ÇEKÜL ve Tarihi Kentler Birliği, kılavuz kitapçıklar serisi kapsamında ilk çalışmasını yayımladı. "Sürdürülebilir Kültür Turizmi için Kamu-Yerel-Sivil-Özel işbirliği" başlıklı kılavuz, ÇEKÜL Vakfı Yayın Birimi tarafından hazırlandı.
Kültür turizmi, doğal alanları, anıtsal ya da sivil mimari yapıları, sanat ürünlerini, koleksiyonları, kültürel kimlikleri, gelenekleri ve dilleri kapsayan, somut ve somut olmayan kültür mirasının tüm ürünlerini paylaşmayı ve tanımayı amaçlayan bir gezi türü olarak tanımlanıyor.
Turizmin yarattığı fırsatlar kadar doğal ve kültürel çevreye verdiği zararlar da bilinen bir gerçek. ÇEKÜL ve TKB bu gerçekten yola çıkarak hazırladığı kılavuz kitapla, turizmin, kültür varlıklarının ve yerel yaşam biçiminin yıprandığına, yerel kültürün ve kültür mirasının ticari amaçlarla metalaştırıldığına, kültür ürünlerinin yozlaştığına, yapaylaştığına dikkat çekiyor. Önlem alınmadığı takdirde, tespit edilen bu sorunların artacağına vurgu yapıyor ve sürdürülebilir kültür turizminin oluşması için “planlama”, “yöntem”, “yaklaşım” ve “işbirliği” geliştirilmesi yönünde önerilerde bulunuyor.
Kitap, “Yerel Kimlik” dergisi ile TKB’nin tüm üye belediyelerine ücretsiz dağıtılacak. Her ölçekteki yerleşimde, doğal ve kültürel mirasın korunmasına yönelik çalışmalar yürüten ÇEKÜL Vakfı ve Tarihi Kentler Birliği yayınlarının kılavuz kitapçıklar dizisi farklı konularla devam edecek.
Çok boyutlu yaklaşımdan, “marka mı kimlik mi?” sorusuna, temel ilkelerden kültür turizminin nasıl yönetilmesi gerektiğine, eylem planına kadar pek çok konu irdeleniyor:
Kılavuzun, Yerel Ölçekte Yönetim Planları Bölümünde, “Her tarihi yerleşme/alan kendine özgü, farklı sorunlara sahip ve farklı çözümler gerektiriyor. Bu sorunları ve çözümleri seçeneklerini içerden bilen ve tanıyan yerel yönetimler, tüm paydaşlarla ortak sorumluluk ve yükümlülükler çerçevesinde işbirliği yaparak, her kesimin benimsediği politikalar geliştirmeye ve hayata geçirmeye en yakın taraf. Nitekim Avrupa Birliği’nin Altıncı Çevre Eylem Planı’nda yer alan ifadesiyle ‘sürdürülebilirlik’, bütün paydaşların katılımıyla, işbirliği, ortak hareket etme, etkileşim ve karar mekanizmalarında yer alma anlayışıyla mümkün,” diyerek kamu-yerel-sivil-özel birlikteliğine dikkat çekiliyor.
Kılavuzun devamında yer alan temel ilkeleri benimsemek, uygulama ve eyleme geçebilmek için marka mı kimlik mi? sorusunun yer aldığı bölümü doğru algılamak gerekiyor: “Günümüzde kentler yatırım çekmek, ekonomilerini güçlendirmek, öne geçmek için birer çekim merkezine dönüşmek, farklı olmak zorundalar. Bu çerçevede turizmin her türü, kültür turizmi, sanat turizmi, fuar ve kongre turizmi, festival turizmi, sağlık turizmi vb. kentlerin can damarı. Bu uğurda her kent kendi özgün kimliğini, farkını, özelliklerini öne çıkarmaya, rekabette öne geçmeye çalışıyor, hatta kendilerine yeni kimlikler biçmeye uğraşıyor. Son yıllarda turizm planlamalarında yer alan destinasyonların da bu anlayışla “marka” tanımları ile gündeme geldiği gözlemleniyor. Piyasa koşullarına göre gelişen, kentleri birer “ürün”e dönüştüren, bu anlamda bir pazarlama stratejisi niteliği taşıyan markalaşma anlayışı, kentleri, kültürleri ve tarihi mirası rekabetin öngörülemezliğine ve tüketim iştahına feda ediyor. Kent kimliği kentin devamlılığını sağlayan önemli bir öğedir. Güncel deyimle sürdürülebilirliğin de önkoşuludur. Bu anlamda kent kimliği kavramı, markalaşma yerine daha derinlikli bir oluşuma işaret etmektedir. Sürdürülebilirlik hedefi taşıyan bir kültür turizmi politikasının, kentlere, kültüre ve tarihi mirasa can veren, özgünlük kazandıran kent kimliğine özel bir özen göstermesi, turizmin bu ana girdisini öncelikle koruması ve yaşatması zorunludur.”
Kültür turizmin yönetilmesiyle ilgili sürecin madde madde anlatıldığı kılavuzda öne çıkan önemli mesaj ise merkezi yönetsel organların, yerel yönetimlerin, turizm sektörünün ve yerel halkın birlikte hareket etmesi, etkin ve sürdürülebilir bir kültür turizmi için kamu-yerel-sivil-özel birlikteliğe işlerlik kazandırılması gerektiği.