Toki Nedir?

Her hafta Çarşamba günleri Taraf Gazetesi'nde yazan İhsan Bilgin bu haftaki yazısında TOKİ'yi konu ediniyor.

Biri tutmuş

Sahi nedir toki? Özel isim mi? Cins isim mi? sıfat mı? mastar mı? Turgut Özal Cumhuriyet’in en vizyoner ve proaktif siyasi lideriydi. İktidara gelmeyi kafasına koyduğu kadar, gelince yapacaklarını da biliyordu. Finans piyasasının önündeki engelleri hemen kaldırdığı gibi, sonuçlarının, yan etkilerinin önlemini de aldı. Dövizin ve faizin serbest kalması kentlilerin konutta beklettiği tasarruflar için cazip seçenekler olacaktı, oldu da. Konut sektörüne akan kaynağın kesilmesi ona bağlı sektörleri zora sokacak, ekonominin tümü etkilenecekti. Tedbir alıp sektöre müdahaleyi kolaylaştıracak mekanizmaları kurdu: Toplu Konut Fonu, Toplu Konut Yasası, ve Toplu Konut İdaresi (TOKİ). Kaynak, hukuki statü ve kaynağı statüyle yönetecek kurum; mesele, sadece sektörün kaynak kaybını telâfi değil, eskiden de iyi çalışmayan piyasanın regülasyonuydu. Benzeri kurumların dünyadaki geçmişi, müdahalenin iki türlü olabileceğini gösteriyor: inşaat piyasasını canlandırmak ve piyasanın ezeli zaafı olarak kronik barınma sorunlarına sosyal-politikalarla çözüm aramak. Küresel ölçekli neo-liberal dalganın Türkiye şubesi olmaya kararlı Özal’ın ve ANAP’ın ikincisiyle alâkaları zaten olamazdı, ama ilginç olan, enstrümanları regülasyon için de kullanmamış olmalarıydı. Kendi kurdukları enstrümanları ciddiye alamayıp TOKİ ve Emlak Bankası arasında bocaladılar, kurumu kullanmak için gerekli uzmanlık ve birikime sahip kadrolara teslim edemediler bir türlü.

Diğeri pişirmiş

İşin ilginç yanı 90’larda Türkiye’yi cehenneme çevirecek DYP-SHP koalisyonunun en istikrarlı adımını burada atmasıydı. Erdal İnönü, proaktif bir hamleyle kurumu alıp, bu konularda Türkiye’nin en ciddi ve istikrarlı birikimine sahip ODTÜ/Şehir-Bölge Planlama bölümünden ve kuşkusuz Türkiye’nin bu pozisyona en hazırlıklı kişisi Yiğit Gülöksüz’e emanet etti. Evet, herşey yerli yerine oturmuş, Özal’ın işletmediği enstrüman çalışır hâle gelmişti. Tüm akademik ve teknik birikim sahiplerinin de desteğiyle kurum sadece regülasyon aygıtı olarak değil piyasanın boş bıraktığı alanlara da nüfus etme iradesiyle işlemeye başlamıştı. Konut üretiminde alternatif fiziki ve sosyal yapılanmalarla, sosyal politikalar da kurumun gündemine girdi. Bu önemli sorun alanı devletteki sahibini bulmuştu. Konut sektörünün aktörleri nihayet muhatabını bulmuş ve sorunları da konu hâline getirilmişti. Gülöksüz’den sonra rasyonel çizgi terk edilip, istikrarsızlaştırıldı, misyonuyla ilgisiz alanlara itildi. Özellikle de AK Parti iktidarında devletin inşaat-emlak dairesi gibi çalışmaya başladı: deprem mi oldu, Suriye’den göçmen akını mı oldu; Başbakan, kurumdan inşaatları yapmasını ister hâle geldi. Dahası sınır karakolu mu bombalandı? TOKİ, sağlamını yapma görevini kucağında buldu. İşin en tuhafı Türkiye’nin nihayet kavuştuğu modern bir kurumu ve sorun tanımını, kullanmama yönündeki kararlılığıydı. İnönü ve Gülöksüz hariç herkes bu konuda kararlıydı. Kariyerini konut kooperatifçiliği ile yapmış Karayalçın’ın liderliği bile değiştirmedi durumu.

Öteki düşürmüş

Üstelik, AK Parti sadece devletin inşaat-emlak dairesine dönüştürmekle de kalmadı, ters bir misyon da yükledi sırtına: Yoksul sınıflara karşı yürütülen anti-sosyal politikaların odağı olma, yani bir tür sınıfsal-sopa olma işlevi… Metropolün bir köşesinde apartmanlaşmamış, gecekondu artığı ve hâlâ bahçe-şehir izleri taşıyan mahalle parçası mı kalmış, TOKİ yetişiyor, hemen oraları süpürüp, kasvetli bloklarını dikmek üzere; sanki gecekonduların eksiği kaynak ve kapasite değil de kasvet ve yüksek blokmuş gibi. Dar gelirli bir kesim, kentin kıymetlice bir yerinde mi bulunuyor yine TOKİ orada: hatayı düzeltip sınıfsal yerine öteleyip, had bildirmek üzere; devletin satılamamış arazisi mi var, TOKİ, parti tabanı taşeron ve müteahhitlere iş çıkarma misyonuyla üstleniyor yatırımcılığı. Bunların toplu konutla, barınmayla ne alâkası var? AK Parti de seçim istikrarını sürdüremeyip kaybedecekse, metropollerdeki hatırı sayılır pay TOKİ’nin olacak bu gidişle. Yok yok, yoksulların âhı tutacağından değil, oyları tutulacağından. Gecekondularından kasvetli bloklara sürülmüş yoksulların bahçe, toprak, ağaç ve komşu özleminin siyaseten pek hayır getirmeyeceği anlaşılacaktır; zira bunlar kent yoksulları için bütün yoksunlukların tek telafisidir, onların yaşama tutundukları tek nirengi noktasıdır. İşte o gün bunun sözde “yoksul-karşıtlığı” değil, tehcir olduğunu ve insanca yaşama hakkını ihlal olduğunu söylemek için geç olacak. O zamanki başkanını bakanlık değil parti binaları enkazının tasfiye görevi bekleyecek herhalde.

Bir söz de bu blokları düşük prestiji nedeniyle “nokta blok” olarak adlandıran meslektaşlara; nokta-bloğun ne olduğunu hatırlamak için Ataköy erken dönem A (kırmızı) ve K (mavi) bloklara yeniden bakmalı ve postmoderne yaranmak uğruna mimari dağarcığın haysiyetiyle öyle kolay oynamamalıyız.

İlk defa TOKİ’yle mi oluyor bu sosyallik karşıtlığı? Tabii ki hayır, geçmişi var elbet: 19. yüzyıl İngiltere’sinde bir mahalleden politik ve/ya ekonomik nedenle kurtulmak istendiğinde oradan ya demiryolu geçirilir ya da sağlık yasaları bahane edilirmiş. Sonuç? Bugün Londra, sınıf ayrımlarının en keskin bariyer gibi çalıştığı şehirlerinden biri dünyanın. Herkes “yerli-yerinde”. Yanlış yerde kimse yok. Dünyanın en eski ve kapasiteli metropolü kozmopolitliğini ve cazibesini gölgeleyen de bu kutupsallaşma oldu. İstanbul’un önemli cazibe kaynağıydı birlikte yaşamak. Bu kültürün kaybını telafi edecek ne var akıllarında? umut, ufuk yok! bunların ardından TOKİ abideleri dikilmeli şehrin kapılarına: “TOKİ içeri yoksullar, (yoksulluk değil!) renkler dışarı” şiarıyla. Yeni kuşaklar istedikleri kadar sorsun, bunların toplu konutla ne alâkası var diye, yabancı kuram ve kurum/lara özenmekle suçlanıp günün KCK’sıyla yargılanırlar artık..

Öyle ya 800 bin metrekare civarında toprağı ve 70 milyon nüfusu olan bir ülke küçük üretime endeksli üreticileriyle istikrarlı biçimde barınamaz, barınamayınca, istikrarlı toplum hâline gelemez. Ekonomimizin önü bu kadar açıkken siyasetinki neden kapalı diye soruyorlardı Ahmet Altan ve Murat Belge. Ekonomi ve İçişleri bakanlarının şahıslarında somutlaşan zıtlık bile bazı saçmalıkların kadere dönüşmesine bağlı olmasın sakın?

Nüfusun patlayıp sıkışmaya başladığı 50-80’ler arasını idare etmemiz yanıltmamalı. İstisnai şartlara bağlıydı o idare: 1. devlette sosyal-politika yokluğunu ikâme etmek üzere kullanılabilir miktarda toprak mülkü olması; 2. küçük müteahhitlerin benzeri zor bulunur enerjiyle, kentli sınıfları da ortak edip şehirleri apartman denizine dönüştürmeleri. Habitat-II raporuna da yazdığımız bu şartlara pek güvenmemeli; tükenirler ve tükendiler… Özal’ın hamlesi kısmen bunlarla başa çıkmak içindi. Ama oyunu baştan bozdu. Türkiye kapitalizminde alaturkalık bulmaktan yorulmayanlara emin bir kapı daha işte. Tamamen açık…

Saçma dedik; biri aleti keşfediyor ama çalıştırmayı bilmiyor, öğrenmiyor da; diğeri çalıştırıyor, zamanı yetmiyor; öteki, üçüncü, oradan devam edeceğine, bastığı zemini kesmek için kullanıyor aleti. Başka ne denebilir?

Evet, “toki nedir?”, konuttan başka her şeyi getiriyordu ilk sorduğumuzda akla. Arada düşününce fazla değişiklik olmadı; sonuç olarak yine benzerlerini getiriyor akla. Sorumluluk düşüncede mi nesnesinde mi? Ben denedim, gerisi kuruma kalmış…

Etiketler

1 Yorum

Bir yanıt yazın