"'Vatandaşın ödediği vergiyle bazılarının kaprislerinin ve hülyalarının yerine getirilmesine karşıyım' diyen Genim’in piyasa zorbalığının karşısına her birimizin Narmanlı’nın avlusunda çay içebilme hakkımızı koyuyoruz."
Beyoğlu Kent Savunması, Narmanlı Han’ın restorasyonunu yapacak olan mimar Sinan Genim’in Yeni Şafak gazetesine yaptığı açıklamanın üzerine bir basın açıklaması yayınladı. Açıklamanın tam metni şöyle:
31 Ocak Pazar günü Yeni Şafak gazetesinde yayınlanan “Bu kadar cehalet ancak tahsille olur” başlıklı Sinan Genim röportajını hicap duyarak okuduk. Gerçi günümüzde İstanbul’un başına gelenlerden sorumlu kesim içerisinde utanmayı bırakın, kendi eylemi ve sözü üzerine düşünen insan bulmak zor. Neyse, bizler Sinan Genim için, onun yerine hicap duyduk, neticede adının başında Mimar unvanı var.
Söz konusu röportajda Genim, bir gazete röportajından beklenenin aksine, geçtiğimiz günlerde dozerlerin tarihi Narmanlı Han’a girişiyle başlayan ve içeriği henüz halka açıklanmayan “restorasyon” adı altındaki yıkım projesine dair açıklamalarda bulunmuyor. Bunun yerine Beyoğlu Kent Savunması ve Beyoğlu sakinleri tarafından dile getirilen itiraz ve talepleri itibarsızlaştırmaya kalkışan hakaretamiz ifadelerde bulunmayı tercih ediyor. Bu metin özellikle Genim’e bir cevap olarak kaleme alınmadı, zira mesele onunla sınırlı değil. Genim özelinde kent suçu işleyen, işlemeye yeltenen tüm “yıldız” mimarlara bir açık mektup olarak okunmasını, bir tartışma açmasını istiyoruz.
Narmanlı Han, 1800’lü yılların başında inşa edilmiş, ön cephesi 1. derece, arka kısımları ise (önce tamamı 1. derece olmasına rağmen Koruma Kurulu marifetiyle) 2. derece tescilli eser olan, İstiklal Caddesi’nin en eski birkaç eserinden biri olan bir yapı. Yapı tekniği açısından da, inşa edildiği dönemin bir geçiş dönemi olması itibariyle, hem modern hem geleneksel mimari özelliklerini barındırıyor. Bunun da ötesinde, farklı dönemlerin kültürel ruhunu taşıyan kentsel toplumsal bir bellek mekanı. Narmanlı Ailesi tarafından 1933 yılında satın alınmasının ardından, mülk sahiplerinin de isteğiyle, 2000’li yılların başına kadar kültür ve sanat üreticilerine “yurt” olmuş Narmanlı Han, nam-ı diğer Narmanlı Yurdu… Ahmet Hamdi Tanpınar, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Aliye Berger ve daha niceleri, biraz da Narmanlı Han’da yaşayacak, üretecek ve paylaşacak bir alan buldukları için eserlerini yaratabilmişler. Ahmet Hamdi Tanpınar, belki bugün en bilinen, sevilen ve önemsenen romancımız, ve birçok kitabını burada yazmış: Ama Narmanlı Han’a ilk taşındığında odasının perdesi yoktur. Perde yerine gazete kağıdıyla kaplanmış bir odada, düşük, yani Tanpınar’ın maddi gücünün yeteceği bir kirada kaldığı dönemde yazılmıştır Huzur. Sinan Genim ise Tanpınar’ın Narmanlı Han’da kaldığı dönemle ilgili, “o yıllarda Türkiye’nin değerlerinin nerelerde yaşadığını görseniz utanırsınız 6 metrekare bir oda, camlar gazete kağıtlarıyla kaplı, tuvaletler müşterek kullanılıyor falan” diyor. Genim, anlaşılan o ki, sanatçının, romancının zengin doğanını seviyor.
Narmanlı Ailesi’nden yapıyı satın alan Esen Tekstil ve Erkul Kozmetik (Golden Rose) şirket ortaklığı, ilk iş olarak binanın ön cephesini devasa bir reklam panosu haline getirdi. Yapılan kamusal ve resmi itirazlar sonucu reklam panosu kaldırıldı, ancak ardından hanın girişi demir bir kapıyla mühürlendi, önüne ise daha ufak tefek ama mide bulandıran bir ilan yerleştirildi: “Özel Mülktür, Girilmez!” İşte Genim’in “vaveyla koparıyorlar” diye tanımladığı yine kendi deyimiyle “ajitasyon” süreci burada başlıyor. Daha önce projeyi piyasanın arz-talep dengesiyle açıklayan Genim ve benzerlerine karşı, bizler bizzat kentin kullanıcıları olarak ısrarla piyasaya ve piyasanın zora dayalı dengesine, özel mülkiyet rejiminin kendinden menkul kutsiyetine karşı “kamu yararını”, kamusallığı savunuyoruz. Bugün “gerektiğinde” acele kamulaştırma kisvesi altında zorla dayatılan özel mülkiyeti, kentsel ve kültürel geçmişimize, bugünümüze ve geleceğimize sahip çıktığımız için tanımıyoruz. Asılan tabelalara, tapu sicil belgeleriyle tescil edilen mülk iddiasına karşı geçmişten bugüne kamusal kullanım hakkımızı savunuyoruz.
Beyoğlu’nda örneğini daha önce Beyoğlu Belediye Binası, Serkildoryan ve Emek Sineması, AKM, Majik Sineması ve Tarlabaşı’nda onlarca tescilli binanın yıkımı gibi örneklerde gördüğümüz mimari katliamlara bir yenisi daha eklenmesin diye mücadele ediyoruz. Biliyoruz ki Genim’in, “Birinci katına şık bir lokanta, alta 5 tane de dükkân ve bahçeye de şık bir kafe” olarak açıkladığı proje bundan çok daha fazlasına kalkışacak. Oysa ki, derdimiz 3-5 dükkanla değil. Bizim derdimiz, tarihi, mimari ve kültürel bir mirasın sermaye tarafından hunharca (en hafifinden 1. derece koruma altına alınmış duvarlardan karot alınmasıyla başlayarak) gasp edilmesi, kamusal niteliğinden kopartılması, sadece geçmişin değil, Narmanlı Han’ın bugününün ve geleceğinin de Beyoğlu’nda yaşayanların ve yaşayacakların elinden alınması, yaşam alanı olmaktan çıkartılması. Dolayısıyla bizler için sadece muazzam güzellikteki bu yapının fiziksel bedeni değil, burayı yurt edinen onlarca kedi, Tanpınar’ın “Huzur”u, Jamanak gazetesinin burada çıkan her sayısı, Aliye Berger’in balkonunda Ayla Erduran’ın kemanından yükselen melodi, Eliza Day’in o anı ölümsüzleştiren fotoğrafı, ve Deniz Kitabevi’nin önünde edilen ve hala anılardan silinmeyen her sohbet de kentsel belleğimize ait.
Bugün bizi biz yapan karşılaşmaların alanı olarak Narmanlı’ya sahip çıkıyoruz.
“Vatandaşın ödediği vergiyle bazılarının kaprislerinin ve hülyalarının yerine getirilmesine karşıyım” diyen Genim’in piyasa zorbalığına karşı tüm şehrin ve şehirlilerin kent hakkını yüceltiyor, bu zorbalığın karşısına her birimizin Narmanlı’nın avlusunda çay içebilme hakkımızı koyuyoruz.
Narmanlı Han’da restorasyon adı altında yürütülmek istenen yıkım projesinin durdurulmasını, Narmanlı Han’ın bütünüyle kamulaştırılarak, odalarının, bölümlerinin, eskiden olduğu gibi, Beyoğlu’ndan günbegün sürülen sahaflara, bağımsız tiyatro gruplarına, müzisyenlere, ressamlara, yazarlara açık bir yurt olarak ucuza kiralanmasını talep ediyoruz.
Son olarak Tanpınar, Eyüboğlu ve Berger’in kaldığı, ve Han’ın hangi kısmında olduğu yaşayan tanıkları tarafından bilinen, yazılı ve görsel belgelerine ulaşılabilen odaları bile tespit edemeyen ve bu odaların yerlerinin bilinmediğini, Han’ın 40 yıllık bekçisinin yalan söylediğini iddia edebilecek kadar cüretkar Genim’e çağrımızdır: Yalan söylemeyiniz, itham etmeyiniz, mümkünse bir mimar olmaya çalışınız. Muradınız hakikate ulaşmak ise, yol göstermeye hazırız.