Türkiye'de Müslümanlığın imkanları üzerine söz söylemenin yolunu illaki politik okumalardan geçirmekte ısrarcı zihin yapısı, bir çıkış arayan her kesimi şartlandırıyor.
Siyasetin günübirlik politik anlam düzeyine indirgendiği bu kısır okuma biçiminin siyaseti de içeren bütüncül yaklaşımı dışladığına şahit oluyoruz.
Turgut Cansever’in düşünceleri ile bu düşüncelere sahip çıkanların tanışmasının Türkiye’nin politik ve sosyal anlamda en çalkantılı dönemine (1990’ların hemen başları) tesadüf etmesi ilginçtir. Bu durumda, rahmetli Cansever’i gecikmeli olarak keşfetse de ona sahip çıkan kesimin medeniyet merkezli bütüncül yaklaşım arayışının da etkili olduğunu düşünüyorum.
Mimari ve şehir gibi başlıklarla yerel yönetimlerdeki kazanımlarıyla birlikte muhatap olmaya başlayan bir kesimin Turgut Cansever’in düşüncelerine intibak edememeleri; hele hele onun bütüncül, derinlikli çözümlemelerini, insana ve eşyaya dair fikirlerini hayata geçirecek bir hazırlıkta olamadıkları gerçeğinin bugün bile geçerli olduğunu söyleyebiliriz. Ne var ki en azından onun gündeme getirdiği meselelere dair düşünme, kafa yorma çabasının olduğu; hayata dair mimari, güzellik, varlığın katmanları gibi medeniyet düşüncesiyle kavranabilecek bir bakış açısının gelişmekte olduğu; bu konuda kayda değer çabaların sarf edildiği de yadsınamaz. Ancak yerel ve siyasal iktidarların kendisini bir şekilde muhafazakar olarak tanımlayan siyasal yapının elinde olduğu ve Turgut Cansever’in ismini adeta bir markaya dönüştürerek şehircilikten mimariye onun tekliflerinin tam zıddı uygulamaların adeta dolu dizgin yürürlüğe girdiği çelişkili durumu ortadan kaldırmıyor, bu iyimserlik çabası.
Her şeyden önce Turgut Cansever’in bir mimar ya da mimarlık üzerine sözleri olan bir isim olarak sınırlandırılmasının, anlaşılmasının önünde en önemli engel olduğunu belirtmemiz gerekiyor. Hayata Müslümanca bakmanın varlık meselesi olduğu şuuruyla hareket edenler nezdinde o, her şeyden önce bir mütefekkir olarak kabul gördü. Bu yönüyle mimarlığı aşan hayata Müslüman bir düşünür olarak bakan ve bu yönde fikir üreten bir değer olarak algılandı. Bu yaklaşımın isabetli olduğunu, Turgut Cansever’e dair yazılıp çizilenlerin şimdiden yekununa bakıldığında mimarlık düşüncesinden öte Müslümanca bir hayatın, şehrin, daha geniş anlamda medeniyetin ipuçlarını bulmamızdan anlayabiliriz. Cansever hocaya dair ilk söylenecek söz onun bir mimar olmaktan öte İslam düşüncesi üzerinde gelenekten beslenerek ufuk açıcı perspektif sunmuş olmasıdır. Mesleğinin hakkını vererek uygulayıcı olması hem söylediklerinin ayağını sağlam bir zemine basmasını sağlıyor hem de buradan hareketle daha geniş bir düşünce ufkuna açılma imanı veriyordu. Bu nedenle mimarlık mesleğinden gelenlerle sınırlı kalmayıp hatta çok daha farklı ilgileri olan, mesele sahibi, düşünen insanların ilgi alanına girebilmiştir.
Turgut Cansever’in; sıklıkla vurguladığı, İslami düşünceye dair kafa patlatan, söz söyleyen herkesin dikkatinden kaçırmaması gereken, anlamlandırılması, açımlanması ve anlaşılması gereken tespitini hatırlatmakta yarar var. Dinin en önemli misyonlarından birinin “dünyayı güzelleştirmek” olduğu, sanat tarihi bilinmeden dinin de tam anlaşılamayacağı; önemli bir kalkış noktası olarak mütalaa edilmesi gereken tespitleridir.
Hem dinden ne anlaşılması gerektiğine dair hem de dini düşünüşün kapsamı, insan hayatını kuşatan çerçevesi ile mimari arasında kurduğu ilişkiye dair tespitleri anlaşılmadan Turgut Cansever’in ne demek istediği tam anlaşılamaz.
“Özünde, ekonomik ve pragmatik matrislerin optimizasyonuna dayanan modern Batılı” mimarlık yaklaşımı ile İslam mimarisi arasındaki temel farka işaret eder. Dini düşüncenin yani tevhit ilkesinin, “kutsal sanat” anlayışının sükunet içinde hareket yaklaşımı, dinin dünyayı güzelleştirme amacı çerçevesinde anlam kazanıyor. Mimar olarak düşünce inşa etmeye çalışan Turgut Cansever’in dini düşünce bağlamında bu yaklaşımının açımlanması, tartışılması gerekiyor.