Eğer bir mimarın en tanınmış eseri, 1956'da Mies van der Rohe'nin tasarladığı Crawn Hall'ın Michigan Gölü'nün sularına yavaşça gömüldüğü bir retrospektifse, bu mimarın kariyeri hakkında ne söylenebilir?
Size Stanley Tigerman hakkında ne düşündüğümü söyleyeyim: Tigerman, bir mimardansa, daha çok bir hiciv sanatçısı.
1961 senesinde Yale Üniversitesi’nden mezun olduktan sonra Şikago’da meslek hayatını sürdüren Tigerman’ı sergi küratörü Emanuel Petit “çok anlamlılığın ruhani ve etik değerlerini kucaklayan ve geleneksel sanatta estetik değerlerin karışıklıktan temizleneceği inancına karşı duran,” biri olarak tanımlıyor. Petit’in keyifsiz, akademik yazısını okuduğumda hayal kırıklığına uğradım, fakat düşündüm ki burada Yale’de eğitim almış, Paul Rudolph’un (Tigerman’ın sergisinin “Yaleiana” bölümünde ilk dönem Rudolphiyen ve Kahniyen çalışmaları görülebilir) öğrencisi olup Batı’ya açılan postmodernistlerle birlikteyiz. Tigerman, saltanat süren mimarlık tanrılarından bir adım önde olduğunu, ilk çalışmalarına, 1960’lardaki deneysel Op Art’ı dahil etmesi ile açıkça gösteriyor.
Tigerman, Chicago Seven’ın “Salon des Refuses”a benzer sergi ve yayınlarında, Mies’in uzun gölgesinden kurtuluyor. Mimarın karikatürlerinin ne kadar küstah olduğunu görebilirsiniz. 1976-77 Labadie Evi gibi büyük ölçekli, muazzam, aksonometrik çizimleri, Corbusiervari piano eğrilerinden oluşan kaskadları ve spiral merdivenleri ile tasarımlarının doğasındaki neşeyi anlıyorum. 1970’lerin çalışmalarında bir nezaket ve yumuşaklık var. En son ne zaman fotoğrafların olmadığı bir mimarlık sergisine gittiniz? Bir yapının uygulanıp uygulanmadığını anlamak güç olsa da, kişisel temsilin etkili bir yöntemi.
Peki Labadie Evi’nde yaşamak ister miyim? Hayır. Bu, Richard Meier’ın kekeleyen, maniyerist ve Vanna Venturi Evi’nin on sene sonraki, yorumda daha zengin fakat mimaride hala mantığı hislerin önünde tutan hali. Robert Venturi ve Denise Scott-Brown’un gölgesi sergiye hakim ve ben de onlar hakkında ne düşünüyorsam Tigerman hakkında da onu düşünüyorum: Mantığa saygı duy. Uygulanmış yapı için herhangi bir his besleme. Daha da önemlisi, bu evi takip edecek olan bir tasarım var mı? Zannetmiyorum.
Petit, sergiyi süslü isimlerle ayırmış (hatta daha da süslü olarak isimleri karikatürümsü, postmodern bir maviden, karton bulutlara yazdırmış): “Eğilim, Mizah, Kinaye ve Ölüm”. Fakat çoğu yapı kolaylıkla “Kinaye” başlığı altına yerleştirilebilir. Örneğin Anti-Cruelty Society Ek Binası (1979) bir köpek suratına gönderme yapıyor. The Daisy House (1976-78) planda özel alanlardan oluşuyormuş gibi görünüyor. Bu şekilde tasarım anlayışını sürdürdüğünü, indiğinizde karanlık bir bina, üst katlara çıktığınızda ise aydınlık bir yapıya dönüşen Illinois Holocaust Müzesi ve Eğitim Merkezi’nde (2000) görebiliyoruz. Bu çalışmalar bir sergi olarak etkili olabilir fakat iyi ve uzun ömürlü bir mimari için fazla doğrudan göndermelere sahip.
Serginin Tigerman’ın hayran olabileceğim ve önemini kanıtlayacak kendi mimarisi hakkında bir imaj verebileceğini umuyordum. Yale Üniversitesi Dekanı Robert A. M. Stern, Tigerman için “Stanley’nin en iyi yanı taşkınlığıdır” diyor. Fakat bu taşkınlık artık geçmişte kaldı. 1970’lerin referanslarını deşifre etmek güçleşiyor ve yakında bu provakasyonlar ve tartışmalar tarihe karışacak. Mimarlığın, anlamları kaybolmadan açıklanacak bu tip sergilere ihtiyacı var fakat bu dar bir yolda adım atmak gibi. Crown Hall’un gerçekten suya gömülmesi kadar küstahça ve enerji dolu olamaz.