Uyuyan Güzel İstanbul

Doğan Hasol'un Cumhuriyet Gazetesi'nde yayınlanan yazısı.

İstanbul dünyanın en güzel şehirlerinden biri. Yıllardan beri hırpalanmasına karşın hâlâ öyle… Birinci Dünya Savaşı’ndan önce, istanbul’u mimari açıdan incelemek ve yorumda bulunmak üzere gönderilen ünlü Macar mimaryazar Karoly Kos, “İstanbul’un üç düşmanı vardır: deprem, yangın, insanoğlu”* diyordu. Günümüzde yangınlar, eski ahşap yapıları büyük ölçüde yok ettikten sonra, yeni yapım yöntemlerinin, algılama, söndürme sistemlerinin de gelişmesiyle etkisini azaltmış durumda; ancak öteki tehditler hâlâ sürüyor: Deprem tehdidi gündemde; düşman insanoğlunun başında da şehri yönetenler geliyor.

İstanbul’un ilk belediyesi (şehremaneti) Galata’nın tarihi surlarını yıkıp ortadan kaldırarak işe başlamış.** Sonraki dönemlerde de istanbul’u yönetenler, belediye başkanları, hatta zaman zaman kimi başbakanlar plan, program ve bilgi yoksunu iddialı, benbilirimci girişimleriyle şehre zarar verdiler. Eski başbakanlardan Adnan Menderes’in istanbul’u imar tutkusu yüzünden yitirilenler bunun çarpıcı örneğidir. Bir başka dalga, Belediye Başkanı Bedrettin Dalan döneminde geldi. Ne yazık ki bugün de benzer girişimlerin sürdüğünü belirtmek durumundayız.

İstanbul için en büyük tehdit, nüfusun anormal şekilde artmasıdır. 2013’te TÜİK, istanbul nüfusunu 13.8 milyon olarak açıklamıştı. Oysa Başbakan, 6 Nisan 2013 günü Gaziosmanpaşa’da yaptığı bir konuşmada nüfusun 17,5 milyon olduğunu belirtiyordu. Şöyle diyordu Başbakan: “Ben belediye başkanı olduğumda İstanbul’da 8.5 milyon kişi yaşıyordu. Şimdi 17,5 milyon kişi. Bu doğru mu? Bence değil. İstanbul bu kadar zorlamayı kaldırmaz. Göçe bir çözüm getirmemiz lazım.”***

Başbakan, belediye başkanı olduğu dönemde istanbul’un hızlı nüfus artışından yakınırken şehre girişte vize uygulamasının düşünülebileceğini öne sürüyordu. Doğal olarak, vizenin özgürlük ve demokrasi açısından geçerli bir önlem olmadığı açıktı.

Başbakan o günlerde olduğu gibi, 2013’teki yakınmasında da esasta haklıydı. Ancak ne var ki yöneticiler yakınmaz, yapar. Şimdi sormak gerekmez mi? Yaklaşık on yıl içinde şehir nüfusu nasıl oldu da neredeyse bir felaket oluşturacak şekilde iki katına çıktı? Sorunun yanıtı bellidir: Eksik olan, bilimsel planlamadır. Ülke, bölge, şehir planlamasını bir yana attığınız sürece böylesine ürkütücü bir sonuçtan kaçınmanız olanaksızdır.

Bugün istanbul’da yapılmakta olanlar hep istanbul’un nüfus artışını körükler niteliktedir, istanbul’un 2009 yılında şehircilik ilkelerine göre hazırlanıp onaylanmış 1:100 bin ölçekli bir Çevre Düzeni Planı var… Nedense uygulanmıyor. O plan, öncelikle şehrin kuzeye doğru kaymamasını öngörüyor. Ne var ki bugün “mega projeler” olarak anılan ve ihaleleri bile yapılmış olan büyük projelerin hepsi kuzeyde… O projeler istanbul’un akciğerlerini oluşturan kuzeydeki ormanları ve su havzalarını tehdit ediyor. Başbakan’ın helikopterle dolaşarak yerini belirlediği 3. köprü kuzeyde… Tabii, ona ulaşan yollar da öyle. Köprü, çevre düzeni planında yoktu; sonradan eklendi. Yine bilindiği gibi, Başbakan, istanbul Belediye Başkanı olduğu dönemde “3. köprü olayı intihardır. Bu bir cinayettir” diyordu. Sonradan fikrini değiştirmiş olmalı.

Öteki büyük projelerden, 3. havalimanı planda bambaşka yerde; İstanbul Boğazı’na seçenek oluşturacağı düşünülen Kanal istanbul ve iki yakasında yer alacak birer milyon nüfuslu kentler de Çevre Düzeni Planı’nda yok. Bir yandan da Kuzey Ormanları, başlangıç noktalarından biri olan Fatih Ormanı’nın yapılaşmaya açılmasıyla, Cendere Vadisi, Maslak 1453 gibi projelerle abluka altına alınmış durumda. Bütün bunlar hem şehir nüfusunu artıracak, hem de istanbul’un kuzeydeki akciğerlerini yok ederek çevre felaketi oluşturacak projeler.

En basit oyunların bile kuralları vardır. Buna karşılık biz, çok ciddi bir iş olan şehirciliğin hiçbir kuralına uymadan kentlerimizi hırpalıyoruz. Ayrıca, kent içindeki yeşil alanlar da yapılaşma uğruna yok ediliyor. Son bir örnek: Üsküdar’daki Hüseyin Avni Paşa korusu… Koru satıldı; içindeki tarihi ahşap köşk geçen gün yanıverdi. Görüldüğü gibi, çevre de, mimarlık mirası da yağmaya direnmekte aciz kalıyor.

Aşın nüfus artışına çözüm olarak getirilen yoğun ve yüksek yapılaşma artık, istanbul’u istanbul olmaktan çıkarıyor. Şehir planları, tıpkı o televizyon reklamında saygısız girişimcinin masa üstündeki projeleri süpürüp yere atması anlayışındaki gibi bir kenara atılmış durumda. Uygulama böylece genelde bütüncül planlara göre değil, parsel bazında sürdürülüyor. Girişimcinin gücü ve konumu, yapının yüksekliğini ve yoğunluğunu belirlemekte etkin oluyor. Böylece efsanevi istanbul giderek sıkışık bir gökdelenler şehri haline geliyor. Bilindiği gibi Dalan’ın rüyasıydı bu: istanbul’u Hong Kong yapmak. Onun rüyasını yıllar sonra AKP iktidarı gerçekleştiriyor. Ne siluet, ne ölçek,”* ne de kent kimliği kalıyor.

Şehir nüfusunun böylesine dengesiz artışı karşısında kaynaklar büsbütün yetersiz kalacak; bugün bile kentlilere çile çektiren ulaşım sorunları ve trafik keşmekeşi tümüyle içinden çıkılmaz hale gelecektir.

Özetlersek: Ülke, bölge, şehir’ planlaması süreçleri tümüyle göz ardı edilmiş durumda… istanbul’da yapılan uygulamalar hep şehrin nüfusunu artırıcı nitelikte. Planlamanın göz ardı edildiği yerde göçe yönelik nüfus hareketleri denetlenemez. Bu nedenle, istanbul nüfusunun niçin arttığına şaşmak boşunadır.

Bugünkü durumda Başbakan buyuruyor, belediye uyguluyor.

Uyan artık, istanbul!

* Kos, Karoly, Bizans’tan Osmanlı’ya istanbul Mimarisinin Doğu Kökeni, Kaynak Yayınlan, İstanbul.

** Eyice, Semavi, Galata ve Kulesi, TTOK Yayını, İstanbul.

*** “İstanbul’un nüfusu aslında kaç kişi?”, huniyet.com.tr/Ekonomi, 6 Nisan 2013.

Etiketler

Bir yanıt yazın