Trabzon'daki Vazelon Manastırı'nın hemen hemen her yeri delik deşik. Köstebek yuvasına dönmüş. Sebep ise, Karadeniz'de artık bir hastalık haline gelmiş olan define avcılığı.
Maçka daki Vazelon Manastırı, dışarıdan iyi görünse de içerisi harap edilmiş durumda. Altta içerideki fresklerden bir örnek.
Türkiye, türlü güzellikleri ve türlü garabetleri içinde barındıran bir ülke. 17 Ağustos 2011 tarihli gazeteleri okuduğumda buna bir kez daha şahit oldum. Gazete haberlerinde Patrik Bartelemeos’un Maçka’daki Vazelon manastırına çıkmak için gerçekleştirdiği çileli yolculuktan bahsediliyordu. Patrik, manastırın içler acısı halini görmüş ve kendisine yöneltilen “Bu manastırı restore ettirecek misiniz?” sorusuna da, büyük manastırlarda keşiş kıtlığı olduğu ve dağ başındaki bu manastıra hiç kimsenin gelmek istemeyeceği yönünde bir cevap vermişti. Sonrasında da manastırın ancak devletin el atmasıyla yaşayabileceğini, bunun ise zor olduğunu beyan etmişti.
Yunanistanlı Lazlar
Aslında habere konu olan manastırdan ziyade, yetkililerin bu konudaki tutumu düşündürücü. Merkezde bulunan ve turizme kazandırılma ihtimali olan Boztepe’deki Kızlar Manastırı gibi yapılara el atılırken, ihtişam itibarıyla Sümela’dan sonra bölgenin en muhteşem manastırlarından birisi olan Vazelon, -hem de acilen kurtarılması gerekirken- kendi kaderine terk ediliyor. Trabzon da tıpkı İstanbul gibi, Ortodoks dünyası açısından son derece önemli bir merkez. Hatta şu rahatlıkla söylenebilir ki, İstanbul’dan sonra Ortodoks âleminin belki de en önemli ikinci ziyaret merkezi olabilecek konumda. Zira hem Rusya’ya olan yakınlığı hem de Yunanistan’da yaşayan Karadeniz kökenli vatandaşlar açısından taşıdığı önem, şehri turizm açısından bir cazibe merkezi haline getiriyor. Nitekim Stelyo Berberakis, “Trabzon” adlı derginin 2. sayısında kaleme aldığı bir yazısında, mübadele sonrasında Pontuslu Rumların sırf yeşil bir bitki örtüsüne sahip olmasından dolayı Kuzey Yunanistan’ı seçtiklerini, Yunanistan’ın inşaat işlerinin onlardan sorulduğunu, horon ve kemençe kültürü başta olmak üzere folklorik geleneklerini yaşattıklarını, tıpkı Karadenizli Türkler gibi çok çocuk sahibi olduklarını, silaha tutkuyla sarıldıklarını, Yunanistan’daki pek çok fıkranın da başkahramanı olduklarını söyler. Özellikle yaşlı Pontuslular, torunlarına Karadeniz’i mutlaka ziyaret etmelerini öğütler. Berberakis, haklı olarak bu tür ziyaretlerin iki taraf arasındaki ortaklıkları önplana çıkartacağını ve dostluk köprüleri tesisine ortam hazırlayacağını sözlerine ilave eder.
Definecilerin zararı
Vazelon tıpkı Sümela gibi, Maçka ilçesinin sınırları içinde. Yapı, Kiremitli köyüne 7 kilometre uzaklıkta. Vaftizci Yahya’ya adanan bu manastıra gitmek için Trabzon’dan doğuya doğru ilerleyerek Maçka’ya giden yola girmeniz ve ilerideki yol ayrımında Sümela’ya giden yöne değil de, sağdaki Hamsiköy yoluna sapmanız gerekli. Kiremitli köyünden sonra ormanlık bir alanda yolunuza devam ederken Vazelon’a çıkan patikayı da kollamanız şart. Sisli havalarda manastırı görmeniz ve patikanın girişini bulmanız zor. Yolun başından aracınızı bırakarak biraz yürümeniz lazım. Patikaya saptıktan 6-7 dakika sonra manastır karşınızda belirecektir.
Manastıra ulaştıktan sonra giriş kapısını arıyorum. Binanın batı kısmında, otlar arasında bir giriş kapısı buluyorum, ancak buradan girmek mümkün görünmüyor. Güney tarafındaki gedikten zor da olsa yapının içine giriyorum. Ne yazık ki gördüğüm manzara pek de iç açıcı değil. Manastırın hemen her yeri delik deşik. Adeta köstebek yuvasına dönmüş. Sebep ise, Karadeniz’de artık bir hastalık haline gelmiş olan define arayıcılığı…
3. yüzyıldan 1923’e kadar
Defineciler sadece zemine zarar vermiyorlar, bir şeyler buluruz umuduyla zaman zaman koca duvarları alaşağı ediyor, şömine ya da mumluklar için açılan boşlukların altını kazıyorlar. Etrafta kilometrelerce alanda herhangi bir ev, manastırda da güvenlik olmadığı için, mekanı dinamitlerle yıkmaya kalksanız size karışacak bir Allah’ın kulu bulamazsınız. Halbuki manastır, sahip olduğu hususiyetler göz önünde tutulduğunda, mutlak surette koruma altına alınması gereken bir mekan.
Bazı kaynaklarda manastırın tarihi 3. yüzyıla kadar indiriliyor. Manastırın bugün ayakta kalan bölümünün 14.-19. yüzyıllar arasında inşa edildiği düşünülüyor. Yapı, Osmanlılar zamanında son derece geniş olan mülklerini büyük ölçüde muhafaza etmiş. Manastırın faaliyetleri 1923’teki Lozan mübadelesine kadar sürmüş.
Vazelon manastırı, bir mağara ve ayazma çevresinde gelişmiş. Mağaraya ulaşmak için manastır içindeki dehlizlerde maceralı bir yolculuğu göze almanız gerekiyor. Ancak inanın buna değiyor. Zira mağaranın girişindeki freskler tüm canlılığını koruyorlar. Seçebildiğim kadarıyla buraya işlenen sahneler arasında Kıyamet, İsrafil’in sura üflemesi, Araf, Mizan Terazisi ile günah ve sevapların tartılması, çok başlı bir köpek ve cehennemdeki zebaniler resmedilmiş. İnsan yüzlerinin neredeyse tamamı, ne yazık ki zarar görmüş. Zamanla bu mağaranın etrafında keşiş odaları, mutfak, yemekhane, depo gibi birimler oluşmuş. Keşiş odalarının bulunduğu mekanın çatısı ve kat araları ahşaptan yapıldığı için bugüne kadar ulaşamamış.
Manastırın vakit geçirmeden koruma altına alınmaya ve restore edilmeye ihtiyacı var. Aksi takdirde çok geç olabilir. Vazelon, bakir doğası ve barındırdığı güzellikler ile turizm açısından da gelecek vaat eden bir bölge. Zira ziyaretçiler buraya ulaşmak için şirin bir köy olan Kiremitli’den geçmek ve kuş sesleri eşliğinde, toprak kokan bir orman içerisinde ilerleyip yine son derece sevimli ama uzun patika yoldan bölgeye ulaşmak durumunda. Vazelon, sahip olduğu ancak her geçen gün yıpranan freskleri ile de Sümela’yla yarışabilecek nitelikte.
Manastırın bir diğer önemi de keşişlerin tuttuğu kayıtlar. Bu kayıtlar bilhassa sosyal tarih açısından büyük önem taşır. Trabzon Rum İmparatorluğu kronikçilerinin atladığı pek çok boşluğu doldurur niteliktedirler. Bölgeye yapılan akınlar, o civarda yaşayan halkın etnik ve sosyo-kültürel durumları hakkında oldukça velud bilgiler içerirler. Üstelik manastır kayıtları, ünlü Rus tarihçisi Uspenski tarafından daha 1927’de yayınlanmış. Hasılı neresinden bakarsanız bakın Vazelon’suz kâmil bir Trabzon tarihi yazmak pek mümkün gözükmüyor.