Murat Belge'nin Taraf gazetesinde çıkan köşe yazısı...
Bugünlerde basında bir miktar yer bulan bir konu Taksim Meydanı’na verilmesi düşünülen yeni biçim.
İlkin şunu söyleyeyim : sabah eline gazeteyi alıp oturduğun kentle ilgili, “şöyle şöyle olacak” diye bir haber okumak beni tedirgin ediyor. Bunun yolu yordamı nedir, nasıl olur, bilemem ama (daha doğrusu, bu bir “katılımcı demokrasi” alt başlığı olarak, bizim sosyalizm “programı” tartışmaları kapsamına giriyor), bir şehrin hemşehrileri o şehir üstüne varılacak kararlarda söz sahibi olmalı, onları söz sahibi yapacak katılım yöntemleri de bulunmalı.
Üstelik, İstanbul gibi bir kentten ve onun başlıca merkezi olan Taksim’den söz ediyoruz.
Gazetede bazı temsili resimlerle birlikte tasarı hakkında da kırık dökük birkaç şey okuduk. En önemli konu, Taksim’in trafiğe kapanması. Kentin “başlıca merkezi” olduğu için, bunun yolu, otomobil trafiğini de yeraltına indirmek. Bu planlanıyormuş. Bir de, eski Taksim Kışlası eski yerinde yeniden yapılacak ve içi de bir kültür merkezi olacak biçimde düzenlenecekmiş.
Bu bilgilenme düzeyinde söylenecek fazla bir şey olmaz. Sorun da bu zaten. Kimlerdir, kaç kişidir bilemem, ama sınırlı sayıda, sıfatı “uzman” olan birileri İstanbul’un geleceği üstüne konuşup karar veriyor, biz İstanbullular da sadece bu kararın sonuçlarını yaşamakla yükümlüyüz.
Yukarıda saydıklarımdan bana en somut ve anlaşılır görüneni Taksim Kışlası oldu. Trafik, yeraltı vb. üstüne bu kadar bilgiyle bir görüş geliştirmek mümkün değil.
Taksim’in Topçu Kışlası’nı yeniden yapmak iyi bir fikir mi? Bence değil. 1939’da da bunu yıkmaya karar vermişler ve yıkmışlar, bugünküne benzer bir süreçle. O iyi bir karar mıydı? Bence o da iyi bir karar değildi. Koskocaman bir bina var, kötü bir mimari olduğunu iddia edemezsin; bu büyüklükte bir bina bulunduğu yerin karakterini de belirler. Geliyorsun, yıkıyorsun.
Ama şimdi, aradan 73 yıl geçmiş. Taksim’i Topçu Kışlası’yla görmüş kaç kişi olabilir hayatta? İstanbullular’ın özledikleri, yeniden görmek istedikleri bir şey olmaktan çıkmış.
Başta niçin yapılmış, diye düşünelim. Şehrin dışında olduğu için yapılmış. Normal olarak, Türkiye’de bile, şehrin orta yerine kışla yapılmaz. Bunun az ilerisi, adı üstünde, Talimhane. Asker kışladan oraya gelip talim yapıyor, şimdi otellerin falan olduğu o yerde. Bir yanında Surp Agop, Ermeni mezarlıkları, bir yanında Gümüşsuyu, daha da büyük bir mezarlık.
Şehir buraya doğru büyümeye başlayınca, kışla olarak kalması mümkün olmamış zaten. İşlev değiştirmiş. Ne olmuş? Ortasındaki avlu futbol sahasına dönüşmüş; başkası yok kentte, henüz. Futbol seyretmek isteyen oraya gidiyor.
Ama bunun da bir şehir merkezinde olması anlamlı bir şey değil.
Derken Mithatpaşa Stadı’nı yapıyorlar. Bu da yanlış karar. Orası stadyum yapılacak yer mi? Üstelik, Dolmabahçe’nin tiyatrosunu falan yıkarak?
Ardından, burada bir stadyum sahibi olduk diye, paldır küldür Kışla’yı da yıkıyorlar.
Ama, bu yanlışlar dizisine karşı çare Kışla’yı yeniden yapmak mı?
Rastlantı bu ya, hiç görmediğim Varşova’ya yeni gittim, döndüm. Malûm, Varşova’yı Almanlar yerle bir etti, öyle defoldular. Başlangıçta, Polonya’nın yeniden kurulan devleti, burayı tamamen terketmeye karar vermişti. Ama Varşovalılar kentte geri geliyor ve orada yaşamaya devam etmek istiyorlardı. Bu durumda, kent yeniden yapıldı, ama eskisi gibi yeniden yapıldı.
Bugün oralarda gezerken içimizde hep bu duygu ve bilgi var: “Eski gibi görünüyor ama değil”! “Barok Çağ gibi duruyor, ama 1955’te yapılmış”! Yani bir yapaylık var ortada. Varşova halkının bu yapaylığı niçin istediğini, kabul ettiğini anlamak ve buna hak vermek çok doğal. Topçu Kışlası’nı yeniden yapmak bununla aynı şey değil.
İlle gerekli mi, burada “bina” olması? Hiç sanmıyorum. Ama öyleyse, “modern” bina yapın. Karşısındaki Marmara ya da aşağıdaki Gökkafes gibi, görüntüsüyle insanlara eziyet eden “Türk moderni” değil, Dubai taklidi de değil, ama dünya mimarlık tarihinde yeri olacak bir “modern” bina yapın.