Tutmayın Beni, Memleketime Dönüyorum!

Taksim Meydanı'ndaki ağaçların korunması gibi masum istek bile tartışılamıyor. İş gece baskınları, biber gazı, kepçe ve cop ile hallediliyor.

Geçen hafta uykulu gözlerle her zaman kahvaltı yaptığım kafeye doğru gidiyorum, önünden geçtiğim mağazalarda tuhaf bir telaş gördüm. Neredeyse bütün mağazaların önüne çiçekler yığılmış. Birileri vitrinlere yerleştiriyor, birileri mağazanın girişine koyuyor, birileri de ellerinde fotoğraf makineleri tüm bu tatlı telaşı görüntülüyor. Ne olduğunu pek anlamadım. Akşam prime-time yani izleyicilerin en çok ekran başında olduğu saatte televizyonu açtım ana kanalların ikisinde aynı konulu belgeseller yayımlanıyor. Meğerse bu yıl Chelsea Flower Show ya da Türkçe çevirisi ile Chelsea Çiçek ve Bahçe Festivali 100 yaşına girmiş. Belgesel iki hafta süren ve İngiltere çapında neredeyse milli bir bayrama dönüşen bu etkinliğin tarihini anlatıyor. Biraz ötede günlerdir önünden geçtiğim etrafı brandalarla çevrili park meğerse ülkenin her yerinden gelen doğaseverlerin yarışacağı bahçe düzenlemeleri için çalışmalara ayrılırmış. Mahalledeki dükkânların hepsi de karınca kararınca bu çevreci eyleme katkıda bulunup vitrinlerini yeşilliklerle donatırlarmış. Bu arada mahallede özellikle de bahçelerin yarıştığı büyük alanda mahşer yeri kalabalığı var. Elinizi kolunu sallayarak gitmenize imkân yok. Ana baba günü… Günler öncesinden bilet alanlar bahçelerin önünde kuyruğa giriyorlar.

Bütün bu olan biteni nasıl bir şaşkınlıkla izlediğimi bilmem nasıl anlatabilirim sizlere…

Daha önce bu köşede tam da Taksim’deki Topçu Kışlası AVM’si yapılma tartışmalarında “Acaba bu alanı botanik bir bahçe olarak korumayı istemek çok mu naïf ve komik bir soru olur” diye sormuştum.

Cevabını sanırım önceki gece aldık.

Sizi bilmem, ben hayatımda ilk kez geceyarısı dozerlerin çevik kuvvet polisleri eşliğinde basıp söktüğü ağaçlar ve yıktığı bir park görüyorum.
İleride İstanbul meydanında yeşil alanı mumla arayan çocuklarınıza önceki gece Taksim Gezi Parkı’nda yaşananları sanırım utanarak anlatmak zorunda kalacağız.

New York’un Central Park’ı ya da Londra’nın Hyde Park’ı gibi şehrin ortasına bir park yapamadık ama geceyarısı çevik kuvvet polisleri ve kepçelerle şehrin ortasındaki tek parkı da yıkmayı başardık!

Önceki gece bu görüntüleri görünce Türkiye’ye dönmeye karar verdim.

Bir süre yurtdışında ikamet etmenin en kötü yanlarından bir tanesi elinizde olmadan (istemeseniz de) kıyaslamalara girişmek zorunda kalmanız.

Yaya geçitlerinde arabaların durduğu insanların geçtiği bir şehirden aynı yaya geçitlerinde arabaların geçip insanların durduğu şehre gelince afallıyorsunuz.

Şehrin ortasında Ali Sami Yen gibi büyük bir stadyumun yıkılıp yerine AVM yapılmadan önce “Yahu keşke buraya yeşil alan yapsak” itirazınızın komik olarak algılanıp alay edileceğinizi biliyorsunuz. Şehrin ortasındaki tek yeşil alanın yıkılıp yerine AVM yapılmasına karşı ise söyleyecek söz bulmakta zorlanıyorsunuz.

Onların sahip olduğuna bizim sahip olmamamız üzerine içinizde tarifsiz bir üzüntü ve karamsarlık oluşuyor.

İstanbul’da şimdilik 94 alışveriş merkezi (AVM) var. Taksim Meydanı’ndan İstiklal Caddesi’ne doğru yürümeye başladığınızda zaten sizi dev bir AVM karşılıyor. Yetmedi yanına Emek Sineması yıkılıp yine AVM yapılıyor.

Ve yetmiyor bölgedeki tek yeşil alan yıkılıp yine AVM yapılıyor.

Böylesine bir karar siyaset üstü bir konu olması gerekirken Sırrı Süreyya’nın kahramanca, Ertuğrul Günay’ın ise kendi partisinde bir kamikaze gibi meydan okuyan tarzını saymazsak siyasetçilerin yeşil alan diye bir dertleri yok. Mesela bu tür eylemlerde hiçbir MHP’li milletvekilini ya da partiliyi görmek mümkün değil. Sahi neden değil? Şehrin ortasındaki ağacı, yeşili korumak da bir tür vatanseverlik sayılmaz mı?

Benzer bir durum CHP için de geçerli. Onların da anlaşılan daha mühim işleri var!

Taksim’de ağaçların korunması ya da yerine AVM yapılması bizleri çok daha önemli bir konuda daha işaret fişekleri ile uyarıyor. Biliyoruz ki özellikle 2007 yılından bu yana hükümet kafasına taktığı hiç ama hiçbir konuda geri adım atmadı. Köşk de tek bir kez bile hükümetin yolladığı herhangi bir kanunu geri göndermedi. Toplumun %52’sinin oyunu alan hükümetin toplumun diğer kısmı ile uzlaşma niyeti sıfır. Taksim Meydanı’ndaki ağaçların korunması gibi siyaset üstü masum bir istek bile tartışılamıyor. İş gece baskınları, biber gazı, kepçe ve cop ile hallediliyor.

Bu şartlar altında uzatmanın âlemi yok.

Anlaşıldı, benim memlekete dönmemin zamanı geldi. Yoksa işe doğru yürürken geçtiğim üç ayrı parktaki boş alanları görüp “Yahu bu İngilizlerde kafa yok şuraya iki tane AVM kondurmayı akıl edemiyorlar” deyip, “Zaten kafa olsa televizyonda dizi yerine çiçek belgeseli yayımlamazlardı…” gibi daha pek çok konuda hayıflanmaktan inanın dert sahibi olacağım.

Bekle beni Türkiye!

Etiketler

Bir yanıt yazın