa yakasında çok var, Asya yakasına da selatin camii lazım, onu da biz yapıyoruz” mealinde bir şeyler söylemişti. “Kim ki bu Selahattin”, “yanlış mı söyledi acaba” diye düşünürken, “Sultanların yaptırdığı cami demektir” açıklaması sayesinde medyadan öğrenmiş olduk gerçeği. (Görüntü: Mimar Sinan’ın açılış töreni, Tayyip, Sultanlar, gazeteler vb. kalabalık bir şeyler uydurun artık.)
Baktım sonradan internetten, hakikaten de öyle. Hatta, Vikipedi’ye göre bu camilerin durumları aynen şöyle:
“Selatin camileri, Osmanlı İmparatorluğu döneminde sultanların yaptırdıkları camilere verilen addır. Saray geleneğinde selatin camilerinin yaptırılabilmesi için birtakım koşullar vardır. Öncelikle bir padişahın selatin camisi yaptırması için önemli bir askerî zafer kazanması ve bu zaferle birlikte önemli bir savaş ganimeti ele geçirmesi gerekirdi. Selatin camilerinin yapımına devlet kasasından takviye olmaz, yalnızca padişahın kişisel serveti kullanılırdı. Önceleri sefere gitmeyen ve ganimet kazanmayan padişahlar selatin camisi inşa ettirmezlerdi. Ancak bu gelenek, I. Ahmet’in Sultanahmet Camii’ni inşa ettirmesiyle bozulmuş ve ganimet kazanma geleneği 18. yüzyılda tümüyle terk edilmiştir.” (Görüntü: Vikipedi logosuyla birlikte ilgili madde ve şu link yanıp sönüyor: http://tr.wikipedia.org/wiki/Selatin_camileri)
Demek, açılacak caminin tam bir selatin olabilmesi için araya bir savaş, zafer ve sonrasında ganimet de kaktırmak gerekiyor. Suriye falan da gündemdeyken bu iyi!.. Yalnız bu caminin padişahın kişisel servetiyle yaptırılması da nereden çıktı? Her durumda bu kötü!.. Madde gözden geçirilmeli… (Görüntü: İlgili vikipedi maddesinin gözden geçirilmiş, yeniden yazılmış hali.)
Her neyse, imparatorluğumuz yeni yeni zaferler ve de ganimet yolunda ilerledikçe, sadece Çamlıca’ya Selocan Tayyibî Camii değil, İstanbul’da Davutpaşa’ya yahut Suriye sınırında bir yerlere Davutoğlu Camii de olabilir kanımca. Neden olmasın? Yalnız o tam selatin olmaz, dolayısıyla Selocan da uymaz. Belki İngiltere’nin katkılarıyla, Vodafon Davudi Camii… Olabilir. (Görüntü: Yaz sıcaklarında şezlonguna uzanmış, Stratejik Derinlik kitabını yelpaze gibi sallaya sallaya serinlik elde etmeye çalışan bir İngiliz.)
Peki sultanlara, krallara cami olur da kralın soytarılarına olmaz mı hiç? Olur tabii ki. Mesela Taksim’de büfelerin oraya falan, bir Yiyittin Buluttin Camii. Taksim’in dokusuna uyum sağlasın diye postmodern bir tasarımla ve jölemsi bir kıvamla. Sadece biçim ve öz arasında uyum gözetilmekle kalmayacak, aynı zamanda her zamanki gibi modern ile geleneksel olan birleştirilecek ise zemzem suyuyla jölenin bir bileşimi belki de. O da olabilir. (Görüntüye ve bu caminin ön sürümüyle ilgili tüm bilgilere şu “link”ten ulaşabilirsiniz: http://twf.yirmidort.tv/guncel/mimar-sinan-camii-ibadete-aciliyor-46257.htm )
Uzattım, biliyorum. Geçenlerde Boğaziçi Üniversitesi’nden eski hocam Faruk Birtek, Vatan gazetesinden eski mesai arkadaşım Mine Şenocaklı ile sohbet ederken durumu pek güzel özetlemişti, fazla söze gerek de yok aslında: (Görüntü: Üniversite manzaraları ve gazete kupürleri eşliğinde rengârenk yanar döner bir slayt işte.)
“Peki Çamlıca’ya cami yapılmasına ne diyorsunuz?
Komedi! Neden komedi biliyor musun? Mimar Sinan’ın camileriyle bezenmiş, Süleymaniye ve Sultanahmet’i olan, bütün siluetini, benliğini camilerle bulmuş İstanbul’un tepesine bir uyduruk cami yapıyorsun! Bir şeyi bilmiyorlar; kubbe yapmak 16. yüzyılda çok zor, onun için çok önemli. Onun için Sinan en büyük, en yüksek kubbeyi yapmaya çalışmış Selimiye’de ve başarmış. Şimdi kubbe yapmak ne ya! Çelik hasırı koyuyorsun, üzerine çimentoyu döküyorsun, istediğin büyüklükteki camiyi yapıyorsun. Bugün büyük cami yapmak hiçbir şey anlatmıyor. Bir güç göstergesi değil, bir uydurmanın göstergesi! Onun için Çamlıca Tepesi’ne büyük cami yapmak, bütün Mimar Sinan’ı ve Osmanlı geçmişini reddetmektir ve komik kalmaktır. Bu plastik otomobille dolaşmaya benziyor. Bu plastiktir. Camiyi de plastik yapsınlar daha iyi! Herkes artık kubbe yapıyor. Haberleri yok ya! Ismarla Çin’e dört tane kubbe, göndersinler sana! Yarısı plastik olsun, yarısı altın! Oraya büyük bir cami koysanız ne olur? Tamamen gösteriş olur. Yazık! Çünkü bilmeden gelmişler. Türkiye cahiliye dönemini yaşıyor şu anda.”( http://haber.gazetevatan.com/turkiye-cahiliye-donemini-yasiyor/455524/4/… )
Yaaa…
Olur da işbu cehalet ortamında konuyla ilgili bir isim yarışması falan açılırsa, karınca kararınca katkımı sunmuş oldum ben de sonunda…