“Suriyeli Göçmenler Arasında Kaç Mimar Var, Biliyor muyuz?”

Türkiye'nin gündem maddelerinin başında yer alan "göç" konusu Kayseri'de Kent Tartışmaları panelinde masaya yatırıldı.

Mimarlar Odası Kayseri Şubesi tarafından üçüncüsü düzenlenen Kent Tartışmaları etkinliği dün, oldukça yoğun ve bilgilendirici tartışmalar doğuran oturumlarla başladı. Etkinliğin teması “Göç” olarak belirlenirken, ilk günün oturumlarından çıkan fikir bulutları, Türkiye’nin önündeki mülteci krizinin nasıl çözümleneceği, birlikte yaşamanın nasıl mümkün olacağı üzerine yoğunlaştı.

Etkinliğin açılış konuşmasını Mimarlar Odası Kayseri Şubesi Başkanı Eda Velibaşoğlu, Kayseri Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Çelik ve Kayseri Vali Yardımcısı Mehmet Emin Aktaş yaptı. Başkan Çelik’in Kayseri’de göç üzerine istatistiki bilgileri ve belediyenin göçmen hizmetlerini aktaran sunuşu, etkinliğin ilk gününde izleyicilere Kayseri hakkında fikir vermiş oldu.

Açılış konuşmalarının ardından tematik sunuşu yapmak üzere sözü Ruşen Keleş devraldı. Sunumunda, göç üzerine temel kavramların açıklanması üzerine yoğunlaşan Keleş, öncelikle göç nedenleri, iç göç-dış göç ayrımına değindi.Devamında, göç-kentleşme-çevre ilişkilerini ele alan Keleş, Türkiye’de yoğun göç alan kentlerin aynı zamanda büyük çevre sorunlarıyla karşılaştığını dile getirirken, Türk Ceza Kanunu’nda yer alan “İmar Kirliliğine Neden Olma Suçu” hakkında bilgi vererek, “eğer görüntü kirliliği suç olarak tanımlanmış olsaydı, TOKİ de imar kirliliği suçu kapsamına girmeliydi” dedi. Ruşen Keleş konuşmasının göç politikalarını anlattığı bölümünde Anayasa’daki Seyahat ve Yerleşme Özgürlüğü maddesinden bahsederek sağlıklı kentleşmenin sağlanabilmesi için yerleşme özgürlüğüne sınırlama getirilebileceğini belirtti. Doğu illerinin sığınmacılar konusunda kapasitesini aştığını dile getiren Keleş, bu kapasite aşımının kentleşmede sorunlar doğurduğunu ifade etti. Son olarak Türkiye’nin gündem maddesi olan Suriyeli göçmenler üzerine Türkiye-AB arasındaki anlaşmaya da değinen Keleş, “Göç etmek kadar göç etmemek de temel hak ve özgürlükler arasındadır. Köylüyü köyünde kentlileştiremediğimiz sürece göç sürecek” diyerek sözlerini sonlandırdı.

“İlerleyen Zamanlarda Hristiyan veya Arapça Konuşan Bir Bakanımız da Olabilir, Toplum ve Devlet Olarak Buna Alışmamız Gerekiyor”

Tematik sunuşun ardından, göç üzerine temel kavramların irdelendiği günün ilk oturumunda, sosyal bilimci Sema Erder, Koç Üniversitesi İnsani Bilimler ve Edebiyat Fakültesi Dekanı, sosyolog Ahmet İçduygu ve Uluslararası Göç Örgütü (IOM) Türkiye Temsilciliği’nden Meral Açıkgöz yer aldı.

Oturumun ilk konuşmacısı Sema Erder oldu. Konuşmasında, göç ile ilgili kullanılan kavramların analizini yapan Erder, bu kavramların sosyolojik olmadığını, kimin mülteci kimin sığınmacı olduğunun yönetimler ve siyasi otoriteler tarafından belirlendiğini ifade ederek söze başladı. Zorunlu göç-gönüllü göç, iç göç-dış ayrımlarına değinen Erder, zorunlu göçü, bireyin kendini güvenlik altına almak için mecbur kaldığı eylem olarak özetlerken gönüllü göçün ise insan haklarının kabul edilmediği ortamlarda gerçekleştiğini ifade etti. Konuşmasını sonlandırırken dış göç ile ilgili politikaları değerlendiren Erder, küreselleşme sonrasında BM’nin göçmen politikasının iflas ettiğini, çünkü insan hareketlerinin hızlanıp yoğunlaştığı bu dönemde uluslararası anlaşmalar ve politikaların bu nüfus hareketlerini düzenleyici yeterliliğe sahip olmadığını belirtti.

Sema Erder’den sonra sözü alan Ahmet İçduygu, konuşmasında devlet-göç ilişkisinin son 100 yıllık tarihini değerlendirdi. 20. yüzyıl başında göçün mümkün olduğunda homojen, türdeş toplumu yaratmak üzere yönetildiğini söyleyen İçduygu, bu sürecin 1950’lere kadar Müslüman ve Türk olanlar ve olmayanların yer değiştirmesi olarak ilerlediğini belirterek bu politikanın bir örneği olarak İskan Kanunu’ndan bahsetti. 1980 sonrası dönemde ise göç hareketlerini dünyadaki otoriter yönetimlerin doğurduğu şiddetin yönettiğini söyleyen İçduygu, bu aralıkta Türkiye tarihinde ilk defa Türk ve Müslüman olmayan kitlelerin ülkeye kabul edildiğini dipnot olarak ekledi. Konuşmasını Türkiye’nin son yıllardaki gündem maddesi Suriyeli göçmenler hakkında sürdüren İçduygu, “Türkiye bugüne kadar göçle bu şekilde karşılaşmadı” diyerek ülke politikalarının bu duruma hazırlıksız yakalandığının altını çizdi. MiReKoc Göç Araştırmaları Uygulama ve Araştırma Merkezi tarafından Suriyeli göçmenler üzerine yapılan araştırmanın bir bulgusunu da aktaran İçduygu, görüşülen göçmenlerden 1/3’inin ülkesine dönebileceğini, 1/3’inin burada kalmak istediğini, 1/3’inin ise Avrupa ülkelerine gitmek istediğini tespit ettiklerini belirtti. “Göç normal bir şey, hayatımızın bir parçası” diyen İçduygu, önümüzdeki yıllarda “uyum süreci”nin yaşanacağının altını çizerek “ilerleyen yıllarda Hristiyan bir bakanımız veya Arapça konuşan bir bakanımız da olabilir, hem toplum hem devlet olarak buna hazırlıklı olmamız gerekir” diyerek sözlerini tamamladı.

Ahmet İçduygu’nun konuşmasının ardından Meral Açıkgöz sunumuna başladı. 1957’de kurulan Uluslararası Göç Örgütü (IOM)’nün kuruluş amacı ve çalışmalarından bahsederek söze başlayan Açıkgöz, konuşmasında “göç yönetimi” kavramını ele aldı. Bu kavramın sadece göçmenlerin giriş çıkışını denetlemek, yerleşme izni vermek demek olmadığının altını çizen Açıkgöz, “göç yönetimi”nin insan hakları odaklı olduğunu belirtti. “Güvenlik ve özgürlük dengesi nasıl sağlanacak?” sorusu üzerine göç yönetiminin “göç yönetişimi” kavramını doğurduğunu söyleyen Açıkgöz, 2015-2020 yıllarında Türkiye’nin göç yönetimi yaklaşımlarını özetledi. Bu planın sadece göçmenlerin temel ihtiyaçların karşılanması düzeyinde değil politikaların çerçevesinin genişletilmesi şeklinde ele alındığını ifade etti.

Konuşmacıların sunumlarının ardından sohbete izleyicilerin de katılmasıyla oturum devam etti. İzleyicilerden gelen sorular ve yorumların odağında Suriyeli göçmen meselesi vardı. Türkiye’nin göçmen politikalarının yetersizliği ve birlikte yaşamanın nasıl mümkün olacağı üzerine süren sohbette henüz ülkede göçmen nüfusunun net rakamlarla belirlenememesi ve göçmenlerin niteliği hakkında detaylı bilgilerin bile bulunmaması dile getirilen endişeler arasındaydı. Bunun üzerine Sema Erder söz alarak, “Mesela Suriye’den göçenler arasında kaç mimar var, onu bile bilmiyoruz? Türkiye’ye gelebilenler görece eğitimli nüfus ancak bunun tespiti bile tam yapılamadı.” diyerek önümüzdeki dönemde entegrasyon politikaların geliştirilmesi gerektiğine vurgu yaptı.

Her Şey Bir Soruyla Başladı…

Etkinliğin ikinci oturumunun konuşmacıları Galatasaray Üniversitesi öğretim üyesi sosyolog Didem Danış, Bilgi Üniversitesi Mimarlık Bölümü Başkanı Şebnem Yalınay Çinici ve Oxford Üniversitesi Sosyal ve Kültürel Antropoloji Enstitüsü doktora öğrencisi Kristen Biehl oldu.

Oturumun moderatörlüğünü yapan Didem Danış, göçün mekânsal tezahürlerine odaklanan bir giriş konuşması yaptı. “Son 20 yıldır göç şekil değiştirdi” diyerek söze başlayan Danış, ülkeye göçenlerin T.C. vatandaşı olmamasının mekânsal yerleşimde de farklılaşmalar yarattığını belirtti. Yeni dönemde gecekondu değil, kent merkezindeki çöküntü bölgelerinde göçmen mahallelerinin kurulduğunu söyleyen Danış, göçmenlerin kent merkezini tercih etmelerinin sebeplerini düşük kira, kentin kozmopolitliği arasında görünmez olabilme ve enformel ekonomiye eklemlenebilme fırsatı olarak sıraladı.

Didem Danış, konuşmasının ardından sözü Kirsten Biehl’e devretti. “Göçün Sosyal ve Mekansal Etkileri: Kumkapı Örneği” başlıklı doktora tezinden bir kesit sunan Biehl, 15 ay boyunca sürdürdüğü saha araştırmasının sonucunda Kumkapı’da elde ettiği bulguları izleyicilerle paylaştı. Göçmenlerin şehirdeki deneyimlerinin artık sadece etnisite üzerinden tanımlanamayacağını belirten Biehl, yeni dönemdeki göçmen nüfusunun “süper çeşitlilik” olarak tanımlandığını söyledi. “Kumkapı, İstanbul’un tüm farklılıklarını barındıran ortak bir mekan” diyen Biehl, buradaki göçmenlerin göç etme motivasyonlarından etnisite-kültür özelliklerine kadar birçok farklılığı bulunduğunu belirtti. Bu çeşitliliğin mekanda fazlasıyla görünür olduğunu vurgulayan Biehl, buradaki mekânsal dönüşümün kiralık oda sayısının, çok çeşitli etnik restoranların, çamaşırhanelerin artışında gözlemlenebildiğini ifade etti. Kristen Biehl, Kumkapı’daki göçmenlerle yaptığı görüşmeler neticesinde Kumkapı’nın göçmenlerde nasıl bir mekan algısı yarattığı üzerine elde ettiği bulguları aktardı.

Oturumun son konuşmacısı Şebnem Yalınay Çinici, Bilgi Üniversitesi’nden gönüllüler olarak yaptıkları Nilüfer Parkı Çocukları projesini anlattı. “Santralİstanbul kampüsünün çevresindeki refüjlerde su, selpak satan göçmen çocuklar için ne yapabiliriz?” sorusuyla yola çıktıklarını söyleyen Çinici, gönüllüler olarak bu çocuklarla iletişime geçerek ihtiyaçları olan bir konuda yardım etmek üzere bir çalışma yürüttüklerini aktardı. Çocukların en çok okuma-yazma öğrenmek istediklerini kendilerine ilettiğini ifade eden Çinici, bunun üzerine yaz boyunca 2 aylık sürede hiç okula gitmeyen çeşitli yaştaki göçmen çocuklar için bir eğitim programı düzenlediklerini söyledi. Bu süre boyunca belediyenin ve valiliğin projeye çeşitli destekler verdiğini belirten Çinici, “korkma, izole olma halini bir soruyla kırdık ve o etkileşim kurulmuş oldu” diyerek amaçlarının bir arkadaşlık kurmak olduğunu ve böylelikle bunun 2 aylık bir çalışmayla sınırlı kalmayacağını, sonraki dönemlerde de hangi noktada neye ihtiyaçları olduğunu öğrenerek onlara yardımcı olmak üzere çeşitli yollar keşfetmek için bir kanalın açıldığını ifade etti.

İlk gün oldukça keyifli ve bilgilendirici tartışmalarla süren etkinlik, bugün Kayseri özelinde göç sorunun ele alınacağı oturumlarla sürecek.

Etiketler

Bir yanıt yazın