Ermenilerin mallarını geri istememesi için yıllarca ülkeye sokulmadığını söyleyen tarihçi Taner Akçam, “Tapu Müdürlüğü’nün talimatı var, bilgi vermek yasak” diyor.
Tarih profesörü Taner Akçam’la Ermeni mallarının 1915’ten bu yana nasıl yağmalandığına ilişkin söyleşimize dün kaldığımız yerden devam ediyoruz. Akçam söyleşinin dün yayımlanan kısmında “Ermenilere mallarınızın karşılığı gittiğiniz yerde verilecektir” dendiğini ama hiçbir zaman verilmediğini anlatmıştı. Bugünkü bölümde ise bu hukuksuzluğun Cumhuriyet tarihi boyunca hangi yollarla sürdürüldüğünü anlatıp “Şimdi mallarını isteseler öne sürebileceğimiz hiçbir hukuki gerekçe yok” diyor.
Ermeni mallarıyla ilgili 1915’te alınan karardan hiç geri adım atılmadı mı?
Benim “Vahdettin Kararnamesi” diye tanımladığım 1920 ocak tarihli bir kararname var. Orada çok ayrıntılı bir biçimde Ermenilerin mallarının kayıtsız şartsız kendilerine iade edilmesi, eğer o Ermeni öldürülmüşse vârislerine verilmesi kabul ediliyor. Bu daha sonra Sevr Antlaşması’nda da yer alıyor. Bu süreç 1922 sonuna kadar işliyor. Yani Ankara’da 1920 nisanında milliyetçi hükümet kurulduğunda da bu kanunlar geçerli ve değiştirilmiyor. Fakat ne zaman ki Lozan görüşmelerine gidilecek, ilk yapılan iş Vahdettin Kararnamesi’ni ortadan kaldırmak oluyor. 1922 eylülünde yapılıyor bu değişiklik. Gerekçesi çok basit. “Lozan’a gidersek, bize ‘Ne güzel malları geri veriyorsunuz, bu uygulamaya devam edin’ diyecekler, onun için bu kararnameyi kaldırmamız lazım” diyorlar ve kaldırıyorlar.
Yeni Meclis’in Vahdettin Kararnamesi’ni iptali ve 1915’teki düzenlemeye dönmesi, İttihat ve Terakki’yle Cumhuriyet arasındaki sürekliliği göstermiyor mu?
Aynen öyle. Türkiye’de yaygınca dillendirilen bir tez var; “Türkiye Cumhuriyeti Osmanlı’dan esaslı bir kopuştur. Bu nedenle, Türkiye Ermeni soykırımı ve ilintili uygulamalardan sorumlu tutulamaz.” Bu tez hem siyasi hem de hukuki olarak yanlıştır. Çünkü nisan 1923’te Ermeni mallarına el konulması ile ilgili yasa çıkarttıklarında, adı “13 eylül 1331 ve 29 Nisan 1923”olur. Zaten bu kanun, 1331 tarihli İttihatçı kanunun artık hükmü kalmamış maddelerinin değiştirilmesinden ibarettir.
Ermenilerin malları, Lozan’da gündeme geliyor mu?
Ermenilerin geride kalan malları ne olacak” diye özel bir başlık yok. Fakat bütün bir Lozan boyunca alttan alta en çok konuşulan konulardan biri bu. Üç temel alanda, vatandaşlık, af ve tazminat tartışmalarında konu sürekli gündeme geliyor. Ve Türkiye Lozan’da, geri dönen Ermenilerin mallarının iadesini kabul ediyor. Bu karara uyum için 1924’ten başlamak üzere yasalar çıkartılıyor. Deniyor ki; 6 Ağustos 1924 itibariyle malının başında olan her Ermeni’ye malı iade edilecektir. Bunu duyan bir grup Amerikalı Ermeni, ağustos 1923’te son derece kanuni şekilde pasaport ve vizelerini alarak İstanbul’a geliyorlar. Ama geldikleri anda limanda tutuklanıyor, içeri sokulmuyorlar.
Neden?
Hiçbir kanuni gerekçe yok. Malları vermemek için. Bunun üzerine Türkiye’yle Amerika arasında diplomatik kriz çıkıyor. Tutuklananlar Amerika’nın bastırmasıyla serbest bırakılıyor ve Türkiye, Amerika’ya diyor ki “Bunları ne yolla ne de pasaport ver.” Amerika itiraz ediyor ama sonunda vatandaşlarına Türkiye’ye gitmemeleri tavsiyesinde bulunabileceğini söylüyor. Zaten başka bir Ermeni de tutuklanabilecekleri haberi gittiği için Türkiye’ye gelmeye yeltenmiyor. Sonuçta Ermeniler Türkiye’ye sokulmuyorlar, ülkenin etrafı bir Ermeni’nin girmesinin engelleyecek şekilde duvarlarla örülüyor.
Bu “duvarlar”a ilişkin başka örnekler var mı?
Mesela, zaten aslında tehcir sırasında sürülmemiş ve ama İstanbul, 1922 kasımında Türk kuvvetlerinin eline geçtiği için korkup Bulgaristan’a giden zengin Ermeniler var. Bunlardan bazıları 1924’te geri dönüyor. Ama dönmeleri tam bir skandala dönüşüyor. Ankara’da, içinde milletvekillerinin, yüksek bürokratların da olduğu bir şebeke var. Bu şebeke, ülkeye gelmek isteyen zengin Ermenilerle ilişkiye giriyorlar ve rüşvet karşılığında onları sanki hiç yurtdışına çıkmamış gibi gösteriyorlar, ya da girmelerinde mahsur yoktur, diye belge düzenliyorlar. Ama bu, bir skandal oluyor. Soruşturmalar açılıyor, tutuklamalar oluyor, Bakan istifa etmek zorunda kalıyor.
Ermeniler söz konusu olduğunda hukuk geçmiyor, öyle mi?
Evet. Bir şey daha anlatayım. Kurtuluş Savaşı sırasında savaşı desteklemek için Tekalif-i Milliye Emirleri çıkıyor. Bu zorunlu vergi uygulaması gibi bir şey. Hükümet daha sonra, 1923’te çıkardığı bir kanunla bu paraları geri ödüyor. Fakat 1923’te kanunu öyle yapıyorlar ki, gayrımüslimlere geri ödeme yapılmıyor. Meclis’te kapalı oturumda kendileri bunu açıkça itiraf ediyorlar: “Kanunda ‘Ermeni’den aldığımızı geri vermeyeceğiz’ diyemeyeceğiz. Fakat verilmesin diye bir iç yazışmayla defterdarlıkları haberdar edeceğiz.” Bütün Cumhuriyet dönemindeki zihniyet bu. Bizim Karslıların çok meşhur bir lafı vardır: “Madem ki “Ermeni’sin, sormadan vermelisin.” Cumhuriyet’in ana örgüsü Hıristiyanların kültürel ve mal varlıklarının yok edilmesi üzerine kurulmuştur. Günümüze kadar gelen hikaye budur…
Ermeniler ne zamana kadar Türkiye’ye sokulmuyor?
Uygulamanın hangi yılda değiştiğini tam hatırlamıyorum. Ama örneğin 1950-60’lı yıllarda Suriye’den Lübnan’dan ziyarete gelmek isteyen Ermenilere Türk konsolosluklarında bir kağıt imzalattırılıyor; “Ben Türkiye’ye gidince mallarım hakkında hiçbir hak iddia etmeyeceğimi garanti ederim” diye. Yani Türkiye bu insanlar içeri girip mallarını isterse, sorun çıkacağını biliyor.
Böyle bir mal gaspına dünya ölçeğinde nasıl izin veriliyor. Uluslararası hukuk ne diyor bu konuda?Uluslararası hukuk daima devletlerden yanadır, ulus devleti korur. Şu anda uluslararası hukuka göre mala el koymak insanlık suçu. Fakat Türkiye ve İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’yle ilgili birkaç tarih var; 1954 ve 1980’li yıllar. Bu yıllardan önceki bu tür haksızlıklar hiçbir şekilde kovuşturma konusu değil. Bugün en büyük problem AİHM’in böyle bir kutuyu açmak istememesi. Çünkü açtığı zaman tüm Doğu Avrupa sorunu gündeme gelecek. Sovyet rejimleri de kendi vatandaşlarının mallarına el koymuş. Bunu hukuken çözmek çok zor. Ama evet büyük bir haksızlık var, insanın vicdanının, ahlakının, mantığının almadığı, alamayacağı bir haksızlık. “Ben malın üstüne kondum, oldu” deniyor bugün.
Tazminat maddi olarak altından kalkılamaz boyutta olduğu için Türkiye’nin soykırımı inkâr ettiği de söyleniyor. Sizce doğru olabilir mi bu?Bu konuda evet ve hayır biçiminde tezler ileri sürülebiliriz. Diyebiliriz ki Türkiye’nin Ermeni sorunundan kaçıyor olmasının nedeni büyük ölçüde tazminat meselesidir. Karşı argüman da şu olabilir: Yeter ki bütün mesele o hâle gelmiş olsun, sonuçta Türkiye Cumhuriyeti büyük bir ülke ve bu ayıptan kurtulmanın bir yolunu bulması gerekiyor. Mesela Türkiye; Amerika, Fransa, Almanya’ya her yıl bir miktar borç ödüyor. Bu borcun bir kısmı Ermenistan’a kanalize edilebilir. Ya da Ermenistan’ın Türkiye’yle birlikte AB’ye üyeliği düşünülebilir, Hrant’ın fikirlerinden birisi buydu.
Başka hangi yollar olabilir?
Örneğin Türkiye, Trabzon limanını serbest liman olarak Ermenilere kullandırtabilir. Bu, tazminatın bir parçası olarak düşünülebilir. Türkiye Ermenistan’a büyük bir yardımda bulunabilir. 1915’te burada yaşamış insanların torunlarından vatandaş olmak isteyenlere otomatik olarak vatandaşlık verilebilir. Fakat şunu unutmamak gerekir, dünyadaki bütün kitlesel katliamlardan bildiğimiz gibi kaybedilenin geriye verilebilmesi mümkün değildir. Ödeyeceğiniz miktar ne olursa olsun, semboliktir. En önemli ilke Ermeni insanların çoğunluğunda “Evet, ben tatmin oldum” duygusunu yaratabilmektir. Türk ve Kürtlerin de “Evet böyle bir haksızlık olmuş, bu yaptığımızla bu haksızlığı giderdik” diyebilmesi gerekir.
Devlet, mallarına el koyarken ‘Gittiğin yerde bunun karşılığını vereceğim’ deyip vermediğine göre bugün Ermeniler o mallar üzerinde hak iddia edebilirler mi?Benim ana tezim şu: Şu anda bir Ermeni gelip “Malımı benim adıma 70- 80 yıl işletmişsin, faizini de istemiyorum, malımı ver” dese, bunun karşısında “Hayır” diyebileceğimiz herhangi bir hukuk kuralı yok. Bu nedenle Tapu Kadastro Müdürlüğü 1983 ve 2001’de bölgelere yolladığı bir tamimde “Birileri 1915’teki malları hakkında bilgi isterse sakın vermeyin” diyor.
Tapular kilit önemde, değil mi?Tapu kayıtları Türkiye’nin sırrı, Türkiye’nin ahlakının vicdanın yattığı yer. Çünkü Ermeni’yi güvenlik nedeniyle sürdüğünü belki anlatabilirsin, ama güvenlik nedeniyle sürdüğün bir Ermeni’nin malını niçin iç ettiğini hiç kimseye anlatamazsın. Yukarda Allah var. Sana “hırsız” derler. İtiraf edeyim; ben de bu meselenin ekonomik boyutunu fazla önemsemezdim. Şimdi geldiğim noktada inancım şudur ki, Türkiye böyle bir vicdani suçun altında ezilmektedir. Ezildiğini bildiği için de çok bağırmaktadır. Bağırırsam suçumun üstünü örtebilirim, diye düşünmektedir. Sakin sakin konuştuğunuz an bu malın sahiplerine verilmesinin önünde hiç bir argümanınız yoktur.
El konulan Gayrimüslim mallarının Cumhuriyet ekonomisinde ağırlığı nedir?
Bunu bilemiyorum ama sadece 1922’de İzmir’de el koydukları, kırarak açtıkları banka kasaları ve hesaplarıyla bütçe açığını kapatıyorlar. Sonuçta neresinden bakarsanız bakın, 1.5-2 milyon insana ait büyük bir servetin, devletin ve vatandaşların eline geçmesi durumu var. Ekonomistler bunun mali portresini çıkarsa korkunç rakamlarla karşılaşırız herhalde.
Bu kadar büyük çapta mallar el değiştirirken sıradan vatandaşın tepkisi neydi?
Asıl önemli olan ve benim altını çizmek istediğim de bu: Büyük bir toplumsal destek görüyor. Varlık Vergisi örneği çok meşhurdur. Devlet el koyar ama mezatta satılır eldeki mallar, İstanbul’da hangi evde mezat olduğuyla ilgili gazetelere ilan verilir. Gazetelere göre yüzlerce insan bu evlere yağmaya gider. Ben bugüne kadar herhangi bir İstanbullunun bir yerde yazdığını duymadım. “Dedemden, nenemden utanıyorum, çünkü haksız biçimde kolundan tutulmuş, evinden atılmış, Aşkale’ye gönderilmiş ve hatta orada ölümle karşı karşıya kalmış birisinin malını benim dedem nenem yağmaladı” dediğini. duymadım. Ben, Hıristiyan mal zenginliği üstüne oturmanın toplumun bilinçaltında olduğuna inanıyorum.