‘Ansiklopedik Saray’ başlığı altında yapılan 55’inci Venedik Bienali dün 88 ülkenin katılımıyla kapılarını sanatseverlere açtı.
Bienalin bu seneki temasının ilham kaynağı, sanatçı Marino Auriti’nin 1955’teki bir ütopyası: 136 kattan oluşan, dünyanın tüm ansiklopedik bilgisine ev sahipliği yapan hayali bir müze .
Venedik bienallerinin iki ana merkezi, Arsenale ve Giardini’deki ülke pavyonları. Bu pavyonlardaki işlerin yanı sıra bienalde 50’ye yakın yan organizasyon ve sergi bulunuyor. Küratör Massimiliani Gioni, sadece günümüzün birçok önemli çağdaş sanatçısını bir araya getirip sergilemek yerine, onların yaratıcı güdülerini yansıtmak ve hatta bir şekilde ‘sanatçının dünyasını’ tanımlayabilmek istemiş. Profesyonel sanatçı ile amatörün, dışardakilerle içerdekilerin arasındaki sınırları flulaştırnış. Ayrıca antropolojik bir yaklaşımla imajlar ve onların hayatımızdaki fonksiyonları üzerine odaklanmış.
Gioni, dünyanın kendisinin tamamen bir ‘imaj’ haline gelmesiyle, ‘imaj’ yaratma sevdasının halen ne anlamı olabileceğini sorguluyor. Zira sergilenen işlerin genelinde doğa, teknoloji, insan vücudunun limitleri, farklı form algıları ve insanın düşünme haliyle geçmiş-günümüz karşılaştırmaları bolca görülüyor. Yani bir çeşit ‘öz’e dönüş hali söz konusu.
Bu seneki temanın ilham kaynağı da sanatçı Marino Auriti’nin 1955’teki bir ütopyası. Dünya üzerindeki tüm bilgileri ve keşifleri barındıran hayali bir müze kurmak: ‘Ansiklopedik Saray.’ Burada bahsedilen hiç inşa edilmemiş 136 katlı bir binanın maketi.
Bienalin tamamı içinde bulunduğumuz durumu çok güzel özetliyor: Her birimiz birer medyayız artık. Sürekli akış halindeki enformasyon ve imaj bombardımanı altındayız. Hatta artık imajlar bize sahip oluyor. Dışarıdan gelen bunca imaj akışının arasından kafamızın içinde yaratmaya, hayal etmeye, vizyonlamaya ne vaktimiz ne de yerimiz kaldı.
Bu sorgulamada, vizyon ve yüksek bilinç bağlantısı yaratan bazı ‘saykodelik’lerin de yer bulduğu birkaç işe rastlamak da enteresandı açıkçası. Kolektif bilinç inanılmaz bir şey. İşler arasında çok fazla doğal malzemenin -özellikle de ağaçların yer alması- dünyanın bir ağaç için birleşebileceğinin adeta bir sembolü gibiydi, tıpkı Gezi Parkı’nda ağaçlar için verilen mücadele gibi…
Kürator Gioni, birçok eski sanat çalışmasının tekrar yaratıldığı işleri de toparlamış sergi için. Mesela Prada Vakfı’ndaki ‘Davranış forma dönüştüğünde- Bern 1969 / Venedik 2013’ sergisi, kişinin kafasının içindeki düşüncelerin, süreçlerin, durumların ve bilgilerin çeşitli formlar alarak yansıtılması üzerine kurulmuş. Bu bağlamda “Her şey sanat olabilir” bakış açısıyla 1969’da Bern’de gerçekleştirilen sergi, Venedik’teki yeni mekânında tekrar yaratılmış.
Giardini’deki pavyon, ünlü psikolog Carl Gustav Jung’un 16 yıl üzerinde çalıştığı, bugüne kadar İtalya’da hiç sergilenmemiş ve içinde fantezileri, vizyonları ve hayallerinin resmedildiği ‘Kırmızı Kitap’ ile açıyor. Sergide Jung’un bu kitabının yanında genel olarak günümüzde soyu tükenme riski altında olan kitaplar üzerine de birçok iş var.
Türkiye Pavyonu’nu bu yıl İKSV komisyonerliğinde sanatçı Ali Kazma temsil ediyor. Yüksel Arslan’ın ise ana bina Giardini’de bir işi var.
Ali Kazma, Emre Baykal küratörlüğünde düzenlenen ‘Resistance’ (Direniş) adlı video enstalasyon serisinde insan vücudunun kendi limitlerini ve insanın vücudunu kontrol etmek için uyguladığı kısıtlamaları irdeliyor. İnsan bedeninin sosyal, kültürel, fiziksel ve genetik kodlarını kırmak adına verdiği mücadeleyi ve bedenin yeni semboller ve anlamlar yaratmak için geçirdiği çeşitli transformasyonları ele alıyor. Kazma’nın Paris’te bir film seti, Sakarya’da bir hapishane, bir hastanenin operasyon odası, Londra’da bir dövme stüdyosu, Berlin’de bir laboratuvar gibi dünyanın farklı mekânlarında yaklaşık bir yıllık sürede kaydettiği görüntülerden oluşan video serileri, bienalin en güzel işlerinden biriydi açıkçası. Bienal, 24 Kasım’a kadar tüm ziyaretçilere açık olacak.