Tel Aviv – “Beyaz Kent”

Tel Aviv’e neden “Beyaz Kent” dendiğini anlayabilmek için kentin mimarlık tarihine göz atmak gerekli.

19. yy boyunca antik kent Yafa’ya süren Yahudi göçünün aşırı nüfus artışına neden olması sonucu doğan yeni yerleşke ihtiyacı, bölge halen Osmanlı İmparatorluğu’nun hakimiyetindeyken 1909 yılında Tel Aviv’in kurulmasıyla sonuçlandı.

Kentin planlama taslağı, 1925’te İskoç şehir plancısı Patrick Geddes tarafından hazırlanan master plana dayanıyor. Ana yollar ve bulvarlardan oluşan hiyerarşik bir cadde ağına ve organik formlu meydanlara sahip bir bahçe kentini tanımlayan bu plan, uygulama sırasında değiştirildi. Kentin aldığı aşırı göç nedeniyle 1930’da 50.000 olan nüfus, 5 yıl içinde 120.000’e çıkınca, Geddes’in hazırladığı plan, yoğunlaştırılarak uygulanmak zorunda kaldı. Geçen yıllara ve meydana gelen değişikliklere rağmen bu plan kentin birçok yerinde okunabilir durumda.

Dünya Savaşı sırasında gelişim süreci kesintiye uğrayan kente Doğu Avrupa, Sovyetler Birliği ve Yemen’den göçler devam etti. Nazilerin 1933’te Almanya’da iktidara gelmesi, Yahudi göçlerini de buna dahil etti. Kente gelen mülteciler arasında, Nazi baskısıyla kapatılan Bauhaus Mimarlık Okulu’ndan eğitim almış veya etkilenmiş mimarlar da vardı.

“Beyaz kent”i meydana getiren, bu koşulların bir araya gelmesiydi. Tel Aviv, mimari tarzı henüz oluşmamış ve farklı fonksiyonlara sahip birçok önemli yapıya ihtiyaç duyan bir kentti. Konut ihtiyacının tehlikeli boyutlara ulaştığı bir dönemde, kentte Bauhaus’ta eğitim almış işsiz bir grup mimarın bulunması, Tel Aviv’i gelecekte modern mimarinin önemli simgelerinden biri haline getirecekti. Böylece, Bauhaus stilini yansıtan yeni Tel Aviv oluşmaya başladı.

Kente gelen birçok mimar, tasarımlarında Le Corbusier, Mies van der Rohe, Walter Gropius ve Erich Mendelsohn’dan esinlendi. Savaş sonrası Avrupa’sında fonksiyonelliği yansıtan Bauhaus stili, Tel Aviv için çok uygundu. Yapıların zahmetsizce ve hızla inşa edilebildiği kente, Filistin’in sosyalist atmosferi de eklenince Bauhaus stili tüm potansiyeliyle konut tasarımına yansıdı. Tel Aviv, modern mimarinin temelleri için olağanüstü ölçekte bir deneyim alanı haline geldi.

Bununla birlikte, kentin konumu, mimarinin Akdeniz ve çöl iklimi koşullarına adapte edilmesini de gerektiriyordu. Beyaz ve pastel tonlardaki cephe renkleri sıcağı yansıtırken, duvarlar mahremiyeti sağlama ve güneşten koruma işlevlerne sahipti. Avrupa’daki Bauhaus stilinin en belirgin özelliklerinden olan büyük pencereler, sıcak ve ışığı sınırlayacak şekilde küçüldü. Yine aynı amaçla birbirini gölgeleyecek şekilde konumlandırılmış uzun ve dar balkonlar binalara eklendi. Eğimli çatılar, kullanıcının serinleyebileceği ve sosyalleşebileceği düz teraslar haline geldi. İlerleyen dönemlerde ise binalar sütunlar üzerinde yükselmeye başladı. Rüzgar sirkülasyonunun binayı soğutmasını sağlayan bu tasarım, aynı zamanda çocuklara yeni bir oyun alanı yaratmış oldu.

Tel Aviv’deki yüzlerce binanın yansıttığı bu özellikler, “modern kent”in karakterini tanımlayan mimari bir stile dönüştü.

Kentte 4.000’den Bauhaus stilini taşıyan bina bulunuyor. Çoğunun yıllar önce yıkılmış veya şu an harap durumda olmasının yanı sıra, geri kalanlar da aslına uygun olarak son yıllarda restore edilmiş. Kent, 2003 yılından beri UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde bulunuyor.

Etiketler

Bir yanıt yazın