Ülkemizin yaşam düzenini altüst eden günler geçiriyoruz. Bu süreç "Yumuşak güç" ile üstesinden gelinecek durumdayken, başka yönlere çekilmesi muhtemel hale geldi.
Olaylar hakkında verilen demeçlere mimari yönden değişik yorumlar katıldı, hâlâ katılmakta ve bu yüzden kafalar daha da karıştı. Artık sulha kavuşmak için yapılması gerekenleri düşünme ve tartışma zamanı. Her zaman olduğu gibi olayları mimarlık ve şehircilik süzgecinden geçirerek irdeleyeceğiz.
Artık karar vericiler, kent parçalarını şekillendirecek konularda kendi başlarına buyruk karar vermeyi bırakmalıdırlar. Bu gazetede bir yıldan fazla süredir, kamuyu ilgilendiren her türlü mimari projenin, şehircilik kararının adil yarışmalarla şekillendirilmesi gerektiğini yazdık. Bizi hüsrana boğan Çamlıca Camii yarışması ise derde deva olmak yerine süreci baltalayan bir örnek oldu. Fırsat kaçtı, “Yarışma bile yapılamadı doğru dürüst” sonucu çıkmış oldu ne yazık.
Siyasi erk sahipleri “Karar verdik, olacak” dediklerinde, onlara oy veren sadık seçmenleri bile yaralamış oldular. Çoğu icraatı beğeniyor ve destekliyor olsalar bile, belki ufak bir detay hakkında yapıcı bir eleştiri, düzeltme ya da katkı sağlamak için fikirleri sorulmayınca “Sorgulamadan her şeyi peşinen kabul eder” duruma düşmekten belki de rahatsızdırlar. Kısaca mimarlık, şehircilik gibi herkesi ilgilendiren konularda, tepeden inme kararlar vermek, sonra da her kesimden gelen olumlu olumsuz yorumlara kapalı olmak, -görüldüğü üzere- oldukça tehlikelidir.
Topçu Kışlası, tek kelime ile “talihsiz” bir proje ve karardır. İnat etmekte artık bir fayda yoktur. Detayları kamuoyu ile paylaşılmayan projede, 7.200 m2 (tüm kapalı alanın üçte biri) kafe ve kitapçı bölümü vardır. O kadar kitapçı ya da kafeye gerek var mıdır? Zaten İstiklal Caddesi’nde kaliteli, kalitesiz her türlü yiyecek, gürültülü patırtılı mekânlarda satılmakta ve kitapçı sayısı ise gün geçtikçe azalmaktadır. Devasa bir yatırım yapılırsa içindeki ticari ünitelerin kirası bir hayli fazla olur. Kitapçı bu kirayı karşılayamaz ve başka ticari işlevlere yerini bırakır. Zaten tüm zemin katı ticari mekân olan yere “AVM değil” demek, inanması zor bir söylemdir. Sonra “Hemen hüküm vermeyin, belki de bir müze olacak” denmektedir. Sayın karar vericiler, bu kadar önem gösterilen bir projeyi “Belki de şu olacak, nereden biliyorsunuz?” sürprizi ile tanımlamak kimseye reva değildir.
Gerilimi günbegün artırırken “AKM’yi yıkıp cami yapacağız” demek, camiye takıntılı ölçekte karşı olanlarla inatlaşma izlenimi uyandırmıştır. Açıkçası cami gibi önem verdiğimiz ibadet mekânının isminin ve fikrinin bu şekilde “Kışlaya itiraz mı ettiniz, görürsünüz” özetiyle telaffuz edilmesi doğru değildir. Taksim’deki bir camide ibadet etmek isteyen Müslümanların, halkın zorla değil inanarak kabul ettiği şekilde yani genel memnuniyet ve istekle yapılan bir camiyi tercih edecekleri nasıl dikkate alınmaz. Kimse merkezinde cami olan bir kavga istemez ki. Cami gerekirse doğru dürüst bir yarışma ile yapılır, herkese örnek olur. Belki de Çamlıca Camii projesi elde edilirken bizi üzen detaylardan arındırılmış bir süreçte bizleri gururlandırır.
Yeni yapılması önerilen Topçu Kışlası, zamanında şehrin uzaktaki tepesine yapılmış bir kışladır. Ortasında talim alanı vardır. Adı üstünde kışladır işte. İlk yapıldığı hali tam bilinmemekle beraber Abdülmecid zamanında giriş bölümlerine soğan kubbeli oryantalist ekler yapılmıştır. Ne Klasik Osmanlı’da ne de Selçuklu’da Hint usulü ya da Kremlin’dekiler gibi bir soğan kubbe formu vardır. Arzu edilen bir mimari tarihi değeri olmayan, eşsiz özellikleri barındırmayan bir binadır.
Ortasında yapılması düşünülen buz pisti olmasa bile, parkın ağaçlarının beşte dördünün korunacağı iddia edilse bile o yeşil alan kentten kopartılmış olacaktır. Kontrollü olarak ulaşılabilen bir iç bahçede o kadar ağaç olsa ne olmasa ne? Binanın kat yükseklikleri fazla olduğundan zaten bir duvar gibi meydanın deniz ile olan ilişkisini kapatan AKM’ye benzer bir başka duvar yaratılacaktır.
Şimdi de “barok” usulü hakkında bazı yorumlar gelmektedir. Barok, Osmanlı zamanında camilerin mimarisine bile sirayet etmiş bir mimari akımdır. Artık cami için “Selçuklu, Osmanlı sentezi”, finans merkezi için “modern ve Dubai tarzı” ve opera binası için “barok” sıfatı kullanılmaktadır. Güçlü ve başarılı bir siyasi lider olan Başbakan’ın mimari tarzlar ve tasarımları hakkında uzman olması normaldir ama böyle önemli kararları, mimarlar ve belediye yetkililerine bırakmalı, onların da halkla diyalog içinde çözüme gitmeleri beklenmektedir.
Gezi Parkı şimdi ne olmalıdır? Oldukça basit. Başbakan, bu konuda karar verme yetkisini halka ve belediye başkanına bırakmalıdır. Onlar da parkı olduğu gibi yeşil alan olarak bırakmalılar. Taksim Platformu gibi oldukça yaşlı ve politize olmuş bir toplulukla bir şeyin pazarlığı yapılmamalıdır. Gençlerle bir inisiyatif ortaya konulmalıdır. Gerekirse söz konusu park için hafif bir peyzaj çalışması için yarışma açılabilir, o kadar.
Dünyada kamusal alan yönetimi için önerilebilecek, çalışan rol modeller vardır. Örneğin tıpatıp Gezi Parkı ile aynı boyutlarda olan New York’taki Bryant Park gibi. Burayı kâr amacı gütmeyen bir vakıf ihya etmektedir. Kültür ve sanat faaliyetleri, gösteriler, bedelsiz spor ve beden eğitimleri ve bunlar gibi organizasyonları, destekçilerinden aldığı para ile ya da parkın içindeki ufak bir hediyelik eşya dükkânından elde ettikleri gelirle kimseye yük olmadan düzenleyebilmektedir. www.bryant.org
Parkın geleceği için bu genç ve apolitik inisiyatifin üzerinde baskı yapılmamalı, yönetimi bağımsız olmalı, ele geçirmek için kimse oyunlar oynamamalıdır. İşte o zaman İstanbul, çağdaş bir simge mekâna kavuşulabilecektir.