Haliç’in Kuzey Yakası’nda Camialtı, Taşkızak ve Haliç isimli üç tersanemiz var. Bu tesislere topluca “Tersane-i Amire” denir. 2 Temmuz’da ihalesi yapılanlar, Camialtı ve Taşkızak.
Haliç Tersanesi İBB’ye devredilmiş durumda ve daha çok İDO filosunun bakım ve onarım işlerini görüyor. Tersanelerin tarihi özelliğinden ötürü, yeniden işlevlendirilmesine itiraz edenler var. Dünyanın pek çok ülkesinde eski endüstri yapılarının farklı işlevlerle kente katılması bilinen ve arzu edilen bir durum. Yani idarenin amacı, söz konusu kent alanını kullanıma açmak.
Asıl sorun yine aynı yerde; bu ihalenin plan ve projesinin kamuoyu ile paylaşılmadan yapılmasında. Gezi Parkı’nda protestoların daha hafif geçmesi, projenin zamanında, bütün paydaşlara, doğru dürüst anlatılmasıyla mümkün olabilirdi. Belki daha henüz fikir aşamasındayken tartışılır, inatla yapılması istenen Topçu Kışlası çoğulcu bir kararla iptal edilebilir, sonra Gezi Parkı’nı ihya edecek bir yarışma düzenlenirdi. Bu sayede “masum halk” belki de hiç sokağa çıkmaz, iç ve dış mihraklar hüsrana uğrarlardı. Üstüne üstlük, İBB ve Ankara, projeleri halk ile paylaşan, onların fikirlerini alan, uzmanları dinleyen birer merci haline gelir, iktidar da bunu demokratik güç olarak sunabilirdi.
Tersaneler, konumu ve tarihi yapısıyla çok değerlidir. Camialtı İTÜ’nün temelini teşkil eden Mühendishane-i Bahri Hümayun’un kurulduğu yerdir. Taşkızak ise dünyanın ilk denizaltı montajının yapıldığı tersanedir. Osmanlı Donanması 1886 yılında İngiltere’ye Abdülmecit ve Abdülhamit isimli iki adet denizaltı siparişi vermiş ve denizaltıların parçaları, deniz yoluyla getirilerek Taşkızak’ta birleştirilmiştir. Osmanlı Devleti, donanma envanterinde tahtelbahir olan ikinci donanmadır ve 1888 yılında bu denizaltılardan biri, Üsküdar açıklarında boş bir hurda gemiyi, torpidosu ile batırmıştır; üstelik o sırada bu tatbikatı izleyen yabancı temsilciler önünde. Bu denizaltılar, Çanakkale’yi bir şekilde geçip, Marmara’da ufacık kayıklara dahi saldıran İngiliz E11 denizaltısı, Barbaros Hayrettin Zırhlısı’nı batırıp 19 subay ve 232 eri şehit ederken neden Haliç’te çürümeye terk edilmiş durumda bırakılmıştır? Çok acı bir sorudur.
Dünyanın en eski tersanelerinden biri olsa da, bu bölge hâliyle artık tersane işlevini koruyarak kalamaz. Galata Köprüsü, tersanelerin malzeme ve gemi sevkiyatını kapatan bir düğümdür. Sadece günde bir saat köprü açılsa dahi tersanenin verimli çalışması zaten imkânsızdır. Bu alanların 20 yıl bu şekilde atıl olarak kalması başlı başına bir sorun…
Farklı bir işlev verilebilir ama ortalıkta proje yok, sadece 400 yataklı otel ve 70 adet yat gibi anlamsız rakamlar var. Proje yok ama ihale var. Hem de 49 yıllık!
Bir düşününüz, ihaleye üç firma katıldı. Usulen biri dosya aldı ama teklif vermedi. Diğer ikisi teklif verecek. Kalan iki firmadan, biri diğerinden biraz daha fazla kira vereceğini söylese ihale ona kalacak. Kural böyle, tamam ama fazla para veren daha iyi mi proje yapacak? Belki de tasarruf etmek için projeyi kendi içinde çalışanlarına yaptıracak. Biz yine bihaber olacağız. Eğer proje ihale öncesi hazırsa, askıda durduysa, şimdi neden açık edilmiyor? Nedir bu giz, gizem?
Belki de bir yarışma açılsa, Haliç tüm Türkiye’deki tasarımcılardan toplanacak en iyi fikirle şekillense en iyisi olacaktı. Yarışma ile proje elde etme masrafları o kadar cüzi bir miktar ki ihale bedelinin yanında… Böylelikle firma daha verimli bir projeyi yapar, tepki çekmez, herkes kazanırdı.
Gezi Olayları, sorgusuz sualsiz, kentin dinamiklerine bakılmadan, kent sakinlerine sorulmadan “Biz karar verdik ve ya-pı-la-cak” diretmesinden çıktı. Gezi Parkı, tam herkesin gözü önündeydi, kızılca kıyamet koptu, olayların daha başında plansız olduğu da belliydi. Protestolar sırasında –belli ki– fırsat kollayanlar da ortalığa hücum ettiler. Masum bir hareket, kötü niyetlilerce suistimal edilmeye çalışıldı. Polise mukavemet edip onu zor duruma sokanların derdi Gezi Parkı değildi ama polis de sınavdan geçemedi. Parkı korumak ve bina yapılmasını istemeyenlerle kötü niyetli olanlara aynı muameleyi yaptı. Yönetimden gelen ve üst üste ortamı daha da geren beyanlar, polise taş atanları görüp evinde oturmak isteyenleri yine heyecanlandırdı, yeniden sokağa döktü. Polise de yanlış üzerine yanlış emirler verilince ortaya bu manzara çıktı.
Gezi sadece görünen kısım. Haliç’te protestolar yok ve o yüzden proje kamuoyuna sunulmadan ihale yapılabiliyor. Sadece Haliç Tersaneleri değil, Haliç’teki “garip” köprü, Yenikapı’nın doldurulması, Kartal’daki dolgu alanı, Haydarpaşa Garı gibi başka örnekler de var. Belli ki hükümet bu Gezi Olayları’ndan hiç ders almamış. Aynı şekilde devam ediyor.
Bunlar kötü projeler mi? Sahiplerine sorsanız değiller. Halka soruldu mu? Sormayı bırakınız, halkı bilgilendirecek uzmanlar bile projelerden habersizler! Varsa birkaç tane bilgisayardan çıkmış (render) görüntü yayınlanıyor o kadar. O da varsa… İBB’nin sitesinde devam eden projeler bölümünde, şu kadar metrekare ön etüt çalışması yapılıyor deniyor. Şeffaf olmak, halka sormak, bilgilendirmek bu ölçüde kalıyor. Tek kelimeyle yetersiz!
İBB Başkanı Topbaş, bizi sevindiren bir demeç verdi. “Otobüs duraklarının yerini bile halka soracağız”. Hemen ertesi gün, “Mecazi konuştum, hem halka her proje sorulur mu?” diye düzeltti. 24 saat geçmeden neden ve hangi dürtüyle böyle bir “düzeltme” yaptığı bilinmese bile, halktan (uzman ya da değil) çevresine duyarlı herkes bu söylem karşısında hayal kırıklığı yaşadı. Tamam, klavyesinde büyük harf tuşu takılmış şekilde, sosyal medyada makamının gerektirmeyeceği her türlü polemiğe girmedi ama yine de söylediklerinin arkasında durması gerekirdi.
Otobüslerin rengi ya da vapurların pencere tipleri (alternatif gemiler aslında birbirinin aynıydı) web sitesinde soruldu, en büyük, “şeffaf”, fikir alma maceramız bununla kısıtlı. Yabancı hayranlığı yapmak değil amacımız, Londra’da Avrupa’nın en büyük yatırımı diye sunulan projenin bir bilgilendirme ofisi var ve yirmi yıllık planlamanın bilgileri veriliyor. Proje başlamadan çok önce fikir ve beyan toplanması yapılıyor ki, hata yapılmasın.
Bu toplum, yaşadığı çevreyi ilgilendiren böyle hamlelerde bilgilendirilmeyi hak etmiyor mu? Hele hele ecdat yadigârı, Fatih Sultan Mehmet’in temellerini attığı tersane söz konusuysa…
*Yrd. Doç. Dr., Zirve Üniversitesi