Varolmayanın tescili

Taksim Topçu Kışlası'nın yeniden inşası için taşlar örülüyor. Görünen o ki eldeki tek somut taş, Gezi Parkı'nın merdivenlerinde kullanıldığı söylenen Ermeni mezarları.

Radikal İki’nin 19 Haziran tarihli nüshasında, Başbakan Erdoğan’ın seçim öncesi bir “proje” olarak sunduğu Taksim Topçu Kışlası’nı yeniden inşa etme niyetinin en az iki yıl öncesine dayandığından ve bunun için yasal zemin oluşturulma çabasından bahsetmiştim. Anlaşılan bu çaba meyvelerini veriyor. Çünkü daha şifahi olarak reddetmelerine rağmen II Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’nun, Beyoğlu Belediyesi’nin başvurusu üzerine bugün mevcut olmayan kışlayı “korunması gerekli kültür varlığı” olarak tescil ettiği ortaya çıktı. 1939’da tümüyle yıkılan bir yapının “korunma” kararı bir tartışma konusu. Ama önce güncel bir başka gelişmeden bahsetmek istiyorum.

Yazının yayınlandığı hafta Kasımpaşa’daki yol inşaatında çalışan kepçenin dişlerine Ermenilere ait mezar taşları takıldı. Mezar taşları büyük olasılıkla 1865’te gömüye kapatılan ve Taksim Kışlası’nın etrafında bulunan Surp Hagop (Pangaltı Ermeni) Mezarlığı’na aitti. Ve araştırmacı Kevork Pamukciyan’a göre bu mezarlar, Gezi Parkı’nın (İnönü Gezisi) basamaklarının inşasında da kullanılmıştı. (K. Pamukciyan, Zamanlar Mekanlar İnsanlar, İstanbul, 2003)

‘Var olmayan’ cemaatin mezarlığı
Bugünkü Taksim Meydanı’ndan Harbiye’deki Askeri Müze’ye uzanan mezarlık en erken 1560 yılından, veba salgını nedeniyle kapatıldığı 1865’e kadar, mülkiyetini elinde bulunduran Ermeni cemaati tarafından kullanılıyordu. Armaveni Miroğlu’nun makalesinden faydalanarak aktarıyorum (Toplumsal Bilimler Habercisi, Ermenistan Bilimler Ulusal Akademisi, 2008/1): Mezarlık ilk kez 1872’de, kışlaya verilmek üzere cemaaten alınmak istendi. Ancak Sultan Abdülaziz’in fermanı buna engel olur. 1926’da ikinci atak gelir: Beyoğlu Belediyesi, Ankara’daki Tapu Genel Merkezi’ne başvurarak mezarlığın kendi adına kaydedilmesini ister. Beyoğlu Üç Horan Ermeni Kilisesi, mezarlığın tapusunu merkeze sunarak arazinin sahipsiz ve metruk olmadığını belgelemesine rağmen Belediye mezarlığa el koyar. Patrikhane avukatları karara itiraz eder. Belediye avukatları işi, Türkiye’de Ermeni cemaati ve Ermeni Patrikhanesi’nin mevcut olmadığını iddia etmeye kadar götürür. Mahkeme sunulan belgeler ışığında Türkiye’de -en azından- Ermenilerin varlığını kabul eder. Ancak Türk “uzman” ve tarihçilerin bulunduğu heyet tarafından hazırlanan rapor, mezarlığın Sultan Bayazıt Vakfı sınırları içerisinde olduğunu söyler. İstanbul Hukuk Mahkemesi, Mezarlıklar Kanunu göre mezarlığın metruk olduğuna ve 1933’te Belediye’ye geçmesine karar verir.

Sultanahmet yangını
Patrikhane Yargıtay’a gider, yeni davalar açar. Derken 3 Aralık 1933 gecesi Sultanahmet Adliyesi yanar ve Pangaltı Mezarlığı’na dair tüm belgeler de kül olur. Bu belgelerin birer kopyası Tapu Dairesi ve Belediye’de mevcuttur ama davaların gidişatını değiştirmez. Belediye, dava sonucunu beklemeden mezarlığı parsellere böler ve tapularını çıkarmaya başlar. Üstelik dava sürecinde meydana gelen arsa değer kaybı için Patrikhane’den tazminat talep eder. Aynı günlerde mezarlığın kapısındaki “Ermeni Mezarlığı” yazısı ve haç kaldırılır. 1935’te araziye bir ortak daha çıkar; Vakıflar Genel Müdürlüğü mülkiyetin kendisine ait olduğunu iddia eder.

Derken İçişleri Bakanlığı sorunun “barışcıl ve idari” yöntemlerle çözülmesi için duruma el koyar; mülkiyet ve zarar tazmin davaları sona erer. Binaların bulunduğu yaklaşık 6 bin metrakarelik arazi cemaate bırakılırken, 850 bin metrekarelik arazi Belediye’ye geçer. O dönemde deniz gören ve kentin yeni merkezinde yer aldığı için hatırı sayılır değerdeki bu arazi, cemaatin sahip olduğu belgelere rağmen 1939’da tümüyle istimlak edilir ve parsel parsel satılır. En eskisi 500 yaşındaki mezarların taşları kah Gezi Parkı’nın basamaklarında, kah Eminönü meydanının tanziminde kullanılır. Haziran’da Kasımpaşa’da çıkan taşları inceleyen sanat tarihçisi Elmon Hançer, bunların büyük olasılıkla Pangaltı Mezarlığı’dan getirildiği ve yolun düzlenmesi için kullanıldığı görüşünde.

70 yıl öncenin güneşi…
“70 yıl öncesinin güneşiyle çamaşır kurutmaya” kalkacak ve Taksim Kışlası’nın yeniden inşasını talep edeceksek sanırım bunları da hatırlamamız gerekir. Taksim Kışlası CHP iktidarının iradesiyle yıkılmış ve yerini, lideri İnönü’nün ismini taşıyan parka bırakmıştı. Belediye hariç kimsenin varlığını bile hatırlamadığı, 1909’da işlevini yitiren ve daha çok bir stadyum olarak anılan kışlanın yeniden inşasında geçmişle inatlaşmak gibi bir niyet varsa eğer, o geçmişin neyin üzerinde yükseldiğini de bilmek gerekir.

Gelelim bugüne. II Numaralı Kurul’un “kışlanın korunması gerekli kültür varlığı olarak tescil edilmesi” yönündeki kararını duyuran “Topçu Kışlası yeniden can buluyor” başlıklı haberi, 1 Temmuz’da Sabah gazetesinde yer aldı. Haberde ne kararın tarihi ne de karar sayısı yer alıyordu. Kararın 9 Şubat 2011 tarihinde alındığını ancak Kültür Bakanlığı’na başvurarak öğrenebildim. Sabah’ın eski gelişmeyi yeni gibi duyuran haberi, “hayaleti uyandırmak” konusunda muktedirin yanlız olmadığını gösteriyordu.

Danıştığım tüm uzmanlar, “var olmayan bir yapının nasıl olup da tescillendiği ve koruma altına alındığı” sorumu tebessümle karşıladı. Deneyimli bir kurul üyesi “Mevcut olmayan bir kültür varlığından geriye birtakım izler kalmışsa, örneğin temel buluntuları mevcutsa bunlar tescil edilebilir” dedi. Ancak Gezi Parkı’nda herhangi bir kazı çalışması yapılmadı. Sayfadaki 1939 tarihli fotoğrafta, yıkımdan sonra Taksim Kışlası’ndan geriye ne kaldığına siz karar verin.

Uluslararası Kültürel Varlıkları Koruma Araştırma Merkezi’nin (ICCROM) eski genel müdürü Prof. Dr. Cevat Erder’in sözleri dikkate değer: “Rekonstrüksiyon yapı bir kopyadır; tarihi eser değildir. Dünya, 1930’lardan beri tekrar inşa edilen yapıları tarihi eser olarak tescillemiyor. Taksim Kışlası’nın yeniden inşasının tarihi korumayla ilgili olduğunu sanmıyorum. Ama var olan ideoloji için uygun görünüyor.”

Etiketler

Bir yanıt yazın