Turgut Cansever’i Kaybettik

Türkiye'nin önde gelen mimarlarından, Ağa Han Mimarlık Ödülü'nü üç kez kazanan Turgut Cansever, 89 yaşında İstanbul'da vefat etti.

Her zaman değişim ve dönüşümün, ileri olanın peşinde olan ve muhalif kimliğinden asla ödün vermeyen düşünceleriyle tanınan Cansever, en son Cumhurbaşkanlığı Kültür Sanat Büyük Ödülü’ne değer görülmüştü.

Kadıköy Çiftehavuzlar’daki evinde öğle saatlerinde vefat eden Cansever’in cenazesi, 23 Şubat 2009 Pazartesi günü saat 15:30’da Fatih Camisi’nde ikindi namazından sonra kılınacak cenaze namazının ardından Edirnekapı Mezarlığı’nda toprağa verilecek.

1920 yılında Antalya’da doğan Cansever, Galatasaray Lisesi’nin ardından İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi Mimarlık Bölümü’nü bitirdi. 1951 yılında kendi mimarlık bürosunu açan Cansever, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nden sanat tarihi doktoru ve doçenti unvanlarını aldı, 1959-60 yılında, kuruluşunda bulunduğu Marmara Bölgesi Planlama Teşkilatı Başkanlığı ve 1961’de İstanbul Belediyesi Planlama Müdürlüğü görevlerinde bulundu. Cansever, 1974-75 yılları arasında da Dünya Bankası İstanbul Metropol Planlama Projesi’ne başkanlık yaptı. 1974-1976 arasında Avrupa Konseyi Türk Delegasyonu üyeliği yapan Cansever, 1975-1980 arasında İstanbul Belediyesinde, 1979’da Ankara Belediyesi metropol planlama, yeni yerleşmeler, kent merkezleri ve koruma danışmanlığı görevlerinde bulundu.

2008 Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülleri kapsamında mimari dalında büyük ödüle, 2007 yılında TBMM Üstün Hizmet Ödülü’ne ve 2005’te Kültür ve Turizm Bakanlığı Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü’nce mimarlık dalında Kültür ve Sanat Büyük Ödülü’ne layık görülen Cansever, 1999 Marmara Depremi’nin ardından ”İstanbul Deprem Çalışma Grubu”nu oluşturdu ve ”Depreme Karşı Yeni Şehir Üretimi Projesi”ni hayata geçirdi.

“Mimar Sinan” isimli kitabında ise, genel olarak İslam mimarisi, özelde de Sinan’ın eserlerinin demokratik bir yapıda olduğuna dikkat çeken Turgut Cansever, “Yapıyı kullanan herkes, kendi yerini tayin ediyor. Bu tam mutlak bir demokratik yapıdır, mimarideki demokrasidir. Yapı emretmiyor, kesin olarak tarafsız bulunuyor. Osmanlı toplumunun ortak güzellik değerleri vahşi Batı değerleri ithal edilerek Türk aydınları tarafından tahrip edilmiştir. O yüzden Sinan’ın eserleri toplumdan tecrit edilmiş, taş yığını haline düşürülmüşlerdir” demişti.

Garanti Galeri ve Osmanlı Bankası Müzesi’nde, 04 Nisan – 23 Haziran 2007 tarihleri arasında düzenlenen, küratörlüğünü Uğur Tanyeli ile Atilla Yücel’in yaptığı, “Turgut Cansever: Düşünce Adamı ve Mimar” başlıklı “İkiz Arşiv – Sergi”si kapsamında 29 Nisan 2007 tarihinde Büyükada Anadolu Kulübü önünde gerçekleştirilen buluşmada Atilla Yücel’in sorularını yanıtlayan Cansever şunları söylemişti: “Bursa’daki çocukluk yıllarımda annemin ve babamın misafirleri evin bir taraftan bahçeyle bir taraftan sokakla ilişkisi ile ilgili konuşmalar yapıyorlardı. Dünya içerisinde insanın yerinin neresi olması gerektiğini daha naif terminolojilerle gündeme getiriyorlardı. 1930’dan sonra İstanbul’a geldiğimde bu sorunsalın kültür seviyesi artmış insanlarda azaldığını gördüm. Dünyaya çeşitli açılardan bakan insan tipinin farklı bir dünyayı algılama yeteneğine sahip olacağını ve mimar olarak insanlara çeşitli şekilde dünyayı göstermek gibi bir görevimiz olduğunu düşünüyorum.”

“Türkiye’de Mimarlık Sahnesinin En Aykırı Seslerinden Birini Kaybettik”

Acı haberin ardından görüşlerini aldığımız Uğur Tanyeli, Aykut Köksal ve Atilla Yücel, Turgut Cansever hakkındaki düşüncelerini şu sözlerle dile getiriyorlar:

Uğur Tanyeli: “Türkiye’de mimarlık sahnesi artık eskisi kadar ilginç olmayacak. Onun en aykırı seslerinden birini kaybettik. Aykırılık bazen başlıbaşına bir erdem değilmiş gibi görülebilir. Cansever örneğinde düpedüz bir erdemdi, marifetti. Bir camianın çoğunlukla sevmediği fikirleri inançla savunmak, üstelik de sadece aykırı değil, anlamlı sözler de söylemeyi başarmak kolay sayılmaz. Onu özleyeceğiz. Bu her yaşlı mimarın ardından söylenebilen -en azından gerekçesi kibarlık olmadan söylenebilen- bir söz değildir.”

Aykut Köksal: “Turgut Cansever, dünyada da sayısı çok az olan bir ‘düşünür-mimar’dı. Cansever’in düşünsel üretimi Batı düşüncesinin izinden giden, onu yeniden üreten bir anlam bağlamının tümüyle karşısında konumlanıyordu. Bu yüzden Cansever’in duruşunun Batı karşısında muhalif bir pozisyon tanımladığını söyleyebiliriz. Bu düşünsel üretimin arkasında ise özellikle sufi düşüncenin önemli bir yer tuttuğunu görüyoruz. Cansever oluşturduğu bu sağlam düşünsel arka planla, tüm üretiminin üzerinde durduğu ‘özgün’ bir anlam bağlamı tanımlamıştı. Cansever, bir duvar örgüsündeki en küçük taş öğeden kente ulaşan bu anlam bağlamı içinde, düşünsel üretimini ‘hesabı verilebilir’ bir mimari üretimle taçlandırmayı bildi ve çağımızın önde gelen ‘düşünür-mimar’ları arasındaki yerini aldı.”

Atilla Yücel: “Bugün, Fatih Camii avlusundaki cenaze namazı sonrasında, cemaate seslenen beyefendinin, cenaze namazını kıldıran imamın söylediği sade ve bu vesileyle söylenmesi doğal olan bir cümle, Turgut Cansever hakkında burada söyleyebileceklerimin altlığını oluşturuyor… Mealen, O iyi bir mimar değildi sadece demişti, bir bilgeydi de.

Turgut bey hakkındaki en doğru sıfat onun bir bilge olduğu mudur, düşünür olduğu mu? – ya da mimar olmak, tasarımcı kimliğinin “integrité”si içinde bunları zaten içerir mi? bunların tartışılma yeri bir ölümün ardından yazılmış olan bu kısa yazı değil. Ama, iyi mimar olmanın başarılı mimar olmayla özdeşleştiği, onun da velut olmayla çakıştığı, tecimsel ve medyatik boyutların öne çıktığı yeni yüzyılın insanı olmadığı kesin. O, kişilik yapısının ve içinde gezindiği zengin düşünce ikliminin tartışılmaz “integrité”si içinde, modernizmle ve modernizmin mekanı ve toplumu dönüştürücü gücüne inançla, bu inançtan beslenen iyimser ütopyayla ve nihayet bunlarla sarmalanmış bir etik ve estetik bütünlüğü tasavvuruyla beslenmiş bir entellektüel olarak evet, sadece mimar değildi. Bu tümce, Ece Ayhan’ın dediği gibi “tersten de okunabilir”, yani o sadece mimardı, geçen yüzyılın düşünce, etik ve kültür birikimleriyle beslenen ve o yüzyılla birlikte de sahneden galiba silinmekte olan bir mimar figürü… Çok farklı mizaçlar ve çok farklı kişilikler olmakla birlikte, hocası ve çok saygı duyduğu Sedad Hakkı Eldem dışında, yirminci yüzyıl Türkiye mimarlığında türünün bu denli özgün, soylu ve güçlü bir başka bireyini tanımadık. O’nu tanımış ve zaman zaman yakınında bulunmuş olmaktan onur duyuyorum.”

Etiketler

Bir yanıt yazın