Tarih Vakfı'nın düzenlediği Perşembe Konuşmaları'nın beşincisinin konuşmacısı Boğaziçi Üniversitesi Tarih Bölümü'nden Ahmet Ersoy'du.
Ersoy öncelikle Topçu Kışlası’nın fotoğrafını dinleyicilerle paylaşıp “Bu fotoğrafı gösterip ‘güncel’ diyeceğim aklımın ucundan bile geçmezdi” diyerek son dönemdeki ihya projesi öncesinde yapının sadece akademik bir bilgi parçası olduğunu, günümüzde ise hayatımızın bir parçası olmaya hazırlandığını dile getirdi. Bu projenin 2010 Avrupa Kültür Başkenti etkinlikleri sırasında Hayal-Et Yapılar projesiyle gündeme geldiğini, serginin varolmayan yapıların güncel kentsel senaryolarla yarı mizahi bir dille kentsel ve mimari mirasın temsilini ele aldığını ifade eden konuşmacı, “Bu mizah kara mizah oldu. Sanat hayatı değil, hayat sanatı taklit etmeye başladı” sözlerine yer verdi.
Hayal-Et Yapılar Sergisi-Taksim Kışlası “Kolektif Hatıraların Kenti” Senaryosu
Taksim projesini otantiklik, geleneksellik ve yerel kimlik kurgularının küresel tüketim tarafından yönlendirilmenin bir parçası olduğunu belirten Ersoy, bu yapının döneminde ne ifade ettiğini tartıştı.
Ersoy “1860’larda Osmanlı’nın yapmaya çalıştığıyla bugün yapılmaya çalışılan arasında pek de fark yok. İkisi de yerelliği, gelenekselliği, yeni çağdaş kalıplar içerisinde pazarlamaya çalışıyor.” derken, dönemin elitinin “Osmanlı Rönesansı” olarak adlandırdığı akım öncesinde hangi üslupta yapıların gerçekleştirildiğini ifade etti. Buna göre, yoğun bir şekilde Avrupa mimari elemanlarını barındıran, Batılı göndermeleri olan mimari bir dilin varlığına dikkat çeken konuşmacı, bunun aslında yerel devamlılığı olan bir tarz olduğunu belirtti. Mimarinin kurumsal çerçevesinin, mimari kurgunun bu dönemde devamlılığını sürdürdüğünü dile getirdi.
“Yerel unsurlarla bezeli olduğu söylenen üslup çok modern, öncülü yok. Batılı dediğimiz mimari dil ise bir geleneğin devamı. Abdülaziz dönemiyle birlikte Tanzimat’ın mimari dili yeterince otantik bulunmuyor. Osmanlı’nın özüne dönmesi gerektiği tartışması ortaya çıkıyor. Mimari geleneğin kökenleri ve sınırlarıyla ilgili tarihselci bir perspektif ortaya çıkıyor. Bu değişim ise tamamen kozmetik bir dil olarak algılanıyor. Böylece bu otantiklik oryantalizm üzerinden işleniyor. Harbiye Nezareti Binası, Pertevniyal Valide Sultan Camisi, Hamidiye Camisi ve Çırağan Sarayı bu anlayışla yapılan binalar…”
19. yüzyıl ile beraber tarihin bir iştah nesnesine dönüştüğünü, müzeler, restorasyon pratikleri, tarihsel romanlar gibi öncülü olmayan farklı temsil yollarıyla tarihin tekrar kurgulandığını dile getiren Ersoy, Osmanlı’da da Elbise-i Osmaniyye ve Yeniçeri Kıyafethanesi gibi dönemdeki farklı temsilleri betimledi.
“19. yüzyılda Osmanlı toplum hayatında yaşanan kırılmalarla tekinsiz bir modernlik hali oluşuyor. Geçmişin içeriği değişiyor, herşey kopuş hissi üzerinden şekilleniyor. İnsanlar geçmişin uzaklığını, organik bağların kesilmiş olduğu hali deneyimliyor. İlk defa tarihe dışarıdan baktıklarını hissediyorlar. Geçmişten koptuğumuz için de geçmişle suni olarak köprüler kurmaya çalışıyoruz. Osmanlı özelinde de siyasal bağımsızlığın kültürel ve ahlaki geleneğe bağlı olduğu kaygısı beliriyor. Bu aynı zamanda görsel alanda, mimariyle daha önce varolmayan bir ilişki biçimine dönüşüyor. Modern olan bir temsil tekniğiyle kendi geleneğimizi tanımlamaya çalışıyoruz. Böylece Topçu Kışlası Osmanlıların kendi otantikliklerini kanıtlamaya çalıştıkları bir yapı olarak önümüze çıkıyor”
“‘Osmanlı nostaljisi’ bir intikam olarak geri döndü diyebiliriz” diyen Ersoy, 90’lardan itibaren Osmanlı tarihi ve kültürüne bir iştahın belirdiğini, 2000’li yıllarda ise neredeyse 19. yüzyıla özgü bir temsil çeşitliliğinin (mimariden, el sanatlarına) görülmeye başlandığını ifade etti. Geçmişi hala kaybetmiş olduğumuzu düşündüğümüzü dile getiren konuşmacı, 90’larla ortaya çıkan globalleşme tehdidinin de bunda etkili olduğunu, çevremizdeki yerellik simgelerinin de bir panzehir görevi gördüğünü belirtti.
“Kaybettiğimiz altın çağa duygusal olarak bağlanabiliyoruz. Bu da süreklilik hissini ortaya koyuyor. Kırılmayı bu şekilde tamir ediyoruz. Örneğin Ataşehir Mimar Sinan Camisi, Mimar Sinan ile bağların kopuşunun 2012’de tamir edilme biçimi olarak önümüze çıkıyor. Türkiye’nin yeni özlemlerini, ‘İslam dünyasının liderliği’ ifadesini pekiştiriyor bu oryantalist yaklaşım” diyen Ersoy yeni osmanlı düzeninde çevrenin nasıl temsil edildiğinin potansiyel sorun olarak görülmesi gerektiğini, kültür ve kimliğin çok masum kategoriler olmadığını dile getirip, Nietzsche’nin 1870’te belirttiği üzere “Tarihe takıntıyla bağlanmayalım” diyerek sözlerini noktaladı.