Manhattan şehir merkezindeki Dünya Ticaret Merkezi'nin yanında yer alan Perelman Gösteri Sanatları Merkezi, ince mermer kaplamalı küp formunda bir yapı. Projenin tasarımı Rex'e ait.
Perelman Gösteri Sanatları Merkezi’nin en dikkat çekici özelliği yarı saydam mermer cephesi ve formu. Rex’in kurucusu Joshua Ramus, iç mekanın yeniden yapılandırılabilir doğası ve mermerin gizleyici etkisi nedeniyle yapının bir gizem duygusu uyandırmayı amaçladığını söyledi.
“Gizlenme gizemli bir kutu fikrini yarattı, böylece insanlar binayı kullandıkça, bina kendisini size göstermek yerine zamanla daha gizemli hale gelecektir.”
Yarı saydam mermer panellerle bina içindeki aktiviteyi maskelerken binanın dışarıyla ilişkisini sürdürmeye devam ediyor. Gündüz iç mekanın aydınlanmasına izin verirken geceleri ise yapı adeta bir gece lambasına dönüşüyor.
Mermer, iç mekanın gürültüden korunmasına yardımcı olan cam panellerin arasına sıkıştırılmış. Cepheye yerleştirilirken mermerlerin doğal desenleri, cephe boyunca simetrik bir desen oluşturacak şekilde düzenlenmiş.
Yıkılan Dünya Ticaret Merkezi anıta saygı gösterilmesi gerekliliği, yapının tasarımında belirleyici olan unsurlardan sadece biri. Gösteri Merkezi, metro ve liman idare binasına erişim rampası da dahil olmak üzere dört katlı şehir altyapısının üzerinde yer alıyor. Perelman’ın ana mekanlarının sokak seviyesinden 6,4 metre yukarıda olması gerekliliği nedeniyle mermer yapının altına siyah bir kaide yerleştirildi.
Tasarım sürecinde bir diğer zorlayıcı unsur ise Frank Gehry’nin inşası başladıktan sonra iptal edilen projesi olmuş. Rex’in kurucu müdürü Joshua Ramus, “Tüm alt yapı, Frank Gehry’nin tasarımı temel alınarak inşa edildi. Tersine mühendislik yapmak zorunda kaldık ve yapıyı inşa edilmiş olanın içinden geçirebileceğimiz herhangi bir yer bulmalıydık. Onun binası bizimkinin iki katı büyüklüğündeydi.” şeklinde durumu ifade ediyor.
Mimarlık ofisi, Gehry’nin projesinden kalan yedi taşıyıcı sütunu yeni binayı desteklemek için “bir tür büküm oyunu” ile dönüştürdü. Bu kısıtlama, yapının konsollu girişinin oluşmasına yol açtı.
Dolaşım alanı haç biçiminde düzenlenmiş, farklı boyutlardaki üç salonda köşelere yerleştirilmiş. Tiyatroları koridorlara ve birbirine açan dört masif giyotin duvar, sökülebilir balkonlar ve yeniden yapılandırılabilir zemin ve oturma düzeninin birleşimi, gösteriler için 62 farklı konfigürasyona olanak sağlıyor.
Ramus bu salonların kutu içerisindeki kutular olduğunu ve binaya tam anlamıyla bağlı olmadıklarını belirtiyor.
“Binadan ve binanın titreşiminden izole edilmişler ve birbirlerinden izole edilmişler, böylece eş zamanlı performanslar gerçekleştirebiliyorsunuz.”
Üç katlı yapıda, zemin altında alan olmaması nedeniyle alanlar üst üste yerleştirildi. Lobi alt kata, sahne arkası olanaklarını ikinci kata ve performans alanlarını ise en üst kata yerleştirildi.
Zeminleri alçaltmak ve yükseltmek için gerekli sistemlere sahip olmak amacıyla, zeminin çalıştırılabilmesini sağlayacak şekilde kıvrılıp açılan dişli paslanmaz çelik şeritler içeren bir dizi hidrolik tüp ekledi. Bu standart hidrolik asansörlerin binanın iki kat daha yükseltilmesini gerektiği için tercih edildi.
Ramus, performansa odaklanmanın tasarımın yol gösterici ilkesi olduğunu ve ilk tasarımları inceleyenlerin binanın nasıl işleyeceği hakkında bir kez bile konuşmadıklarını, bunun yerine tasarımın ne kadar “ikonik” olacağına odaklandıklarını iddia ediyor. “Manhattan’ın ortasında parlayan taştan bir küp inşa ediyorsanız, bunun ikonik olmadığını iddia etmek zor, ama aynı zamanda asıl mesele de bu değil,” şeklinde projeye yaklaşımlarını ifade ediyor.