Sulukule yoksul ama canlı bir kent parçası iken, ölü bir toplu konut sitesine dönüşmüş, steril bir ortam oluşmuş, bir bakkal dahi yok.
Sulukule’ye gittim, dolaştım geçenlerde. Sulukule’nin eski hâlini az çok hatırlıyorum. Yüzlerce kere gittim. Ama “kentsel dönüşüm” projesi bittikten sonra ilk defa gördüm. Semte yaklaştığımda özel bir mekâna giriyormuşum gibi bir hisse kapıldım. Eskiden rahatça elimi kolumu sallayarak geçtiğim yer, surların dibinden Edirnekapı ile Topkapı istikametinde uzanan yüzlerce yıllık yol sanki özel bir alana dönüşmüş. Görünüşte yasak yok, ama yolun iki ucuna kulübeler yerleştirilmiş. Onlarca özel güvenlik görevlisi ellerinde telsizlerle semti bekliyorlar. Adımı attığınızda, yardımcı olmak için “nereye gidiyorsunuz” diye soruyorlar. Güvenliğin nedeni hırsızlıkları engellemekmiş. Çok iyi karşıladılar, gerçekten yardımcı oldular. Eskiden semtin kahvesine doğru uzanan ana caddesine girdiğimde iyiden iyiye kendimi rahatsız, güvensiz hissettim. Eskiden olsa çocuklar etrafımı sarar, “abi beni de çek, beni de çek” diye seslenirdi. Şimdi in cin top oynuyor. Sulukule yoksul ama canlı bir kent parçası iken, ölü bir toplu konut sitesine dönüşmüş. Yani başında,Karagümrük, Edirnekapı gibi semtlerde canlı bir hayat varken, burada steril bir ortam oluşmuş. Yeni yapılan villaların yanında iki büyük bina yapılmış. Bir tanesi “okul” binası, özel bir koleje kiralanmış. Kapısında özel servis araçları bekliyordu, öğrencileri alıp yaşadıkları semtlere götürmek için. Diğeri AVM yapısı. Ancak henüz semtte yaşam başlamadığı için kiraya verilememiş. Semtte artık bir bakkal dahi yok. Semtin yaklaşık yüzde otuzunda yaşam olduğu söylendi. Ancak oraya giremedim. Semtin bu bölümüne Suriye’den gelen “misafirler” yerleştirilmiş. Sulukule’nin “Yenileme Alanı” ilan edilmesi ile birlikte hızlı bir el değiştirme sürecinin başladığı, sahiplerinin bir bölümünün evlerini sattığı biliniyor. Toplu olarak çok sayıda ev alan yatırımcılar olmuş. Şu anda bir dairenin satış fiyatı beşyüzbin lira civarında. Villa görünümlü binalar apartman gibi düzenlenmiş, her binada yaklaşık seksen metrekarelik üç daire yer alıyor.
Hesap şöyle: Projeye hak sahibi olarak katılan, sahip olduğu mülkün yaklaşık yarısı büyüklüğünde bir daire alabiliyor. Ancak konuştuğum kişiler aradaki değer farkından dolayı inşaatın toplam maliyeti kadar taksit ödediklerini söylediler. Ben bu işten hiçbir şey anlamadım.Hem yarısı kadar yer veriliyor, hem de inşaatın bedeli kadar para ödeniyor. Projenin Sulukule halkını yerinden etmesi bir tarafa, yatırımcılar açısından da kötü yönetildiği belli. Konuştuğum emlakçiler projeyi hatalı bulduklarını, evlerin lüks görünümlü olduğunu ama dairelerin hitap edilen gelir seviyesindeki insanlar için küçük kaldığını söylediler. İma ettikleri şuydu: Mimarların fantezisi uğruna burada yatırımcıları memnun edecek pazarlama ilkeleri ihmal edilmiş. Ortaya çıkan tablo şu: Uzaydan buraya düşmüş gibi duran proje yüzünden halk zarar gördü. Komşuluk ilişkileri, özel ekonomileri, yaşantıları imha edildi. Oraya buraya savruldular. Elli kilometre uzaktaki Taşoluk’ta ev sahibi olmaya hak kazananlar taksitleri ödeyemedikleri için evlerini devrettiler. Yatırımcılar da zarar etti. İstanbul’un kuzeyinden arsa alsalardı, şimdi yatırımlarını katlamış olacaklardı. Belediye prestij kaybetti. Değil yıllarca imparatorluklara başkentlik etmiş, Dünya Miras Alanı’nda yer alan bir ilçeyi yönetmek, birkaç yüz hanelik bir semti bile iyileştirmeyi başaramadığını gösterdi. Ortaya çıkan sonuç tam bir fiyasko…
Bu sorunun cevabını düşünürken, Sulukule projesini Avrupa Parlamentosu’na taşıdığımızda “toplantıya gelme nezaketini gösteren” Belediye Başkanı’nın arkasından ellerinde dosyalarla koşturan projenin müellifi mimarları hatırladım. Bu insanlar ne ister, nasıl yaşar diye semte bir kere dahi gelip bakmadılar. İşlerini güçlerini bırakıp halkın yardımına koşmaya çalışan kişileri, ta İngiltere’den kalkıp buraya gelen ve aylarca çalışan London College Üniversitesi doktora öğrencilerini ve hocalarını düşündüm. Bu insanlar ne üretir, nasıl yaşar, ihtiyaçları, imkânları nedir, yaşam çevrelerinin iyileşmesi, istihdam koşullarının gelişmesi için neler yapılabilir diye çırpınan ve alternatif bir proje üreten… Sonra hibe biçiminde bir AB desteği bulmak için çalışan Avrupa İskân Fonu yetkililerini… Belediye Başkanı’nı farklı bir yaklaşıma ikna etmeye çalışan Avrupa Parlamentosu Yeşiller Grubu’nun vicdan sahibi yöneticilerini… Alternatif yaklaşımı Kültür Başkenti programına bin bir güçlükle koymayı başaran, kabul ettiren ama sonuç alamayan gönüllüleri… Sulukule’deki beceriksizliğin nedenini yalnızca yöneticilerin kötü niyetine bağlamak yerine biraz da belki burada aramak gerekiyor. Sulukule hiç şüphesiz uluslararası kentsel uygulamalar ve mimarlık literatürüne girdi. TOKİ’nin temsil ettiği zihniyetin mümtaz bir örneği olarak artık Sulukule’yi herkes tanıyor. Bir semte spekülatörlerin mantığı ile yaklaşılırsa sonuç ne olur, biliyor. TOKİ ise bundan ders çıkarmak şöyle dursun, başka uygulamalara da yol gösterecek bir biçimde devam ediyor. Evet, orada yaşayan insanlara karşı yöneticilerin husumeti vardı, onlar Fatih’te oy aldıkları seçmenler gibi yaşamıyordu, bu onları fena hâlde rahatsız ediyordu. Bu yüzden insanları, Romanları buradan kazıdılar. Peki, sırf çıkarları, lüks yaşantıları, yazlıkları, yatları, yurtdışında yaptıkları pahalı tatilleri için bu projeyi kutsayan, Belediye Başkanı’nı iyi bir iş yaptığına ikna etmeyi başaran, üniversitelerin adını kullanarak bu tür projelere meşruiyet sağlayan ve burunlarından kıl aldırmayan seçkinlerin bu projede hiç mi sorumluluğu yok?